Doğan Duru BirGün’e konuştu | 20 yıllık savaşçı: Redd
Türkçe rock müziğin en önemli gruplarından Redd 20. yaşını kutluyor. Işıl Işıl Sahne’ye konuk olan vokalist Doğan Duru, “Redd, savaşçı bir karaktere sahip. Eskiden gruplar arasında da korkunç bir mücadele vardı. Hep bel altı vuruşlar içeren bir mücadeleydi, ama tabii dinleyici bunu görmüyordu” dedi.

Işıl Çalışkan
“Güzel bir özgürlük var bu gece / İçimde ve dışımda / Don Kişot olsun ismim bu gece / Rüzgârlara savaş açalım…” Türkçe rock grubu Redd’in “Don Kişot” şarkısındaki bu dizeler, grubun sanatsal yönünü olduğu kadar hayata karşı duruşunu da yansıtıyor. Tıpkı Cervantes’in karakteri gibi, serüvenin başından itibaren yerleşik kalıplara, sessizliğe ve müziğin ticarileştirilmesine karşı bir yol izlediler. Politik tavırlarını popüler beklentilere göre şekillendirmediler.
Yirmi yılı geride bırakan Redd, sözünü esirgemeyen, üretimi bir ifade ve direnç biçimi olarak gören bir anlayışı başından beri sürdürüyor. Bu süre boyunca zamansız şarkıları ve dik duruşuyla ortak bir hafıza inşa ettiler. Şimdi, 20. yıla özel hazırladıkları kadın sanatçıların eserlerine odaklanan Kadın projesiyle ve Redd senfoni konserleriyle dinleyiciyle buluşuyorlar. Grubun vokalisti Doğan Duru’yla geçmişi, bugünü ve müziğin dönüştürücü gücünü konuştuk.
Aslında hem şarkılarına yansıtıyorsun hem de sözünü sakınmayan bir sanatçısın. Bunun nasıl bir bedeli var Türkiye’de?
Zemin gerçekten o kadar kaygan ki söz sakınmak diye bile düşünmüyorum artık. İnsan kendini ifade etmeli. Ya tamamen görmezden, duymazdan geleceksin; tamamen izole olacaksın. O zaman da sanat yapamazsın. Başka bir meslek yapılabilir ama sanatçı olabilmek için kendini ifade etmen gerekir. İfadenin estetik yöntemleri var. Onlarla bir şarkıda yazabiliyorsun, bir röportajda belli ediyorsun. Ama hiç suskun olmadık. “Sözümüzü sakınmadık” demeyeceğim ama “ne düşünüyorsak onu söyledik” diyebilirim.
Sanatçı olmanın bir sorumluluğu var diyorsun aslında.
Evet var. Aslında insan olmanın bir sorumluluğu var. Sonra sanatçı olmanın bir sorumluluğu var. Kimi de “sen çok konuşma, müziğini yap” diyor mesela. Tabii o da bir bakış açısı. Ama herkes her şeyi anlamakla sorumlu değil zaten.
Çocukluğunda müzik hayatının neresindeydi?
Benim çocukluğum müzikten çok uzak geçti. Hatırladığım kadarıyla evde ilk müzik çaların olduğu zaman lisenin ortalarıydı. Radyo vardı ya da arabada teyp falan. Ama evde bir müzikçaların olduğu zaman, çift kasetçalarlar moda oldu Türkiye’de. İlk o zamanlar daha çok müzik dinlemeye başladık. Müziği icra etme konusuna gelince aşağı yukarı lise sona kadar pek onlarla uğraşmadık. Daha çok spor yapıyorduk biz. Liseden sonra gitarımız oldu. Güneş gitar çalmaya başladı, ben de söylemeye başladım. Zaten birimiz söyleyecektik, birimiz çalacaktık.
Opera okudun, İstanbul Operası’nda da bir dönem çalıştın. Oradaki kırılma noktası ne oldu? Seni vazgeçiren ne oldu?
Ben konservatuvarı bitirdikten sonra yüksek lisansı solist olarak tamamladım. Sonra İtalya’ya gittim, şansımı orada denemek için… İtalya’da burs kazandım, orada birtakım hocalarla çalıştım. Sonrasında İspanya’da söyledim, Almanya’da da söyledim. İstanbul Operası’nın sınavı açıldı; aslında pek girmek istemiyordum. Türkiye’de bu işi yapmak da istemiyordum, Türkiye’ye dönmek de istemiyordum. Ama şan hocam, kendi ekolü devam etsin diye, “İlla bu sınava gir, tecrübe olur” dedi. Sonrasında sınava girdim ve solist olarak kazandım. Ailem de zaten burada olmamı istiyordu. Güneş de İngiltere’ye yüksek lisans yapmaya gidecekti. Ama bir sene dayanabildim. Çünkü sanat ortamının kokusunu iyi almışım. İstediğimi yazamayacaktım, istediğimi söyleyemeyecektim. Sanatla ilgisi olmayan bir yapı gördüm; hâlâ öğrenciymişsin gibi davranan, iktidar mücadelesi içindeki sözde sanatçılar gördüm. Oysaki onlar sanatçılığı bırakıp koltuk peşinde koşan insanlardı. Sonrasında buradan istifa edip Almanya’ya gittim. Birinci sınıf bir operayı kazandım orada, ama tam o sırada Redd için bir teklif geldi. Ya Almanya’ya gidecektim ya da Türkiye’de kalıp müzikal kariyerimize devam edecektik. Ben de o noktada yorumcu kimliğimi noktaladım ve üretici kimliğime geçiş yaptım.
Redd 20 yaşında. Geriye dönüp baktığında ne görüyorsun?
Çok zorlu süreçlerdi. Herkes aynı motivasyonla başlasa da, aynı enerjide devam edemez. En basit ilişkilerde bile insanlar bunu tecrübe edebilir. 20 yıl evli kalmak gibi diyebilirim. İnsanız sonuçta; duygusal bir dünya… Hiçbir zaman işin ticari yönüne bakmadık. Ticaret kısmı, “Nasıl hayatımızı sürdürürüz? Nasıl bir sonraki albümü yaparız? Nasıl bir sonraki video klibi çekeriz?” gibi sorularla sınırlı kaldı.
Redd’i 20 yaşında bir insan olarak hayal edersen, nasıl bir karakteri var?
Aslında 20 yaşının asiliği hâlâ mevcut. Redd, savaşçı bir karaktere sahip. Çok mücadele ettik. Bizim sektör eskiden çok küçüktü. Dijital platformlardan sonra bağımsız müzik yapılabilir hale geldiğinde sanatçı için biraz daha kolaylaştı, ama eskiden bir plak şirketi size albüm yapmadığı zaman albümünüz olamazdı. Zaten 6 tane plak şirketi vardı. Bir iki tane de rock grubu… Çünkü pop müzikten para kazanılıyordu. Gruplar arasında da korkunç bir mücadele vardı. Hep bel altı vuruşlar içeren bir mücadeleydi, ama tabii dinleyici bunu görmüyordu. Biz geç başlamamıza rağmen iyi şeyler yaparken, önümüze engeller ve duvarlar çıkıyordu. Bugün çok konuşulan Mabbas (Murat Abbas) karakteri de tuğlalardan bir tanesiydi. Herkes gerçek kimliğini zaman içerisinde gösteriyor diye düşünüyorum.
20. yıla özel bir Kadın albümü yapıyorsunuz. Özellikle kadın müzisyenlerin eserlerini seçme sebebinizin arkasında ne yatıyor?
Doğrusu, eğer böyle bir daraltmaya gitmeseydik benim ses aralığım da geniş olduğu için bu “cover” dünyası çok daha genişleyecekti. Çünkü biz şu âna kadar sadece bir tane Bülent Ortaçgil cover’ı seçtik: “Çığlık Çığlığa”. Bir daha da yapmadık. Müzikal kariyerimizi bir cover üzerine inşa etmedik. Buna da karşıyım; kendi yolumuz, kendi kariyerimiz bir noktaya gelsin istedik. Bizim 20. yılımızda hiç cover’la uğraşmadık. Türkiye’de kadına şiddet, kadının ötekileştirilmesi, sanki ikinci sınıf bir canlıymış gibi muamele görmesi… Her koşulda her şeyi kadın üzerinden konuşan erkeklerin varlığı, bu bağlamda kadın seslerini, kadın yorumcularını ve kadın bestecilerini seçmemize neden oldu. Bu yüzden albümün adını Kadın koyduk. Tabii hepsini yapamayacağız, belli isimleri seçtik. En sonuncusu Şebnem Ferah’tı. “Bu Aşk Fazla Sana” şarkısını yaptık. Sonrasında Ali Kocatepe’nin bestelediği ama Nükhet Duru’dan bildiğimiz “Ben Gene Sana Vurgunum” şarkısını söyleyeceğiz. Daha sonra bir Ajda Pekkan şarkısı seslendireceğiz. Bizim için de çok eğlenceli oluyor. Daha önce yaptığımız single’lardan bir albüm çıkacak ve onu plak olarak yayınlayacağız. Herhalde haziran ortası gibi… Onun haricinde senfoniyi de çıkaracağız. Hem videosunu çekmiştik hem kaydetmiştik. Onlar yayınlanacak. Bu kadın single’ları arasında zaman zaman kendi şarkılarımız da devam edecek. 2026’ya kadar 20. yıl kutlamaları sürecek. Çok fazla proje çıkacak dolayısıyla. Kadın albümüne 4-5 tane daha cover eklenecek, sonrasında onu da plak yapmayı düşünüyoruz.
Şebnem Ferah şarkıyı dinledi mi?
Şebnem şarkıyı dinledi tabii. Çok beğendi, “Ne kadar güzel söylemişsin!” dedi. Galiba öpücüklü kalp yolladı.
Aynı sahnede bu şarkıyı söyler misiniz? Herkes bunu merak ediyor. Şebnem sahnelere geri dönecek mi?
Şebnem Ferah, dinleyicilerinin istediği gibi biz de istiyoruz. Ama dönüp dönmeme kararı tabii ki ona ait. Hiç bu konu hakkında konuşmadım açıkçası. Keşke dönse… Döndüğü zaman kiminle şarkı söyleyeceğini o bilir tabii. Bizimle de söylerse biz de söyleriz. Ama çok uzun zaman oldu; neden sahneden uzaklaştığını da bilmiyorum, döner mi onu da bilmiyorum. Ben yakın zamanda dönebileceğini düşünüyorum. Bu olaylar olmasaydı –İBB soruşturmaları vs– belki daha erken olacaktı. Hiçbir fikrim yok. Bir bağı var mı yok mu, ama sanki öyle hissediyorum.
Yeni bir kitap çıkardın: Tanrım Pardon Der Misin? Buradaki şiirler neden şarkı olmadı? Ayrımı neye göre yapıyorsun?
Bu kitabı 4 yıl önce yazdım, bitirdim. Zaten bir iki tanesi şarkı oldu. Şarkı formuyla şiir arasında çok fark var. Şiir, daha özgür kaldığın bir alan. Kitapta da tek bir stil peşinde koşmadım. Bir kavramsallığın içinde durmaya çalışmadım. Aklıma ne geldiyse o şekilde yazdım. Şarkısını yapmadığım o kadar çok söz var ki elimde. İki üç tane daha şiir kitabı çıkar. Ama onlara “şiir” diyeceğiz tabii; “şarkı sözü” de denebilir. Aslında bütün derdim bu kitabı çıkarmaktı. “Bir kitapçının rafında benim kitabım var” diyebilmek… Dolayısıyla yeni bir şey çıkarayım motivasyonu olsun istedi.
Not: Tamamı bu akşam saat 20.00 itibarıyla BirGün TV’de yayınlanan Işıl Işıl Sahne programında izlenebilir.


