Google Play Store
App Store
Dizide öldürülenleri tiyatroda yaşatıyor
Işıl Kasapoğlu (Fotoğraf: Muhsin Akgün)

Işıl ÇALIŞKAN

Ahşap bir sahnenin üzerinde, ışıkların ve perdelerin büyülü dansı eşliğinde 45 yıl boyunca hikâyeler anlattı Işıl Kasapoğlu. Yepyeni dünyalara pencereler açtı, duyguların en derin köşelerine uzanan köprüler kurdu. Alkışların, kahkahaların, gözyaşlarının, hüzünlerin, isyanların ve sevinçlerin yaratıcısıydı o. Sahne olmasa da, insanlar olmasa da o anlatmanın bir yolunu bulurdu. Çünkü o, iflah olmaz bir hikâye anlatıcısıydı. Varoluşunun temelinde bu tutku yatıyordu. Bir gölge gibi, perdenin arkasında kalmayı tercih etti hep.

Türk tiyatrosuna 150’yi aşkın eser bırakan Işıl Kasapoğlu, ilk kez perdenin önüne çıkıyor ve anılarını, tutkusunu ve yarattığı büyülü dünyaları seyirciyle paylaşıyor. Bu kez kahramanımız o.

Netflix’te yayınlanan Genco Erkal, Yıldız Kenter gibi Türk tiyatrosuna yön veren usta isimlerin belgesellerinin yapımcılığını üstlenen ENKA Sanat, şimdi Işıl Kasapoğlu belgeseli ile seyirciyle buluşuyor. Yönetmenliğini Selçuk Metin’in, proje danışmanlığını Serkan Keskin’in üstlendiği Anlatmadan Yapamam isimli belgesel, Kasapoğlu’nu çocukluk yıllarından başlayarak kurduğu tiyatro kariyerine tanıklıklar, arşiv belgeleri ve elbette Kasapoğlu’nun kendi anlatımları ışığında ele alıyor. Belgeselde kimler yok ki! Tilbe Saran, Selçuk Yöntem, Bülent Emin Yarar, Serkan Keskin, Tansu Biçer, Sarp Aydınoğlu ve Tardu Flordun… Anlatmadan Yapamam belgeseli yalnızca Işıl Kasapoğlu’nun portresini çizmekle kalmıyor, Türkiye’de tiyatro yapmanın zorluklarını da gözler önüne seriyor.

ACISIYLA TATLISIYLA “IŞIL HOCA”YLA ANILAR

Kasapoğlu’nun tiyatro ve deniz tutkusunu buluşturan belgeselde maviliklere açılan 70 yıllık bir yaşamın inişlerine ve çıkışlarına tanıklık ediyoruz. Kasapoğlu’nun olmazları oldurduğu tiyatro aşkı, en çok çalışkanlığı ve idealizmiyle yansıyor beyazperdeye. Çıkarılan oyunların yaratım süreci bir yana “Işıl Hoca” ile çalışmanın –acısıyla tatlısıyla– inceliklerine tanıklık ediyoruz belgeselde.

“Bir amacın varsa bütün hayatı güzel yaşayabilirsin. Yeter ki güzel amacına ulaşmak için çabala…” Edebiyata olan tutkusunu her fırsatta dile getiren Kasapoğlu, tıpkı Jean-Paul Sartre’ın bu sözü gibi yaşıyor hayatı. “Ben dünyayı değiştirmek için tiyatro yapıyorum” diyor Kasapoğlu, bu uğurda önce dünyayı sonra da Türkiye’yi karış karış geziyor. Ama onun kariyeri için dönüm noktası olan 4 şehir var. Paris, Diyarbakır, Ankara ve Kocaeli. Kasapoğlu’nun serüvenindeki 4 şehirde keyifli bir yolculuğa çıkaran belgeselde ben sizleri sürprizleri kaçırmadan iki şehre götüreceğim. Paris ve Diyarbakır.

Hayatına dokundukları kadar onun hayatına dokunanlar da bir o kadar anlamlı. 16 yaşında Galatasaray Üniversitesinde okurken Onat Kutlar’la tanışıyor ve hayatı değişiyor. Lafın gelişi değil sahiden hayatı değişiyor. Kasapoğlu, Onat Kutlar’ın aracılığıyla Fransız Kültür Merkezi Bursu ile Sorbonne’da eğitim alıyor. Kasapoğlu’nun idealizmi burada başlıyor ve artarak günümüze kadar geliyor. Paris’te kurduğu Theatre a Venir adlı tiyatroda oyuncularının kaşesini ödeyebilmek için kırmızı Citroën arabasını evindeki televizyonunu ve ansiklopedilerini satıyor. Hikâye acıklı gibi başlasa da mutlu sonla bitiyor, inancı ve başarısı onu Avrupa’nın her köşesinden seyirciyle buluşturuyor.

’90’lı yıllar… Kasapoğlu Türkiye’ye dönmeye karar veriyor. Devlet Tiyatrolar’ında çalışmaya başlayan Kasapoğlu’nun ilk adresi Diyarbakır. Macbeth’le sahnede Kasapoğlu. “İyi kötüdür kötü de iyi” temasının vurgulandığı oyunda kral olma yolundaki ‘Macbeth’in içsel yolculuk travmaları anlatılıyor. Anlatılıyor diyorum çünkü klasik bir Macbeth performansı olmadığı aşikâr. Bu Macbeth, Diyarbakır’ı ayağa kaldırıyor ve biletler üç hafta öncesinden tükeniyor. O dönem çocuk seyirci olan ve oyunun etkisiyle tiyatrocu olmaya karar veren bir oyuncu da izlenimleriyle renklendiriyor belgeseli. Bu üç yıllık serüven yalnızca seyirciler için değil oyuncuları da unutulmaz kılıyor. Türkiye’nin önemli oyuncuları Bülent Emin Yarar, Yetkin Dikinciler, Tülay Günal, Hakan Özgömeç, Erdal Beşikçioğlu ve nicesi oradan yetişiyor.

Işıl Kasapoğlu’ndan bahsetmişken hâlâ faaliyetini sürdüren Semaver Kumpanya’dan söz etmeden olmaz. Bundan 22 yıl evvel boyasından badanasına oyuncuların kendi çabalarıyla Kasapoğlu’nun önderliğinde kurduğu tiyatro sahnesi… Oyuncuların “neyimiz var neyimiz yok orası için el koydu” dediği sahne, tam tiyatronun doğasına uygun olarak kolektif bir biçimde yaşıyor ve yaşatılıyor. Oyuncuların evlerinden getirdikleri koltuğu, kitapları, sobasıyla harabelikten tiyatroya dönüşüyor Semaver Kumpanya. İstanbul Kocamustafapaşa’da yer alan tiyatroyu mahalleli de evi bilmiş. Öyle ki Semaver Kumpanya’nın ışıkçısı, bazı oyuncuları o mahallede gençliklerinde prova izleyen çocuklardan oluşuyormuş. Bir zamanlar, imkânsızın gölgesinde filizlenen bir hayalin tiyatro sahnesiyle karşılık bulmasına şahitlik ederken duygulanmamak elde değil.

Kasapoğlu’nun prensiplerinden biri, belki de en önemlisi, dizi oyuncularıyla çalışmamasıymış. Bu tavrın arkasında yatan sebep ise Türk dizilerine olan kızgınlığı. Dizilerin dayattığı yapay ve şiddet dolu yaşam tarzına karşı bir isyan bu.

Kasapoğlu, dizilerin toplumda yarattığı tahribata şu sözlerle dikkat çekiyor: “Diziler yüzünden herkes birbirini öldürüyor artık. Çünkü ona alıştırdılar bizi. Türkiye o hale geldi.” Bu umutsuz gibi görünen sözlere rağmen pes etmiyor. En yakın arkadaşlarının bile dizilerdeki şiddet ve nefret sarmalında kaybolduğunu üzülerek dile getiriyor. Fakat bu karanlığın içinde bile umut buluyor. Dizilerle öldürülenleri tiyatroyla yaşattığı oyunlarla toplumun yolunu aydınlatıyor.

Sen çok yaşa ve yaşat Işıl Kasapoğlu…