Gezinin iktidara yaşattığı travma dermansız bir takıntıya dönüştü. Gezi gibi kitlesel bir toplumsal hareketin yeniden belirme ihtimalini, eylemin faturasını ağır hapis cezaları yoluyla ortadan kaldırabilecekleri geldi akıllarına. Ne de olsa 12 Eylülcülerin rahle-i tedrisatından geçmişlerdi.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Çıktığınızda
Bir yılı aşkın zamandır Gezi davasından Bakırköy Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mücella Yapıcı’nın doğum günü dostlarınca kutlandı.

Zafer Aydın

Sevgili Can, Mine, Mücella, Osman, Çiğdem, Tayfun, Hakan. 

Üzerinde “tahliye” yazan tebligatların geleceğine beslediğimiz umut mu dersiniz, kaybolmuş mektup yazma alışkanlığı mı ya da bildiğiniz tembellik mi bilmem, ama elim varıp birer mektup yazamadım bir türlü. Siz gün sayarken üzerinize kilitlenmiş kapıların ardında, ışık hızıyla geçip giden günlerin “zamansızlığı” mazeretine sığınmak da olmaz elbette. Ama yazamadım, bağışlayın. Bereket ki BirGün'ün “Dışarıdan içeriye mektup” bölümü var, bu sayede hem özrümü yazma hem de gecikmiş selamı gönderme imkânına kavuştum. Bu vesileyle evvela mahsus selam eder, her birinizi ayrı ayrı özlemle kucaklarım. 

Biliyorum ki dışarıda bir kuş kanat çırpsa haberdarsınız. Sizi habersiz bırakmıyordur dostlar, görüşmeciler. O yüzden havadis vermek yerine iç dökmek olsun benimkisi. Biraz da kendimi tekrarlama pahasına…

Bugünler geçip gittiğinde mevcut iktidarın en çok çaldıkları konuşulacak. Gençlerin geleceğini, yoksulun sofrasındaki ekmeği, çocukların beslenme çantalarındaki nevaleyi, devletin hazinesinden parayı, ekmek parası için mesaiye gidip, evine tabutla dönen emekçinin hayatını çaldılar. Yetmedi, buna itiraz edenlerin de özgürlüğünü. Kimimizi demir parmaklıkların ardına atarak, kimimizi atmadan özgürlüklerimize koca bir kilit vurdular. Ülkeyi koca bir hapishaneye dönüştürdüler. Hapishane yapmak ile övünme arsızlığı içinde…

Belki biliyorsunuzdur, takıntının insan zihnini nasıl tutsak aldığını anlatan meşhur bir fıkra var: Adamın biri doktora gidiyor, “Doktor bey” diyor, “her gece beyaz keçiyi düşünmekten gözüme uyku girmiyor.” Doktor, şaşkın! “Sen de düşünme beyaz keçiyi” diyor adama. Adamın cevabı ise “nasıl düşünmem hiç aklımdan çıkmıyor ki” oluyor. Kitle eylemleri hele ki büyük kırılmalara yol açan Gezi gibi toplumsal hareketler egemenlerin zihninden asla çıkmaz, unutmazlar, unutamazlar. Soluğunu daima enselerinde hissederler. Bu yüzden bir fatura çıkarmak, hesaplaşmak, bedelini ödetmek isterler. Bunun üzerinden güç gösterisi yaparak dimdik ayakta oldukları görüntüsünü vermeye çalışırlar. Sadece AKP iktidarı değil, yekvücut bütün bir egemen sınıf korkar kitle eylemlerinden. Çünkü onların okumasına göre aşağıdan kolektif eylem her zaman büyük bir tehdittir kurulu düzene. 

Gezi kapsayıcılığı, yaratıcılığı, inadı ve kararlılığı ile tüm muhaliflerin kendisini parçası hissettiği, bir hareketti. Muhalif hareketlerin geleneksel davranış biçimlerinin dışına çıkarak, bir mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğine dair örnek ortaya koyan bir direnişti. Farklılıklarla birlikte yürümenin olanaklı olduğunu gösteren bir örnekti. Bu nedenle korkuttu. İktidara yaşattığı travma dermansız bir takıntıya dönüştü. Gezi gibi kitlesel bir toplumsal hareketin yeniden belirme ihtimalini, eylemin faturasını ağır hapis cezaları yoluyla ortadan kaldırabilecekleri geldi akıllarına. Ne de olsa 12 Eylülcülerin rahle-i tedrisatından geçmişlerdi.

Her mücadelenin bir bedeli vardır elbette. Kişisel tanışıklıklarımız ve yol arkadaşlıklarımızdan biliyoruz ki, bedel ödemekten yüksünmezsiniz hiçbiriniz. Kesilen ağaca, yok edilen doğaya, katledilen canlara, kastedilen hayatlara, sömürüye, zulme kayıtsız kalmamış olmanızın bedelini ödetmek istiyorlar size. Size bunu reva görürken bütün topluma da gözdağı veriyorlar, “kayıtsız kalın yoksa bedelini ödersiniz” diye. Kendi korkularını başkalarını korkutarak gizlemek peşindeler. Bu yüzden size vurulan zincir, yaşatılan tutsaklık, bunun üzerinden yapılan güç gösterisi, saklanmaya çalışılan korkunun en büyük göstergesi. 

Faydasız, boşunadır bütün bu çabaları. Bakın erkenci kirazlar çiçek açmaya başladı bile. Kavuşmaya az kaldı. Yeniden kol kola olacağız, hak ve özgürlük bayraklarının altında. Yine doğanın tahrip edilmesine, kentlerin yağmalanmasına, sömürüye, insan hayatına kasteden politikalara karşı itirazın sesi olacaksınız. Bekliyoruz, bir an önce özgürlüğünüze kavuşmanızı. Bekliyoruz tez zamanda kucaklaşmayı. Tam burada sözü Ahmet Derya Varilci'ye bırakayım, 1983 yılında Buca Cezaevi'nden yazdığı şiirle seslensin size: 

Çıktığımızda Buradan

hep birlikte

upuzun bir masaya çökeceğiz

bitince bu iş. 

en ucuzundan 

bulabildiğimizce şarabı yüklenerek

küfrederek 

terleyerek

içeceğiz. 

yüreklerimizdeki ateş

saçlarımızı saracak.

ilk kadehler kavgada düşenlere kalkacak.

Onlar için savrulacak 

yenginin ilk kahkahaları.

gözbebeklerimizde salakça bir şakınlıkla 

İlk kez onlar için okunacak şiirlerimiz. 

(Görülmüştür, Hapishaneden Mektuplar 1981-1986, Yarın Yayınları, 1986)