AKP’nin piyasacı mantığı, İstanbul’dan Hatay’a veya yurdun her tarafındaki deprem riski altındaki yörelerdeki tüm bina ve altyapı inşaatlarına egemen oldu. Depremlerin hemen sonrasındaki kurtarma-destek faaliyetleri sırasında bile geçerli oldu.

Doğal afet mi siyasi felaket mi?
AKP’li Kurtulmuş ve Ali İhsan Yavuz HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcoğlu’na ittifak ziyaretinde bulundu. (Fotoğraf: AA)

Oğuz OYAN

Kahramanmaraş depremlerinin yol açtığı yıkımın yaygınlığı ve yol açtığı kayıpların (resmî veya gerçek sayılarla) büyüklüğü gerçekten de çok büyük bir afete karşılık geliyor. Yüzyılda değil ancak yüzyıllar boyunca benzerine rastlanabilecek şiddette bir ikiz deprem yaşandı. Bu, tartışılmaz bir gerçeklik. Tartışılmaz olan, depremin büyüklüğü ve şiddetinin emsalsiz oluşu. Tartışılır olan ve tartışılması gereken ise, yol açtığı yıkımın ve can kaybının “kaçınılmaz” olarak sunuluşu. Bunu ister “yüce gücün gazabı”, ister doğal süreçlerin sonucu bir “asrın afeti”, isterse “kaçınılmaz kader veya yazılmış yazgı” üzerinden açıklamaya kalksınlar, siyasi iktidarın temsilcileri sorumluluklarından kurtulamazlar.


Bu bölgede çok şiddetli bir depremin çok yakın tarihlerde beklendiği bizzat AFAD’ın 2021 yılı raporunda bütün açıklığıyla yazılmış ve acilen alınması gereken önlemler açıkça ifade edilmişken, buna karşı deprem öncesinde hiçbir önlem almamanın mazeretini üretemezler. 1999 Depremi’nden hiç ders almamış olmanın gerekçesini yazamazlar. Doğal süreçlere meydan okurcasına fay hatlarına, ovalara, kurutulmuş göl havzalarına, tarım arazilerine inşaat yapmanın, bu inşaatları dahi denetlememenin, yükseklik sınırlamalarına uymamanın, insana değil ranta öncelik vermenin hesabını veremezler. Yüz bini aşkın canın kendi cehalet ve açgözlülüklerine göz göre göre kurban edilmesinin siyasi ve hukuki yükümlülüğünden kurtulamazlar.

Deprem sırasındaki ve hemen sonrasındaki gecikmelerinin, ellerinin altındaki askerî güçleri sahaya hemen sürmemenin, örgütsüzlüklerinin, koordinasyonsuzluklarının, kurtarılabilecek binlerce canı ölüme terk etmenin vebalinden kurtulamazlar. Sahra hastanelerini, çadır ve konteyner yerleşimlerini zamanında, yeter sayıda ve doğru zeminlere (deprem toplanma alanları olarak önceden ayrılmış ve donatılmış olan alanlara) yapamamanın sorumluluğunu perdeleyemezler. Derme çatma çadır kentlerinin depremden 40 gün sonra sel baskınlarında kullanılamaz hale gelmesini ve yeni can kayıplarının yaşanabilmesini, hiçbir mazerete sığınarak açıklayamazlar. Depremin hemen sonrasında ciddi bir kurumsal örgütlenmeyle önlenebilir can kayıplarının siyasi sorumluluklarını üzerlerinden atamazlar. Tanrı’nın arkasına hiç sığınamazlar.

Deprem sonrasında iyice kabaran rant iştahlarıyla, iki yıldır gerileyen inşaat piyasasını yeniden canlandırmak, giderayak –derin ortaklıkları olan– kendi sermaye takımlarını yeniden ihya etmek ve seçmenlerin gözünü boyamak üzere tarım alanları üzerinde alelacele giriştikleri on binlerce konutu kapsayan yeni ihale-inşaat düzenekleriyle hiçbir hatadan ders almayacaklarını bir kez daha kanıtlamak peşindeler… Bunun da vebali büyüktür.

PİYASACI MANTIKLA NEREYE KADAR?

Liberal-siyasal İslamcı iktidar, neoliberalizmi her türlü kural koyucu regülasyonundan da arındırarak tam bir keyfilikle uygulayarak yol almak istiyor. Bu “ultra-liberalizmin” adına belki şark-liberalizmi denilerek Batı tarzı uygulamalardan ayırt edilebilir. Erdoğan ne demişti? “Benim bir lafım var biliyorsunuz: Devleti şirket gibi yönetmek; bunu başarırsak netice alırız.” Kahramanmaraş’ta çöken aslında bu sınır tanımaz piyasacılıktı. Ama otoriter-piyasacı dinci siyaset bu gerçeği kabullenirse kendini inkâr edeceğini düşünüyor olmalı; haklı olabilir, dolayısıyla sonuna kadar bu yolda direnecek görünüyor.

AKP’nin piyasacı mantığı, İstanbul’dan Hatay’a veya yurdun her tarafındaki deprem riski altındaki yörelerdeki tüm bina ve altyapı inşaatlarına egemen oldu. Depremlerin hemen sonrasındaki kurtarma-destek faaliyetleri sırasında bile geçerli oldu. Yakınlarını kepçe-vinç kiralayarak (AFAD ve diğer yetkililerden izin alabilirlerse) kurtarmaya çalışan insanların sayısı, birçok yerde, devlet yardımı alanlardan daha fazla olabildi. Kızılay’ın çadır satması vs aslında iktidarın kurumlara giydirdiği “arpalık modeli”ni bilenler açısından şaşırtıcı değildi, ama toplumda şok etkisi yarattı; bu nedenle, AKP’nin ipliğini pazara çıkarmak açısından çok iyi oldu.

Bütün bunlar aslında iktidardaki piyasacıların başka türlü düşünememe/davranamama sendromunun da sonuçları. İktidar şimdi deprem sonrasında da piyasacı yaklaşımının depremzedelerde revaç görebileceği üzerine oynuyor: “Binayı kaybettiniz bari arsayı kurtarın”(!) şeklinde özetlenebilecek bir mantıkla iktidarın önerdiği şey, depremzedelere, “mal canın yongasıdır; kaybettiğinizden daha fazlasını size kaybettirecek olan muhalefet yöntemlerine itibar etmeyin; muhalefet ipe un serecek, bilim-mühendislik şu bu diyecek, ova yerine yamaçları tercih edelim deyip sizi yüksek arazi rantına sahip olduğunuz şehir merkezlerinden uzaklara/çeperlere sürecek” şeklinde özetlenebilecek örtük bir tehditten başka bir şey değil. Toplumun kısa/orta vadeli çıkarını uzun vadeli çıkarına/güvenliğine tercih edeceği varsayımı üzerine kurulu. Bunun alıcısı hiç olmaz değil. Ama bu defa tam teşhir olmuş bir iktidar ve inşaatçı tayfası söz konusu.

Kendisi bizzat bir siyasi felakete dönüşmüş bulunan bu iflah olmaz iktidarın doğrudan/dolaylı olarak sebep olduğu görünür-görünmez tüm toplu katliamların siyasi faturasını ödemekten kurtulamamasını sağlamak önümüzdeki dönemin öncelikli siyasi hedefi olmak zorundadır.

SİYASİ FELAKETTEN FELAKET İTTİFAKINA

Bu denli bir siyasi felakete dönüşmüş, seçmen gözünde bu denli irtifa kaybetmiş, hukuki ve siyasi sicili bunca kabarmış, siyaseten ve ahlaken bu kadar çürümüş ve yozlaşmış bir siyasi hareketin koltuğuna tutunabilmek için her türlü kötücül senaryoya ve ittifaka açık olabileceğini hesaba katmak gerekir. Bu senaryolar arasında seçim sonuçlarını çarpıtmak, kazanmış gibi yaparak seçimleri çalmaya çalışmak, vs şimdiye kadar denediği (2015, 2017, 2019) yöntemler bakımından bilinmiyor değil. İktidarın şimdiden seçim sonuçları lehineymiş gibi düzmece anket sonuçları yayınlayarak siyasi iklimi hazırlamaya çalışması da bu yöntemi dışlamadığının işaretlerindendir. Bunlara karşı tam teyakkuz halinde olmak gerekir. En iyi yanıt da aradaki farkı –çalınamayacak seviyeye kadar– büyütmek olacaktır. Nitekim bu defa muhalefet güçlerinin başarılı olacağının tüm belirtileri ortaya çıkmış durumdadır. İktidar, depremi olduğundan/olabileceğinden çok daha büyük bir afete dönüştürerek kendi sonunu da adeta kesinleştirmiştir.

İşte böyle bir çaresizlikte şeytanla bile ittifak yapabilmeye teşne duruma gelmiştir. Aslında kendi ideolojik kaynaklarıyla örtüşür nitelikte olan, ama Türkiye’de dinci terörün baş simgesi olmayı da tam anlamıyla hak etmiş bulunan Hizbullah terör örgütü ile bağlarını gizleme gereği bile duymayan Hüda Par ile ittifak arayışı tam da bunun uzantısındadır. Sevgili Fatih Yaşlı’nın 15.03.2023 tarihli Sol Gazete’de “İlim Kitabevi’nden Meclis’e Hizbullah” başlıklı yazısında belirttiği gibi “Türk-İslam sentezci bu iktidara Kürt-İslam sentezci bir siyasal şiddet yapılanması olan Hizbullah da HÜDA-PAR adıyla dâhil olmuştur”. AKP iktidarının Hizbullah-severliği gene oy uğruna Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın katilleri olan Hizbullahçıların dahi salıverilmesi olayında ortaya çıkmıştı zaten.

Ne diyelim, bu izdivaç Cumhur ittifakına pek yakışmış görünüyor. Bu ittifak gerçekten de iktidarın ilkesizliğini göstermiyor; çünkü ittifak ekonomik çıkar, din sömürüsü ve Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine düşmanlık gibi önemli birleştiricilere sahip ve bunlar üzerinde ortaklaşmaları hiç de zor olmuyor. MHP ile BBP ise zaten iktidara yapışmak dışında ilke tanımıyor. Öte yandan Hüda Par’la ittifak iktidarın sadece çaresizliğini göstermiyor; bu aynı zamanda bir gözü karalık ifadesi oluyor. İktidarın kendi dar dinci kökenine geri çekilme harekâtının yeni bir adımını oluşturuyor.

Muhalefet güçlerinin bundan rahatsızlık duymaları için hiçbir neden yok. İktidarın kendi gerçek yüzünü teşhir etmeye mecbur kalması siyasetin ve siyaset-sermaye ilişkilerinin netleşmesine ve iktidarın oy tabanının iyice daralmasına hizmet edecek. Hoş geldin yeni Türkiye!