Direniş Komiteleri Üzerine*
Eşit, özgür ve aydınlık bir geleceğe inananlar için zor bir dönemden geçildi. İnançlarıyla birlikte gelecek umudunu da yitirerek, bu günkü akıldışılığın, adaletsizliğin ve zorbalığın hükümranlığına boyun eğenler aslında kendi varlık nedenleri olan geçmişe saldırdılar.
Bu yüzden geçmişi savunmanın geleceği savunmak olduğunu söylüyoruz.
Böyle bir değerlendirme elbette ancak geçmişin bu gün içindeki anlamının doğru bir şekilde kavranmasıyla değer kazanacaktır. Çünkü geçmişi bilmek ve anlamak bu günü de daha iyi bilmeye ve anlamaya olanak verecektir.
*
Devrimci Yol denilince akla gelen en önemli kavramlardan biri Direniş Komiteleri kavramıdır.
Bu konu etrafında 1980 öncesinde yürütülen tartışmalar sadece geçmişin değerlendirilmesi bakımından değil, bu gün yaşadığımız sorunlar karşısındaki dersleri açısından da okunmalıdır. Bu gün Türkiye'de yaşanan adaletsizlik ve zorbalık düzeninin yarattığı çaresizlik ve karamsarlık ortamının dağıtılarak özgür ve eşit bir gelecek umudu büyütülebilecekse eğer, bu Direniş Komiteleri anlayışının temelindeki devrimci siyasetin ayak izlerinden yürünerek gerçekleşebilecektir.
*
Direniş Komiteleri kavramı yetmişli yıllarda faşizme karşı bir mücadele ve örgütlenme biçimi olarak önerildi.
Devrimci Yol yazıları kitabının ilk baskısının önsözünde Direniş Komiteleri önerisine yol açan koşullar şöyle özetlenmişti. 'O dönemde özellikle MC Hükümetlerinin sonuna doğru faşist saldırılar tüm yurdu kaplamış durumdaydı ve hemen her gün her tarafta ölümle ya da yaralanmayla sonuçlanan olaylar yaşanıyordu. Sola, emekçi halk kesimlerine, aydınlara, demokratlara yönelen saldırılar, solun dağınıklığı, örgütsüzlüğü ve güçlü bir politik önderlikten yoksunluğu vb. nedenlerle etkinlik sağlıyordu ve halk içinde bir direnme eğilimiyle birlikte geniş bir yılgınlık ve teslimiyet eğilimi de yaratıyordu. Önümüzde, halk içinde gelişen bu direnme eğilimine sahip çıkmaktan, onu geliştirmeye, örgütlemeye ve onunla birlikte örgütlenmeye çalışmaktan başka bir yol, başka bir umut ışığı yoktu. '
Çatışmalar ülkenin her yanını kaplarken bir kamplaşma eğilimini de beraberinde getirdi. Anti faşist kesimlerin direniş mücadeleleri sonucunda ülkenin pek çok yerinde devrimcilerin etkinliğindeki bölgelerin oluştuğu bir ortamda devrimci mücadelenin ve yaşamın yeni bir anlayışla örgütlenmesi gereği de ortadaydı. Bu nedenle Direniş Komitelerinin, gelecekteki halk iktidar organlarının birer nüvesi olarak ele alınması, bu yolla halk kitleleri içinde daha şimdiden yeni bir yaşam biçimi, yeni bir demokrasi ve yönetim anlayışının ve kültürünün kendi öz deneyleriyle geliştirilmesi önerildi. Bu yönleriyle Direniş Komiteleri yalnızca o günkü gelişmeler karşısındaki rolüyle değil, aynı zamanda bir devrim ve sosyalizm anlayışının da somut bir deneyimi olarak bugünkü devrimci mücadele açısından da önemli dersler ve ip uçlarını içerisinde barındırmaktadır.
Bu anlayışın başarıyla uygulanabildiği yerlerde, en çok bilinen Fatsa örneğinde olduğu gibi, sosyalizm ve demokrasi üzerine ciltler dolusu kitaptan daha değerli olan olumlu deneyler yaratılabilmişti. Fatsa'nın tek örnek olmadığı ülkenin pek yerinde benzer oluşumların yaşandığı da biliniyor.
Bu anlayışın egemen kılınamadığı yerlerde ise, tam tersine, sol içi rekabet anlayışlarından kaynaklanan pek çok olumsuzluğun ve kargaşanın yaşanmasının önüne geçilemediği de...
*
Geleneksel revizyonist eğilimlerden köklü bir kopuşu ifade eden Direniş Komiteleri önerileri o dönemdeki değişik gurplar tarafından değişik gerekçelerle, kimi zaman da sol lafızlarla reddedilmiştir.
İleri sürülen itirazlar kimi zaman, ‘Direniş Komitelerinin bir cephe örgütlenmesi olması nedeniyle ancak proletarya partisinin kurulmasından sonra, onun önderliği altında gündeme getirilmesi gerektiği’ şeklinde; kimi zaman da, ‘Direniş
Komitelerinin yatay- kitle örgütlenmesi olması nedeniyle öncü savaşının reddini getirdiği’ şeklinde kabul edilmesi olanaksız teorik gerekçelere dayandırılmak istenmiştir.
Bugünden bakıldığında böyle bir öneriye neden karşı çıkıldığını anlamak elbette olanaksızdır.
Partiyle cephesel örgütlenme biçimleri arasında veya kitlesel (yatay) örgütlenmelerle öncü savaşı ve "dikey" örgütlenme ve mücadeleler arasında böyle ikilemler yaratmak, farklı düzeydeki görevleri anlamsızca karşı karşıya getirmekten başka bir şey değildi. Hemen her çevre kendini proletaryanın gerçek temsilcisi olarak gördüğünden bir cephe örgütlenmesinin ancak kendi önderliği altında gerçekleşebileceğini varsaymıştır.
Ne yazık ki biz bu gibi konular etrafında sürüp giden direniş mücadelelerine hiç bir faydası olmayan tartışmalar içinde boğulurken ülkemiz çok daha büyük bir karanlığın içine sürüklenmekten kurtulamamıştır.
*
Bu kitap uzun yıllar sonra bütün bu konular üzerinde yeniden düşünme ve tartışma imkanını sağlayabilirse kuşkusuz faydalı olacaktır. O dönemde bu konularda yürütülen tartışmalarda kimin haklı kimin haksız olduğu bu gün elbette çok da önemli değildir. Teori elbette önemlidir ama, sonuçta bütün yazıp çizdiklerimizin, bütün yapıp ettiklerimizin yaşadığımız ülkedeki gelişmelerin, yani hayatın karşısında ne manaya geldşğine bakılacaktır. Çoğunlukla içine düşülen hatalarımız, teorik, siyasi veya pratik meselelere örgütsel veya gurupsal sonuçlarını önde tutan bir anlayışla yaklaşmak şeklinde karşımıza çıkıyor. Bunun sonucu örgütlerimiz ve partilerimiz sadece kendileri için siyaset yapan örgütlere dönüşüyor. Ötekinden bir adım geride kalmamak, berikinden iki adım öne geçmek için uğraşırken ülkenin nereye gittiğine bakamayan bir sol, sonuçta kuyruğunu kovalayan kediye dönmektedir.
Geçmişimizin derslerinin Direniş Komiteleri ve diğer tartışmalarımızdan bu güne uzayıp gelen şifresi sır değil, bu gün yaşadığımız ülkenin siyasal haritasının orta yerinde, karşımızda duruyor!
*Pratika Kitap'dan yayınlanan Fahrettin Erdoğan'ın hazırladığı Direniş Komiteleri kitabı geçmiş devrimci hareketin en önemli deneyimlerinden birisine yeniden bakma imkanını veriyor. Bu anlamda tartışmaya da bir giriş olarak Oğuzhan Müftüoğlu'nun kitaba yazdığı 'Önsöz'ü kısaltılmış olarak yayınlıyoruz.