Disiplinlerarası yolculuklar
“Cahide” adlı kitabıyla tanıdığımız Eyüphan Erkul’dan “Afife”ye yakılmış bir Blues türküsü ve Yeşilçam’ın küçük yıldızı, şimdinin tiyatro yazarı ve yönetmeni Sedef Ecer’in “Milli Servet”i
Geçen hafta anı kitapları ve otobiyografilerden söz etmiştik. Bu hafta da anılardan yola çıkan iki romanla devam edelim. Yeşilçam’ın ilk ‘star’ı Cahide Sonku’yu konu aldığı “Cahide - Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz” adlı kitabı ile tanıştığım Eyüphan Erkul bu kez ilk Müslüman kadın tiyatro oyuncumuz Afife Jale’nin yaşam öyküsünü kaleme almış. “Afife - Mavi Bir Melek” adlı kitapta ilginç bir yaklaşım denemiş Erkul. Müzikle romanı buluşturan romanın bölümlerine, o bölümün ruhunu yansıtan Türk Müziği makamlarının adlarını vermiş: Rast Peşrevi, Mahur Makamı, Buselik Makamı, Hüzzam Makamı. Son bölüm ise Batı Müziği’nden: A Minör Pentatonik Scala... Kitapta bu makamları ne amaçla kullandığını anlatıyor yazar; ben fazla ipucu vermeyeyim. Kitabın adındaki ‘mavi’ ise Erkul’un blues tutkusundan kaynaklanıyor.
Tiyatro tutkunu olup da Afife’yi tanımayan yoktur her halde. Sahnelerimize Müslüman kadınların çıkmasının yasak olduğu yıllarda bu cesareti gösteren ilk oyuncu Afife Jale’nin sahnede Ermeni kadın oyuncuları hayranlıkla seyredip onlar gibi sahnede olabilmek için hayal kurduğu günlerden Osmanlı’nın son günlerine uzanan bir yaşam öyküsü… İttihat Terakki yıllarında devam eden sahne yasağı, Dârülbedâyi’den kovuluş, İstanbul’un işgali sırasında Fransızların himayesinde sahnelen ‘Napolyon Bonapart’ oyununun Osmanlı askerleri tarafından basılması ve sahne yaşamının ilk yıllarında Afife’ye destek olan İbnürrefik Ahmet Nuri, Turgut Cemil, (yıllar sonra Tepsi soyadını alan) Burhanettin bey gibi kahramanlar… Sonrası, merakla beklediğimiz romanın ikinci cildinde…
MİLLİ SERVET YA DA DEVLET SANATÇISI
Sedef Ecer Paris’te Büyükelçilikte birlikte çalıştığımız yıllarda ailesinden, sinema anılarından pek söz etmezdi. Oysa, küçük bir kız çocuğu olarak pek çok Türk filminde oynamıştı. Yıllar sonra, Fransa’da dramaturg, senaryo ve oyun yazarı ve yönetmeni olarak esaslı bir kariyer sahibi oldu ve ilk kitabını yayınladığında büyük ilgi gördü. Libération romanı “bir kızın annesine olan aşkının ve nefretinin ilanı” olarak nitelendirildi. Sedef, “kaderimizi altüst eden üç darbe” ile başlıyor romanına; daha doğrusu annesinin yaşamını anlatmaya. Ünlü bir yıldız olan annesi ile gittikleri bir film galasının sabahı ülke 1960 darbesine uyanıyor. İkinci darbeden bir gece önce, bir Bakan ‘Milli Servet’ payesi (gerçeği ‘Devlet Sanatçısı’ olmasın?) veriyor anneye. Sen henüz altı yaşındasın. Ertesi sabah, 12 Mart 1971’de “paşaların yönetime el koyduğunu” öğreniyorsun. Baba tutuklanıyor ve kayıplara karışıyor. Bir daha onu hiç göremiyorsun…
Üçüncü darbe olduğunda on beş yaşındasın. Şehir Tiyatrosu’nda “Klitemnestra”nın başrolündeki anneni, sevgilisi gazeteci İshak ile birlikte seyrediyorsun. 12 Eylül 1980 sabahı televizyondan yükselen marşlarla uyanıyorsun… Roman bilinç akışı yöntemiyle bir geçmişe, bir bugüne dönüyor. “Sürgünü, savaşı, gücü, aşkı oynamış”, ölümsüzlüğe erişmiş bir annenin temaşa dünyasındaki maceralarını, sevgililerini -bu arada babayı öldürten bir politikacıyı- tanımakla kalmıyoruz, ülkenin karanlık geçmişine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz… Romandaki isimlerin gerçek hayattaki isimlerden farklı olduğu belli, ama olayların ne kadarı yazarın gerçek yaşam öyküsünden kaynaklanıyor doğrusu bilemiyorum. Belki de farklı yaşam öykülerinden izler var karakterlerde. Sedef Ecer özgün bir ses olarak giriyor edebiyatımıza. Sonraki kitaplarını merakla bekleyeceğim.
İNSANLAR VE KİTAPLAR
Neden iki haftadır biyografiler ve otobiyografiler üstünde duruyorum? Çünkü gelecek kuşaklara ilham kaynağı olacak yaşam öyküleri var yaratıcı insanlarımızın. Onları tanıma çabası, nicedir unuttuğumuz insani değerleri hatırlatacaktır bizlere. Günümüzde teknolojiye (ya da dinsel dogmalara) tapan kuşaklar yetişiyor dünyanın dört bir yanında. İnsanlığın kurtuluşunun yalnızca bilimle olmayacağına, sanatsız bir dünyanın 1984 dünyasından farkı olmayacağına inandığım için bunları söylüyorum.
Bugün ‘Dünya Okuma Yazma Günü’. Kitaplardan söz etmeyip de, neden söz edelim? Geçen hafta yazdığım gibi okurun en fazla ilgisini çeken türlerden biri biyografiler. Bazıları, otobiyografi, bazıları ise ‘Afife’ gibi biyografik romanlar. Otobiyografisini yazmayan sanatçıları konu alan kitaplar yazan yazarlara getirmek istiyorum sözü. Ama öncelikle, geçen hafta adını anmayı unuttuğum iki anı kitabını not etmeliyim: Müziğimizin usta seslerinden Tülay German’ın “Erdemli Yıllar” ve “Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu”… Ne yazık ki, anılarını yazan sanatçılarımızın sayısı fazla değil. Ama çok sayıda biyografik anlatı var onlar hakkında.
Osman Balcıgil’in “Yeşil Mürekkep: Bir Sabahattin Ali Romanı”, “Kızıl Çengi; Bir Cahide Sonku Romanı”, “Nefesi Tutku Olan Kadın: Afife Jale” ve “İpek Sabahlık: Bir Suat Derviş Romanı”, Füsun Özbilgen’in “Sana Tütün ve Tesbih Yolluyorum - Semiha Berksoy’un Anıları”, Dikmen Gürün’ün “Ateş Kuşu Semiha Berksoy” ve “Tiyatro Benim Hayatım - Yıldız Kenter’in Hayat Hikâyesi”, Feridun Andaç’ın “Türkan Şoray ile Yüz Yüze”, Atilla Dorsay’ın “Sinema ve Unutulmayanlar”, “O Güzel Atlara Binip Gidenler”, “Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im”, Tahir Yüksel’in “Karanlıktaki Işık Yılmaz Güney”, Zeynep Oral’ın “Tutku’nun Romanı: Leyla Gencer” sanatçılar üstüne yazılmış kitaplardan yalnızca birkaçı. Oral “O Güzel İnsanlar” ve “O Büyülü İnsanlar” adlı kitaplarında Nâzım Hikmet’ten Genco Erkal’a, Onat Kutlar’dan Ruhi Su’ya, Mehmet Ulusoy’dan Mengü Ertel’e pek çok sanatçımızın yanı sıra tanıdığı yabancı sanatçıların portrelerini yazdı. Hıfzı Topuz “Başın Öne Eğilmesin” adlı kitabında Sabahattin Ali’nin, “Paris’te Bir Türk Ressam”da Fikret Mualla’nın yaşam öykülerini konu aldı. Ressamlarımız içinde kitabı yapılanlar epeyce fazla. Çoğu büyük galerilerin, sanat merkezlerinin açtığı sergilere paralel olarak yayınlanan kitaplar genellikle değerli sanat eleştirmenlerin imzasını taşıyan inceleme kitapları. Usta yönetmenlerimiz üstüne yazılan kitapların sayısı da epeyce fazla. Yılmaz Güney ve Nuri Bilge Ceylan en fazla rağbet görenler. Müzisyenler üstüne kitapların sayısı da son yıllarda epeyce arttı. Bir başka yazıda onlara da değinmek niyetindeyim.
MÜZİĞİN VE SİNEMANIN USTALARI
Edebiyat ve sahne insanlarımız üstüne yapılan filmlere önceki yazılarımda değinmiştim. Müzik alanı ise -popülerliği nedeniyle olsa gerek- daha şanslı. Metin Erksan’ın Âşık Veysel’in yaşam öyküsünü anlattığı “Karanlık Dünya’dan bu yana pek çok biyografik film yapıldı müzisyenler üstüne. Yalnızca son birkaç yılda, Müslüm Gürses’ten Murat Göğebakan’a, Bergen’den Dilber Ay’a, Barış Akarsu’dan Neşet Ertaş’a, Cem Karaca’ya müzik dünyamızın yıldızlarının yaşam öyküleri beyazperdeye yansıtıldı (Ne yazık ki bazılarını sinemalarda görme olanağından yoksunuz, ailelerin açtığı davalar yüzünden). Çekilmesi planlanan Zeki Müren filmi de vasiyetini bıraktığı vakıflar tarafından engellendi. Serdar Kökçeoğlu, Deniz Yüksel Abalıoğlu, Hilmi Etikan, Didem Pekün - Barış Doğrusöz, Ümran Safter’in, Ümit Kıvanç’ın, Mehmet Eryılmaz’ın besteci ve müzisyenlerimizi konu alan filmleri sinemamızın önde gelen belgesel yapımları arasında. Sinema alanında da yakınlarda Tunç Başaran, Apturrahman Keskiner, Necip Sarıcı üstüne belgeseller yapıldı. Son iki filmin yönetmeni Mehmet Güreli şu günlerde yönetmen Biket İlhan üstüne bir belgeseli tamamlamak üzere.
Yılmaz Güney üstüne yerli ve yabancı yönetmenlerce yapılan belgeseller var. Şu sıralarda ise Yüksel Aksu kurmaca bir filmin hazırlıklarını yapıyor. Senaryo, Fatoş’un Güney hakkındaki kitaplarından yola çıkılarak yazılmış. Müjde Ar da annesi, popüler müziğimizin usta söz yazarı Aysel Gürel üstüne bir film yapmak için çalışmalarını sürdürüyor. Bunlar güzel haberler… Belki bir gün Orhan Kemal’in, Muhsin Ertuğrul’un, Adnan Saygun’un, Mehmet Güleryüz’ün (hafta içinde yitirdiğimiz sevgili dostumu, bu değerli sanat insanını anmak isterim bu vesileyle) yaşam öykülerini beyazperdeye taşımak isteyen sinemacılar da çıkar…
Bitirirken, tiyatromuzun ve sinemamızın usta oyuncusu Erkan Yücel’i 39. ölüm yıldönümünde anmak istiyorum. Tabi, Erkan hakkındaki belgeselin yönetmeni, bu yıl nisan ayında yitirdiğimiz yazar Mesut Kara’yı unutmadan… Yarın da, sevgili dostumuz Yılmaz Güney’in 40. ölüm yıldönümü. Onun hakkında sayısız kitap (yalnızca Türkiye’de değil dünyanın farklı köşelerinde) yazıldı; senaryolarının pek çoğu kitaplaştırıldı. Önermesi bizden, okuması sizden…