Dışarıdan içeriye mektuplar: Gezi ve “içerideki” Gezicilere güzelleme
Gezi, emekle inceliğin birleşimiydi… Rusya’da, 1860’lardaki ünlü “Hangisi daha önemli, Shakespeare mi yoksa bir çift çizme mi?” tartışmasını, ortaya koyduğu pratikle reddeden birçoklu sevincimizdi Gezi…
İçeridekiler için yazı yazmak müşkül bir iş, kahırlı bir iş… İçeride daracık avlularda, ranza aralarında atılan adımlarla; dışarıda, şehri, ülkeyi, dünyayı adımlamak arasında, kahredici hüzün kadar, damıtılmış acı kadar fark vardır. Hüzün içeride kahırlanır, acı damıtılır çünkü...
Usta şairimiz Melih Cevdet Anday, bir vakitler yazdığı denemelerine “Akan Zaman Duran Zaman” adını vermişti. Duran zaman içerinin “tik tak”ları olmak için didinirken; akan zaman koşa-geze dışarının kalp atışlarını sezer…
Gezi, onuncu yılının dönüm şafağında, bir imece, bir özgürlük sancağı, bir direniş türküsü olarak gönüllerde ve tarihteki yerini aldı… Onu hiç bir propaganda makinesi karalayamaz, lekeleyemez…
İyi olanlar, herkes için iyi olanlar, iyi olmak isteyenlerdi Geziciler… Ruhlarını direnmenin aşkına, özgürlüğün kor ateşine, toplumsal bir yeniden düzenleyişin simgesine açtılar… O ruhlar, boyun eğmeyen, boyun eğdirilemeyen bir idealin içinden süzülüp geldiler… Nazım Hikmet’in güçlü şiiri HABER tam da içeridekileri, direnenleri, gözleri gülerek bakanları, yani o günün Gezicilerini anlatmıyor mu?
Belki o dönemde içeri düşenlerin büyük ekseriyetinin erkek olmasının şiire yansımasını görebiliyoruz…
Şimdi, direngen mücadelenin neferleri kadınlarımızı, “uzayan saçları”yla şiire eklemlesek, bugünün tamlığını bize daha iyi verir sanki…
Nâzım’ın şiiri şöyledir:
HABER
Onlardan haber geldi.
Oradan
onlardan.
Gömlekleri kirli değil
çatık değilmiş kaşları.
Yalnız biraz
uzamış tıraşları.
"Yandık!"
dememişler.
Dayanmışlar biliyorum.
"Dayandık!"
dememişler.
Gözleri gülerek
bakıyorlarmış adama.
Şakaklarında taze bir yara varmış ama,
çatık değilmiş kaşları.
Yalnız biraz
uzamış tıraşları...
Gezi, emekle inceliğin birleşimiydi… Çalışanların emeğine bel bağlayanlarla, estetiğin hazzını dillerinden düşürmeyenlerin birleşimiydi. Taa, Rusya’da, 1860’lardaki ünlü “Hangisi daha önemli, Shakespeare mi yoksa bir çift çizme mi?” tartışmasını, ortaya koyduğu pratikle reddeden birçoklu sevincimizdi Gezi… Hem Shakespeare’i istiyorduk, hem de bir çift çizmeyi… Onun için diyebiliriz ki, bir anlamda Paris Komünü’müzdü Gezi… Ama tüm şehirlere, ovalara yayılmış bir komündü Gezi.
Şimdi, Gezi’nin haklı davasının unutulmaz parçaları olan arkadaşlarımızı içeride tutarak yeni Gezi’lerin önünü almaya çalışıyor muktedirler.
Heyhat!
Geziler durmaz, Geziciler susmaz… İçeride olsun dışarıda olsun, Gezi kalplerin kendiliğinden anlaşmasının şifresidir. O şifreyi kimse kıramayacak…
Korku nedir diye sorulsa, muktedirin ve muktedirlerin her an ve her yerde hissettikleridir diyebiliriz… Çünkü o korkuların içinde insanca hasletler yoktur, duyguları ve sevinçleri sarmalayan korkular değildir onlarınki… Öyle çok korktukları içindir ki, sahip oldukları devasa yalan çarklarıyla Gezi’yi gölgelemeye çalışıyorlar… Oysa onların sönmüş ampulleri güneşi gölgeleyemez…
İçerideki can arkadaşların iç sıkıntıları da, sabırları da, tutuşturdukları umut ateşleri de bizim… Onlar dışarıda ve biz içeride olmayı kendi ideallerimizde eşitlediğimizde Gezi, yeni Türkiye’nin, Yeni Dünya’nın geçtiği kavşak olacaktır hep.