Direniş, boykot, grev! Hep beraber 1 Mayıs’a
Her yıl olduğu gibi bu yıl da alanlar dolacak. Ancak bu kez emekçilerin başka bir sorumluluğu daha var: Yaşamı emekçilerin lehine değiştirecek bir mücadele hattını hep birlikte kurmak. Çünkü içte ve dışta emek düşmanı politikalar her geçen gün daha da yoğunlaşıyor.

Devrimci Sendikal Dayanışma Türkiye Yürütmesi
İşçilerin Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs, günümüzde tüm ezilenlerin, sömürülenlerin, yok sayılanların tarihsel hafızası ve mücadelesidir. Her yıl olduğu gibi bu yıl da alanlar dolacak, sloganlar atılacak, pankartlar yükselecek. Ancak bu kez emekçilerin başka bir sorumluluğu daha var: Yaşamı emekçilerin lehine değiştirecek bir mücadele hattını hep birlikte kurmak. Çünkü Türkiye’de ve dünyada kapitalist emperyalist sistemin doğasından kaynaklı faşizan rejimlerin emek düşmanı politikaları her geçen gün daha da yoğunlaşıyor.
Kapitalizmin krizinin sonucu olarak dünya genelinde emek karşıtı aşırı sağ politikaların yeniden yükselişe geçmesine tanıklık ediyoruz. Donald Trump’ın ABD siyasetinde güç kazanması, Avrupa’da aşırı sağın ivme yakalaması, Suriye’nin ve Filistin halkının yok edilmeye çalışılması, dünyanın ve Ortadoğu’nun emperyalist planlarla yeniden tasarlanması; bu yeni kuşatmanın küresel arka planını oluşturuyor. Bu tabloda emekçilerin mücadelesi ulusal sınırlara hapsedilemez. Enternasyonal dayanışma, mücadele ve direniş artık hayati bir zorunluluktur.
Ekonomik kriz, yalnızca istatistiklerde değil, sofralarda, cüzdanlarda, market reyonlarında tüm ağırlığıyla hissediliyor. Milyonlarca emekçi ve emekli açlık sınırının altında yaşamaya çalışırken, ücretler daha cebe girmeden eriyor. Kiralar karşılanamaz, faturalar ödenemez, temel ihtiyaçlar erişilemez hale geldi. Güvencesizlik, taşeron çalışma modeli, prekarya ve sendikasızlaştırma emekçilerin yeni normali hâline getirildi.
Milyonlarca genç iş bulamamakta ve iş bulma kaygısı içindedir. İktidarın politik tercihlerinin yansıması olarak gençler hayatının baharında geleceğe güvenle bakamamaktadır. Gençliğin tepkisi ve isyanı aslen bu rejimin yaratığı adaletsizliğe karşı kitlesel bir çığlıktır.
∗∗∗
Bu koşullar altında emek-meslek örgütlerine düşen tarihsel sorumluluk daha da yakıcı hale gelmiştir. Ancak bugün, emek ve meslek örgütleri iktidarın saldırganlığı karşısında açıklamaların ötesine geçemeyen bir pozisyona sıkışmış durumdadır. TÜRK İŞ, HAK İŞ ve Birleşik Kamu İş gibi sendikalar ise milyonlarca yurttaşın ayağa kalktığı ve sokaklarda günlerce direniş gösterdiği bir dönemde yandaş medyanın yaptığı gibi üç maymunu oynamaktadır. İktidar/rejim grevleri yasaklarken, belediyelere kayyum atarken, üniversite gençliğini tutuklarken; artarak devam eden çoklu kriz karşısında bu ülkenin emek örgütleri üretimden gelen gücünü kullanma yönünde adım atmaktan imtina etmemelidir.
Kamu emekçileri içinde yıllardır önemli bir mücadele deneyimi taşıyan KESK, bugün bu birikimini ve eylem gücünü kullanmaktan çekinmemelidir. Bu kadar baskının, hukuksuzluğun yaşandığı bir dönemde KESK’in sesinin çok daha güçlü çıkması, KESK’in öncü ve örgütleyici olması beklenmektedir. Grev yasaklarının, sürgün tehditlerinin, idari baskıların karşısında duracak fiili ve meşru bir mücadele hattı artık ertelenemez. KESK, bu konuda tarihsel misyonu gereğince inisiyatif almalıdır.
Emek örgütlerinin üretimden gelen gücü bu süreçte harekete geçirilememiş, halkın genel direniş ve gençliğin boykot hattıyla uyumlu bir mücadele ortaya konulamamıştır. Eğer emek örgütleri yeniden öncü bir güç olmak istiyorsa, tabanla daha güçlü bağlar kurmalı, bürokratik alışkanlıkları terk etmeli, fiili ve meşru sendikal çizgiyi yalnızca nostaljik bir miras olarak değil, bugünün mücadelesinin temeli olarak sahiplenmelidir. Bu minvalde kurulacak direniş hattı Türkiye’nin her işyerinde, mahallesinde ve sokağında örgütlenmelidir.
∗∗∗
Bugün Türkiye’de yalnızca emekçiler değil, halkın tamamı bir baskı rejimiyle kuşatılmış durumdadır. Seçilmiş belediye başkanları tutuklanıyor, yerlerine kayyumlar atanıyor, irade gaspı normalleştiriliyor. Üniversite gençliği en dinamik muhalif güç olduğu için hedef alınıyor, gözaltı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılıyor. Gençlerin, kadınların ve emekçilerin mücadelesi topyekûn bastırılmak isteniyor. Bu nedenle bugün yapılması gereken halkın tüm kesimlerini kapsayan, birleşik bir toplumsal mücadeleyi önceleyen genel grev, genel direniş hattını kurmaktır.
Öte yandan Suriye’de sürdürülen savaşın sonucu olarak yaşanan katliamlar hem bölge halklarını hem de Türkiye toplumunu doğrudan etkiliyor. Emperyalist güçlerin Suriye’yi kendi nüfuz alanlarına bölmeye çalıştığı bu süreçte, Suriye'deki “iç savaşın” bedelini milyonlarca mülteci ve emekçi halk ödüyor. Ne iktidarın militarist politikaları ne de uluslararası güçlerin vekâlet savaşları halklara barış getirmiyor. Türkiye’deki mülteci işçilerin ucuz emek gücü olarak kullanılması, toplumun en yoksul kesimlerinin birbirine kırdırılmasına hizmet eden sömürü çarkının derinleşmesine hizmet ediyor. Bu nedenle; ırkçılığa karşı halkların kardeşliği, dinsel/mezhepsel ayrıştırma ve çatıştırmaya karşı laiklik temelinde yükselecek bir emek mücadelesi, emperyalist tuzağı bozacak yegâne güçtür.
Tam da bu nedenle, bugünün görevi yalnızca iktidara karşı muhalefet etmek değil; halkın gerçek taleplerini temel alan birleşik bir toplumsal mücadele hattını örmektir. Bu hattın merkezinde emek mücadelesi olmalıdır. Ancak yalnızca işçiler değil, bu düzenin yarattığı baskı, sömürü ve krizlerden payını alan herkes bu hatta dâhil edilmelidir: Kadınlar, gençler, öğrenciler, göçmenler, çiftçiler, işsizler, küçük esnaf, doğa savunucuları…
Son bir ayda ortaya çıkan toplumsal isyan dalgası, düzen muhalefetinin sınırlarını zorlamaktadır. Kitlelerin özne olduğu toplumsal mücadele, toplumun kılcal damarlarına etki edecek örgütlenme ve birleşik bir mücadele hattı olanağını doğurmuştur. Bu olgunlaşan objektif koşullar sübjektif koşulların olgunlaşmasını zorlamaktadır. Bu da gerekli iradenin açığa çıkarılmasıyla mümkün olacaktır.
∗∗∗
Emek örgütleri artık yalnızca açıklama yapan, itiraz eden değil, mücadeleye yön veren bir odak hâline gelmek zorundadır. İş yerlerinde, okullarda, sokakta, mahallede, kampüste; hayatı yeniden örgütleyecek bir seferberliğe ihtiyacımız var.
2025 1 Mayıs’ı, bu büyük isyan dalgası içerisinde, geçen yıl yaşanan zaaflı yaklaşımların aşılması için değerlendirilmeli ve tarihe bu sorumluluğunu yerine getirmiş bir şekilde yazılmalıdır. Bunun için birleşmeyi, birlikte yürümeyi ve birlikte direnmeyi başarmamız gerekir. 1 Mayıs yalnızca taleplerin değil, emekçilerin iradesinin ortaya konulduğu bir gün olmalıdır. Şimdi, halkın gerçek gücünü birlikte örgütlemenin zamanıdır. Artık Yeter! Kayyuma, Faşizme, Sömürüye Karşı Birleşik Direniş İçin… Genel Grev! Genel Direniş! Ekmek, Demokrasi ve Adalet İçin; Hep Beraber 1 Mayıs’ta Alanlara!