DİYARBAKIR NOTLARI: Kürdistan için oy istemek!
Emek ve Demokrasi Bloku bağımsız milletvekili adayı Leyla Zana seçmenlerinden destek isterken dedi ki: -Kürdistan için, gerilla için oy verin!...
Emek ve Demokrasi Bloku bağımsız milletvekili adayı Leyla Zana seçmenlerinden destek isterken dedi ki:
-Kürdistan için, gerilla için oy verin!
Anında dava açıldı.
Oysa Kürt siyasetçilerin muarızları her ağızlarını açtıklarında “bize” diyorlar:
-Esas fikirlerinizi açıklayın!
Kürt siyasetçileri de söylüyorlar. O zaman kıyamet kopuyor. Meclisten atmalar, ağır cezalık davalar, uzun hapislikler geliyor.
• • •
Tabii bunlar Kürtlerin “iyi” günlerinde başına gelenler… Bir de “kötü” günleri var: Doğrudan öldürülüyorlar!
Abartı olarak kendini kandırmak isteyenler Yüksek Seçim Kurulu’nun yarattığı yapay krize bakabilirler. Bismilli Halil İbrahim Oruç herkesin gözü önünde öldürüldü!
Bu açıdan bakınca anlıyorsunuz ki, Kürtlerin “iyi” günleriyle, “kötü” günleri arasında kalan zaman sınırı o kadar uzak değil.
Leyla Zana 1994’te Meclis’ten kovuldu. On bir yıl hapis yattı. Şimdi seçim meydanlarında olmasına bakarak “artık o günler geride kaldı” denebiliyor. Ama Bismil’den bakınca görüyorsunuz ki, o günler geride kalmamış. Kanlı zulüm dairesi, belirsiz kurşunlama genel müdürlüğü her an görevinin başında…
• • •
Leyla Zana Kürtlerin içinden geçenleri söylüyor. Şimdi denebilir ki, biz zaten biliyorduk, bunların böyle olduğunu… Bir de bu bakış açısının tersi var: Bu Kürtler ayrılacak, diye diye aklında olmayanların bile bunu bir alternatif olarak yerleştirdikleri gerçeği…
Çünkü eskiden Kürt coğrafyasında herkes PKK yanlısı değildi. Devlet ve yaygın medya inanmadı: Hayır, her Kürt PKK yanlısıdır!
Aradan 25-30 yıl geçtikten sonra ortada kalanlar, karşı olanlar baktılar ki, kendilerine kimse inanmıyor. Onların önünde tek alternatif olarak silahlı Kürt muhalefeti kalmış: Yani PKK!
....
“Ece Temelkuran’ı çok seviyoruz!”
DİyarbakIr’ın en eski işletmelerinden olan Aslan Otel’in sahibi Selahattin Aslan’ı ziyaret etmeden dönmek ayıp olurdu. Onun aktardığı küçük anekdotlar ünlü gazetecilerin köşelerinde kitaplarında yer alır. Geçen sabah Selahattin Aslan ile otelinde kahvaltı ederken kendisi gazetecilik ödüllerine eş bir değerlendirme yaptı:
-Biz bütün Diyarbakır, Ece Temelkuran’ı çok seviyoruz! Ne kadar güzel yazıyor bu kız… Vallahi helal olsun!
Gazetecilik ödülleri bazen büyük salonlarda, seçkin davetliler önünde, kameralar karşısında verilir, bazen de Anadolu’nun güzel bir kentinde hiç kimsenin izlemediği küçük bir kahvaltı masasında ve ödül sahibinin gıyabında…
İkincisi herkese nasip olmaz!
...
Taksilerde dolmuşlarda gerilla…
Diyarbakır’da bindiğiniz araçta çalan on türkünün sekizinin içinde veya nakarat bölümünde “gerilla” yer alıyor. Bu bir kültür birikimi oluşturmuş durumda. Nasıl oluşturmasın ki? 1984’ten bu yana çeyrek yüzyıl geçmiş. Her ailenin mezarlıkta bir veya birden çok evladı var.
Leyla Zana, “gerilla için oy verin” diyorsa bunun o topraklarda bir karşılığı vardır. Bunu ancak Diyarbakır’da ve çevre yerleşimlerinde bir süre yaşayarak anlayabilirsiniz.
Hem de çok hızlı biçimde…
Yeter ki, zaman ayırıp Diyarbakır’a uğrayın!
...
Diyarbakır’ın kesik damarları
Diyarbakır Havaalanı’ndan çıktığınızda sizi “kentin kalbi” olarak tanımlanan Bağlar semti karşılar…
Neden “kentin kalbi” deniliyor?
Çünkü Bağlar’da cadde ve sokakların tek hâkimi olan çocuklar, bütün toplumsal olaylarda baş roldedir. Diyarbakırlılar onlarla iftihar ediyorlar:
-Bizim küçük generallerimiz!..
Küçük generallerin semtine girdiğinizde bir başka olgu daha sizi yakalar: Yoksulluk!
Diyarbakır’da yoksulluğu bir “jöle” gibi hissedersiniz. Her yerinize yapışır bu kentte yoksulluk…
Yoksulluğun ikiz kardeşini her aileye “eşit şekilde” dağıtılan acılar oluşturur.
Bir haftadır Diyarbakır’da bu coğrafyanın damarlarını delik deşik eden bir insanlık suçunun belgeseli üzerine çalışıyoruz. 1991’de HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesiyle başlayan “Faili meçhul cinayetler” 1990’ların ilk yarısı boyunca “çılgın” bir tempo ile sürdü.
Bugün “resmi” kayıtlara (AİHM, İHD, Af Örgütü) geçen faili meçhul sayısı olarak 4563 rakamı telaffuz ediliyor. Bir de kayıtdışı cinayetler var!
Cinayetlerin tamamına yakını için yerleşik kanı var:
-Hepsini devlet yaptı!
Zaten faili meçhul kurbanlarının yakınları, (eşler-anneler-babalar-çocuklar) ayrıntılı olarak anlattıkları zaman kimsenin kıpırdayacak yeri kalmıyor.
Bu katliamın hiçbir iz bırakmaması mümkün olabilir mi?
Bir haftadır Diyarbakır’da çalışıyoruz. Bu kentte sanki sadece Barış ve Demokrasi Partisi’nin gireceği bir seçim yapılacakmış gibi hava esiyor.
Leyla Zana, Hatip Dicle, Emine Ayna gibi solun popüler isimleri seçim çalışmalarında ön sırada görünüyorlar. Tıpkı Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi… Eskiden bu isimler birbirlerine karşı olan siyasi partilerde yer alırlardı.
Şimdi hepsi aynı çatı altında…
Hangi çatı diye sorularsa, çok kısa yanıtı var:
-Kürt kimliği şemsiyesi!
Bu şemsiye bütün Diyarbakır’ı kaplıyor. Ona güç veren ise 1990’larda devlet tarafından kaba operasyonlarla örselenen yapı… Özetle ifade etmek gerekirse, yazının başlığına dönebiliriz:
-Diyarbakır’ın kesik damarları!
...
Kürt çocuklar ile babaları
DİyarbakIrlI gençlerle birlikteyiz… Bizim kamera asistanı Efe’nin baba-oğul hikâyelerini kahkahalarla dinleyen Kürt gençlerinden biri ertesi sabah yanıma gelerek şöyle diyordu:
-Nazım Abi iyi ki, Efe’yi de getirmişsin. Ne güzel şeyler anlattı. Biliyor musun, benim ve arkadaşlarım, hiçbirimizin babalarımızla öyle ilişkilerimiz olmadı. Bizim aklımızda hep babamın gözaltına alınışı, işkence edilmiş halde eve getirilişi ve avluda gözümüzün önünde ona işkence yapılması anıları var!!!
Bejan Matur’un “Dağın Ardına Bakmak” adlı yeni kitabındaki ilk röportajın başlığı Kürt gençleri için alternatif yaşamı da özetliyor:
-Babamın acılarına ettiğim tanıklık, beni dağa gönderdi!
....
Halkla bütünleşmek
Eskiden Diyarbakır’da işadamı, otel sahibi, turizmci, otobüs firması sahibi, manifaturacı, fırıncı, eczacı, muhasebeci gibi geçimini zorlanmadan temin edebilen kesimden kişilerle konuştuğunuzda şöyle derlerdi:
-Devlet bütün Kürtleri PKK’li gibi görüyor. Oysa biz PKK’ya karşıyız. Ama bunu anlatamıyoruz.
Şimdi bu durum değişmiş. Hali vakti yerinde bir işadamı şöyle dedi:
-Biz dağdakileri terörist olarak görmüyoruz ki! Onlar gerilla! Bu halkın çocukları! İmha edilmelerine karşıyız. Bir cenaze töreni bile yapamayacaksak, niye birlikteyiz diyoruz!
-Kürdistan için, gerilla için oy verin!
Anında dava açıldı.
Oysa Kürt siyasetçilerin muarızları her ağızlarını açtıklarında “bize” diyorlar:
-Esas fikirlerinizi açıklayın!
Kürt siyasetçileri de söylüyorlar. O zaman kıyamet kopuyor. Meclisten atmalar, ağır cezalık davalar, uzun hapislikler geliyor.
• • •
Tabii bunlar Kürtlerin “iyi” günlerinde başına gelenler… Bir de “kötü” günleri var: Doğrudan öldürülüyorlar!
Abartı olarak kendini kandırmak isteyenler Yüksek Seçim Kurulu’nun yarattığı yapay krize bakabilirler. Bismilli Halil İbrahim Oruç herkesin gözü önünde öldürüldü!
Bu açıdan bakınca anlıyorsunuz ki, Kürtlerin “iyi” günleriyle, “kötü” günleri arasında kalan zaman sınırı o kadar uzak değil.
Leyla Zana 1994’te Meclis’ten kovuldu. On bir yıl hapis yattı. Şimdi seçim meydanlarında olmasına bakarak “artık o günler geride kaldı” denebiliyor. Ama Bismil’den bakınca görüyorsunuz ki, o günler geride kalmamış. Kanlı zulüm dairesi, belirsiz kurşunlama genel müdürlüğü her an görevinin başında…
• • •
Leyla Zana Kürtlerin içinden geçenleri söylüyor. Şimdi denebilir ki, biz zaten biliyorduk, bunların böyle olduğunu… Bir de bu bakış açısının tersi var: Bu Kürtler ayrılacak, diye diye aklında olmayanların bile bunu bir alternatif olarak yerleştirdikleri gerçeği…
Çünkü eskiden Kürt coğrafyasında herkes PKK yanlısı değildi. Devlet ve yaygın medya inanmadı: Hayır, her Kürt PKK yanlısıdır!
Aradan 25-30 yıl geçtikten sonra ortada kalanlar, karşı olanlar baktılar ki, kendilerine kimse inanmıyor. Onların önünde tek alternatif olarak silahlı Kürt muhalefeti kalmış: Yani PKK!
....
“Ece Temelkuran’ı çok seviyoruz!”
DİyarbakIr’ın en eski işletmelerinden olan Aslan Otel’in sahibi Selahattin Aslan’ı ziyaret etmeden dönmek ayıp olurdu. Onun aktardığı küçük anekdotlar ünlü gazetecilerin köşelerinde kitaplarında yer alır. Geçen sabah Selahattin Aslan ile otelinde kahvaltı ederken kendisi gazetecilik ödüllerine eş bir değerlendirme yaptı:
-Biz bütün Diyarbakır, Ece Temelkuran’ı çok seviyoruz! Ne kadar güzel yazıyor bu kız… Vallahi helal olsun!
Gazetecilik ödülleri bazen büyük salonlarda, seçkin davetliler önünde, kameralar karşısında verilir, bazen de Anadolu’nun güzel bir kentinde hiç kimsenin izlemediği küçük bir kahvaltı masasında ve ödül sahibinin gıyabında…
İkincisi herkese nasip olmaz!
...
Taksilerde dolmuşlarda gerilla…
Diyarbakır’da bindiğiniz araçta çalan on türkünün sekizinin içinde veya nakarat bölümünde “gerilla” yer alıyor. Bu bir kültür birikimi oluşturmuş durumda. Nasıl oluşturmasın ki? 1984’ten bu yana çeyrek yüzyıl geçmiş. Her ailenin mezarlıkta bir veya birden çok evladı var.
Leyla Zana, “gerilla için oy verin” diyorsa bunun o topraklarda bir karşılığı vardır. Bunu ancak Diyarbakır’da ve çevre yerleşimlerinde bir süre yaşayarak anlayabilirsiniz.
Hem de çok hızlı biçimde…
Yeter ki, zaman ayırıp Diyarbakır’a uğrayın!
...
Diyarbakır’ın kesik damarları
Diyarbakır Havaalanı’ndan çıktığınızda sizi “kentin kalbi” olarak tanımlanan Bağlar semti karşılar…
Neden “kentin kalbi” deniliyor?
Çünkü Bağlar’da cadde ve sokakların tek hâkimi olan çocuklar, bütün toplumsal olaylarda baş roldedir. Diyarbakırlılar onlarla iftihar ediyorlar:
-Bizim küçük generallerimiz!..
Küçük generallerin semtine girdiğinizde bir başka olgu daha sizi yakalar: Yoksulluk!
Diyarbakır’da yoksulluğu bir “jöle” gibi hissedersiniz. Her yerinize yapışır bu kentte yoksulluk…
Yoksulluğun ikiz kardeşini her aileye “eşit şekilde” dağıtılan acılar oluşturur.
Bir haftadır Diyarbakır’da bu coğrafyanın damarlarını delik deşik eden bir insanlık suçunun belgeseli üzerine çalışıyoruz. 1991’de HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesiyle başlayan “Faili meçhul cinayetler” 1990’ların ilk yarısı boyunca “çılgın” bir tempo ile sürdü.
Bugün “resmi” kayıtlara (AİHM, İHD, Af Örgütü) geçen faili meçhul sayısı olarak 4563 rakamı telaffuz ediliyor. Bir de kayıtdışı cinayetler var!
Cinayetlerin tamamına yakını için yerleşik kanı var:
-Hepsini devlet yaptı!
Zaten faili meçhul kurbanlarının yakınları, (eşler-anneler-babalar-çocuklar) ayrıntılı olarak anlattıkları zaman kimsenin kıpırdayacak yeri kalmıyor.
Bu katliamın hiçbir iz bırakmaması mümkün olabilir mi?
Bir haftadır Diyarbakır’da çalışıyoruz. Bu kentte sanki sadece Barış ve Demokrasi Partisi’nin gireceği bir seçim yapılacakmış gibi hava esiyor.
Leyla Zana, Hatip Dicle, Emine Ayna gibi solun popüler isimleri seçim çalışmalarında ön sırada görünüyorlar. Tıpkı Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi… Eskiden bu isimler birbirlerine karşı olan siyasi partilerde yer alırlardı.
Şimdi hepsi aynı çatı altında…
Hangi çatı diye sorularsa, çok kısa yanıtı var:
-Kürt kimliği şemsiyesi!
Bu şemsiye bütün Diyarbakır’ı kaplıyor. Ona güç veren ise 1990’larda devlet tarafından kaba operasyonlarla örselenen yapı… Özetle ifade etmek gerekirse, yazının başlığına dönebiliriz:
-Diyarbakır’ın kesik damarları!
...
Kürt çocuklar ile babaları
DİyarbakIrlI gençlerle birlikteyiz… Bizim kamera asistanı Efe’nin baba-oğul hikâyelerini kahkahalarla dinleyen Kürt gençlerinden biri ertesi sabah yanıma gelerek şöyle diyordu:
-Nazım Abi iyi ki, Efe’yi de getirmişsin. Ne güzel şeyler anlattı. Biliyor musun, benim ve arkadaşlarım, hiçbirimizin babalarımızla öyle ilişkilerimiz olmadı. Bizim aklımızda hep babamın gözaltına alınışı, işkence edilmiş halde eve getirilişi ve avluda gözümüzün önünde ona işkence yapılması anıları var!!!
Bejan Matur’un “Dağın Ardına Bakmak” adlı yeni kitabındaki ilk röportajın başlığı Kürt gençleri için alternatif yaşamı da özetliyor:
-Babamın acılarına ettiğim tanıklık, beni dağa gönderdi!
....
Halkla bütünleşmek
Eskiden Diyarbakır’da işadamı, otel sahibi, turizmci, otobüs firması sahibi, manifaturacı, fırıncı, eczacı, muhasebeci gibi geçimini zorlanmadan temin edebilen kesimden kişilerle konuştuğunuzda şöyle derlerdi:
-Devlet bütün Kürtleri PKK’li gibi görüyor. Oysa biz PKK’ya karşıyız. Ama bunu anlatamıyoruz.
Şimdi bu durum değişmiş. Hali vakti yerinde bir işadamı şöyle dedi:
-Biz dağdakileri terörist olarak görmüyoruz ki! Onlar gerilla! Bu halkın çocukları! İmha edilmelerine karşıyız. Bir cenaze töreni bile yapamayacaksak, niye birlikteyiz diyoruz!