Doğasına aykırı işler…
Başlığı şu “fıtrat” lafından kurtulmak için yazdım
Başlığı şu “fıtrat” lafından kurtulmak için yazdım. Dile hâkim olan dünyaya da hâkim oluyor ya, “bu işin fıtratında var” diyenleri bazen makaraya sarmak için de “fıtrat” falan derken, karşı çıktığımız dünyanın dili bizi de ele mi geçiriyor ne?
Memlekette kendi doğasına aykırı o kadar çok şey yapılıyor ki… Dahası, bu doğasına aykırı işleri doğal bulanlar oluyor. Tükenişin başladığı yer orası işte!
Cumhurbaşkanlığı seçiminin hayhuyu içinde belki de yeterince dikkat çekmedi; bir bavulcu “gazeteci” kısa süreliğine gözaltına alınıp bırakıldı. Gözaltına alınmadan, belli ki epeydir böyle bir şey bekliyordu, elinde yeri yerinden oynatacak belge bilgi olduğunu, bunları bir “flash diske” zulaladığını, içeri atılırsa o zulayı patlatacağını söylemişti.
Tutuklanınca da aynı kafada bir başkası, Polis Akademisi hocalığını da konuşturarak, “M.Baransuyu iceriatamazlar.çünkü. ** gibi korkuyorgoril ondan.elindeki belgeleri açıklayacak olursa,yürütmeside yargısıda kaçacakdelik arar” diye cıvıldadı.
Artık bavulcuların, bavulun ciddiye alınır bir yanı kalmadı, ama “doğasına aykırı işler”e bir örnek işte: Bir gazetecinin belge bilgi saklaması, elindekileri ancak içeri atılırsa açıklayacağını söylemesi işte, gazetecilikle uzaktan yakından bağdaşmaz. Gazeteciliğin doğasına aykırıdır, bunu yapana gazeteci denmez!
Bir siyasi partinin, ister kitle partisi olsun ister kütle, ideolojisi olmaması, ideolojisine ve onu o yapan öz değerlerine sırtını dönmesi de işin doğasına aykırı. Bir fikri iktidar yapmak için parti olunur, başka fikirlere sarılarak iktidar koltuğuna oturabilmek için değil.
CHP lideri Kılıçdaroğlu da, bunun farkında olduğu için, partisinin değerleri, ideolojisi ve çizgisi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan birini cumhurbaşkanı adayı olarak önerirken “Biz Türkiye’ye Başbakan seçmiyoruz. Siyasi partiler arası bir seçim yok”, “Burada bir partiye genel başkan seçmiyoruz” vurgusu yaptı.
Bir parti olmanın doğası gereği söylemesi gerekeni söylüyor, İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı olmaya uygun ama CHP’ye uygun olmadığını vurguluyordu.
O anlaşılabilirdi. İşin doğasına uygun olmayan ise, dünden bugüne CHP’de “dış ses” gibi görünen bir şeyin “iç ses”e dönüşmesi ve “Ekmel Bey’e kapımız açık, ama seçimin hemen sonrasında kendisine öneri götürmem doğru olmaz” denmesidir.
Bir hegemonyanın içinde çırpınırken ona benzemek budur; dün “bize uygun değil” ama cumhurbaşkanlığına uygun denilen, bugün “bize de uygun” olmuştur!
Ciddi bir siyasi mücadelenin, parti olmanın doğasına aykırı bir iş de; kendine güvenip kendi hikâyeni anlatarak iktidar olmak varken, rakibin iç çekişme ve çatışmasına bel bağlamaktır.
Doğasında olmayan işler yapmanın temelinde kendine güvenememek var. Etrafa bakıp revaçta olana, kıymetli görülene, ilgi görene öykünmek…
Solda olmanın doğasında olanlar arasında farklı kimlikleri kucaklayıp, onlara saygı duymak var, milliyetçilik yok… Ama sol, toplumsallaşamamış olmasından bunca şikâyet edilmesine karşın, hâlâ çok kıymetli. Kıymetli ki, CHP’nin pek de sol olmayanları yönetime itiraz ederken “sol şerit”in boş bırakıldığını söylüyorlar.
Türkiye’nin gerçek bir sosyal demokrat partiye ihtiyacı var ve bu doğrultuda işin doğasına uygun olanı da cumhurbaşkanlığı seçimi gösterdi aslında.
Rıza Türmen, CHP açısından işin doğasına uygun olanı söylemişti dün: “Bugün aslında Demirtaş’ın söylediklerinin CHP’nin söylemi olması gerekir. Yani bir yandan ezilenin, garibanın, işçinin yoksulun yanında olan, öbür taraftan bütün farklı kimlikleri kucaklayan, o farklı kimlikleri tanıyan, anlayan, onlara kamusal alanda yer açan yeni bir söylem gerekir… Sağdan aday göstererek, Erdoğan’ın dünya görüşünü paylaşan bir aday göstererek hiçbir yere varamıyorsunuz.”
Sosyal demokrasiden sosyalist çıkarmak, CHP’yi bir sosyalist parti gibi görüp öyle olsun diye uğraşmak da işin doğasında yok.
Demem o ki, doğasına aykırı işler yapmayalım yeter!