Google Play Store
App Store
Dışarıdan içeriye mektuplar: Uzaktan içeriye mektup
Çizim: Kemal Gökhan Gürses

Selçuk ŞİRİN*

Sizlerle hiçbir zaman tanışma fırsatım olmadı. Aynı masada oturmadık, aynı sokakta bile yürümedik belki de. Ama dışarıdaki herkes gibi ben de sizi haberlerden, aile ve dostlarızın paylaşımlarından tanıdım. Her birinizin başına gelenler bir vicdan yarası gibi içime işledi. Size dışarıdan söz söylemenin beyhudeliğinin farkında olarak kalemim ürkek. Ne desem havada kalacak. O nedenle sizden ziyade sizin aracılığınızla dışarıdakilere seslenmek istiyorum bu mektupta.

Bildiğim yerden başlayayım. Bir davranış bilimci olarak hayata dair bildiğim çok basit bir kural var: Tarih boyunca insanlık, hep itiraz eden bireylerin cesaretiyle ilerledi! Bunu bir slogan ya da iddia olarak söylemiyorum. Bu tezi bilimsel bir kanıta dayanarak söylüyorum. Bilmeyenler ve unutanlar için üç deneyden söz etmek istiyorum.

Ağzımızın tadı bozulmasın diye!

∗∗

Asch’in sosyal konformite deneyi ile başlayalım. Solomon Asch bu basit deneyde insanlara bir kağıda çizilmiş çizgi gösterir. Sonra da başka bir kağıtta o çizginin aynısını bir kısa bir de uzun çizginin ortasına koyarak gösterir. Deneye katılanlara ilk çizginin ikinci kağıttaki üç çizgiden hangisine eşit olduğu sorulur. Normal koşullarda katılımcılar tek başına olduklarında yüzde 99 oranında doğru çubuğu gösterir ikinci kağıtta. Sonuçta gözü olanın doğru yanıtı vereceği basit bir test bu. Ama gelin görün ki katılımcılar deneyi önceden bilen ve rolleri gereği yanlış seçeneği gösteren diğer katılımcılarla birlikte aynı sosyal ortamda bu soruya yanıt verdiğinde pusulayı şaşırır. Katılımcıların yüzde 60’ından fazlası kendilerine “İkinci kâğıttaki üç çizgiden hangisi ilk kâğıttaki çizginin eşidir?” diye sorulduğunda kendi doğru bildiklerini değil, grubun yanlış tercihini seçer. Yani insanlar sırf “ağzımızın tadı bozulmasın” diyerek doğruyu söylemekten imtina eder ve grubun yanlık kararına ortak olur. Mahalle baskısı böyle bir şey…

Hatırlatmak istediğim ikinci deney ise Asch’in öğrencisi Stanley Milgram’ın meşhur itaat deneyi. Milgram beyaz önlük giyerek Yale Üniversitesi’ndeki laboratuvarına davet ettiği katılımcıların, bir otorite figürünün talimatıyla başka bir kişiye (aslında bir aktör) soru sormalarını ve sordukları soruya verilen her yanlış yanıtta yan odadaki kişiye elektrik şoku vermesini ister. Bu deneyde de katılımcıların yüzde 60’dan fazlası verilen emre itiraz etmek yerine itaat eder. Ahlaki olmadığını bildiği halde deneyde kendilerine verilen yönergeleri harfiyen uygular.

Son deney belki en meşhuru. Milgram’ın liseden sıra arkadaşı Philip Zimbardo, insan davranışının sosyal rollerden nasıl etkilendiğini anlamak için sahte bir hapishane kurar. Stanford Üniversitesi kampüsünde yapılan bu deneyde katılımcı öğrenciler rastgele ‘gardiyan’ ve ‘mahkûm’ rollerine atanır. Gardiyanlar kısa sürede agresif ve baskıcı davranışlar sergilemeye başlarken mahkûmlar psikolojik çöküntü yaşar. Deney, planlanan 14 gün yerine, 6 gün içinde sonlandırılır. Bu deneyde de katılımcıların çoğunluğu kendilerine verilen role uyar.

∗∗

Bu üç deney de insanlığın karanlık tarafını anlamak için yapılmış. Her bir deney bize koşulların insanları nasıl kötülüğe ittiğini anlamak için önemli ipuçları veriyor. Ancak benim bu deneylerde dikkatimi çeken başka bir boyut daha var. Ben bu deneylerdeki çoğunluğa değil, azınlığa bakmak taraftarıyım. Çünkü insanlık biraz o az sayıda kahraman sayesinde ilerliyor. Mesela, Asch’in deneyinde her üç katılımcıdan biri, genel grup kanaatine itiraz eder. Bu çok önemli. Çoğunluğun aksine bir grup katılımcı grup kararına ortak olmuyor. Bu insanlar sürüden ayrılıp gördüğünü olduğu gibi söylüyor! Milgram’ın deneyine katılan her üç kişiden biri de deneyi uygulatan otorite figürünün emirlerine karşı çıkıyor. İtiraz ediyor ve emri yerine getirmiyor. Stanford Üniversitesi’ndeki hapishane deneyinde de sayıca az da olsa itiraz eden küçük bir azınlık var. O birkaç kişi sayesinde Zimbardo’nun deneyi katılımcılara daha fazla zarar vermeden 6’ncı gününde sonlandırılıyor.

Yani, uzun bir yoldan da olsa şunu anlatmaya çalışıyorum: Evet, koşullar insanları belli yalanlara ortak olmaya, belli kurallara itaat etmeye ve belli rollere göre davranmaya itiyor. Nâzım’ın Şeyh Bedreddin Destanı’nda dediği gibi ‘tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zarurî neticesi’ insanları bazı davranışlara mecbur bırakıyor. Ama işte tarihin her döneminde sayısı az da olsa, sizin gibi insanlar çıkıyor ve itiraz ediyor. İnsanlık bu itirazlar sayesinde bir adım ileriye gidebiliyor.

Adaletin ülkemizde gerçekten herkesi kapsadığı günlerde buluşmak dileğiyle…

Sevgi ve saygılarımla…

*Eğitimci, yazar