Google Play Store
App Store

Hep birlikte söylenen şarkılar umudu perçinledi ve tarihe Gezi Direnişi olarak geçen hareket, katılanları birbirine bağladı. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, hepsini hep birlikte yaşadık. Art arda yapılan şarkılar, o günlerde yaşananı bugüne taşıyor.

Dokuz yıl sonra Gezi üzerine
Gezi Direnişi’nde onlarca sanatçı eylemlere katılmış ve konserler vermişti. (Depo Photos)

Bundan dokuz yıl önce, tam da içinde bulunduğumuz günlerde hepimizde bir hareketlilik, bir heyecan, bir kabına sığamama hâli vardı. Gezi Parkı’na yapılan müdahale, ağaçların kesilmesi ve “tarihe sahip çıkıyoruz” diyerek yürürlüğe sokulan Topçu Kışlası projesi, şehrine sahip çıkanların tepkisini çekti. Önce çadırlar kuruldu, insanlar orada toplanmaya başladı ama polis buna izin vermeyince olan oldu, kalabalıklar memleketin her yerinde haykırmaya başladı. Talepleri basitti: Şehrimize, yeşilimize, özgürlüğümüze dokunma. İnsanlar, güzel olan her şeye düşman olanların karşısına yekvücut dikilince ezberler bozuldu, geri adım atıldı. Sonrasında çok daha şiddetli bir saldırıyla direniş sonlandırıldı ama Gezi Parkı’nın işgal edildiği günlerde orada yaşananlar, insanlara bahşedilen umut ve yan yana durmanın heyecanı, gelecek güzel günlere dair inancımızı güçlendirdi. Hep birlikte söylenen şarkılar umudu perçinledi ve tarihe Gezi Direnişi olarak geçen hareket, katılanları birbirine bağladı.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok, hepsini hep birlikte yaşadık. Art arda yapılan şarkılar, o günlerde yaşananı bugüne taşıyor. Duman’ın yeni albüm için kaydedip kenara koyduğu “Eyvallah”, bir işaret fişeğiydi. 31 Temmuz’u 1 Haziran’a bağlayan gece YouTube üzerinden paylaşılan şarkı, bir anda kalabalığın diline düştü ve yeni şarkıların önünü açtı. Hemen ardından Grup Yorum tarafından paylaşılan “Yeni Baştan”, hazırda olan şarkılardan biriydi ama sonrasında yapılan şarkılar bizzat alandan, direnişin içinden çıktı. Buna en iyi örnek, Kardeş Türküler imzalı “Tencere Tava Havası”. Geriye dönüp baktığımızda o günleri en iyi anlatan şarkılardan biri olduğunu görüyoruz. Yanına Demir Sert imzalı “Bu Gaz Bir Harika Dostum”u ve OzBi tarafından yapılan “Asi”yi koyayım; Teneke Trampet’ten Marsis’e, Renan Bilek’ten Hakan Vreskala’ya onlarca sanatçı ve topluluk tarafından hazırlanan şarkıları (unutmaktan korktuğum için) saymadan yazıya devam edeyim.

Gezi Direnişi döneminde yapılan şarkılar üzerine bu sayfalarda ya da başka mecralarda çok kalem oynattım, çok konuştum. Onları, her yerde heyecanla çaldım. Sonrasında yapılan şarkıları da buna kattım ve o külliyatı gelecek kuşaklara taşımak için hep yanımda tuttum, tutuyorum, tutacağım. Onlar sadece o günün tarihine düşülen notlar değil, gelecekte dönüp bakacağımız önemli belgeler. Gerçek tarih, o şarkıların sözlerinde gizli. Bir kere daha, altını çizerek söyleyeyim: Yapılan şarkılar, bizzat alandan çıktığı için değerli. İnsanlar orada buluşmasaydı, bu şarkıları hep birlikte ve heyecanla söylemeselerdi, şarkılar ve dolayısıyla sözler çoğalmayacaktı. Her şarkı, yazılan ve bestelenen (ya da uyarlanan) her satır sadece sesi yükseltmedi, insanların hislerine tercüman oldu.

Ben de bu şarkıları heyecanla söyleyenler arasındaydım. Boğaziçi Caz Korosu alana geldiğinde oradaydım misal. Müzisyen arkadaşlarımla barikatta karşılaştım. Yan yana durmanın, omuz omuza olmanın, dayanışmanın güzelliğini orada yeniden fark ettim. Bugün bir kere daha gururla söylüyorum: Gezi’deydim ve orada olmak, hayatımda yaptığım en güzel şeylerden biriydi.

Bugün oradaki hareket birilerinin üzerine zorla yıkılıyor, arkadaşlarımız hapse atılıyor ama hepimiz biliyoruz ki bu örgütlü bir eylem değildi. Belki de örgütlü olmadığı için tavsadı. Direniş güzeldi, sağlamdı ama insan tazyikli suyun, gaz bombasının, copun karşısında bir yere kadar durabiliyor. Polisin, daha doğru bir deyişle bizzat devletin uyguladığı orantısız şiddet, orada direnenleri dağıttı belki ama umut hep bizimle geldi.

Gezi’deki direniş, bize yan yana durmanın ne kadar değerli olduğunu göstermişti. Bugün, bunun önemini bir kere daha idrak ediyoruz. Müzik yasaklanıyor, konserler ve festivaller art arda iptal ediliyor, insanların giyimine, tavrına, hareketlerine, yaşadıklarına karışılıyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz. Gezi’deki hareketlenme öncesinde de yaşadığımız şeylerdi bunlar: Birileri, birilerinin hayatına karıştı ve özgürlüklerini kısıtladı. “Üç beş ağaç için” diyorlar ya, öyle değildi. İnsanlar orada geleceklerine, yaşadıkları döneme, şehre, en önemlisi özgürlüklerine sahip çıktı.

Hareketin ilk habercilerinden biri, 2011 yılının 15 Mayıs günü yapılan “İnternetime Dokunma!” yürüyüşüydü -ki ilerleyen yıllarda yaşadıklarımız, bunun ne kadar da haklı bir isyan olduğunu gözler önüne serdi. Bugün tek hareketle siteler kapanabiliyor ya da bir habere sansür uygulanabiliyor. Haber dediğime bakmayın, basın da o kadar özgür değil. “Saray”ın bülteni gibi davranan “gazete”ler, aynı pembe “haber”leri sayfalarına taşıyor; o gazetelerin köşelerini tutanlar, “sahibinin sesi” olmanın hakkını layığıyla veriyor. Buna katılmayan, gerçekten habercilik yapan gerçek gazeteler ve internet siteleri, bin dert ve baskılarla boğuşuyor. O gün internet üzerinde uygulanan ya da uygulanacak sansüre karşı çıkanlar, bugün sessiz. Bu, hep böyle olacağı anlamına gelmiyor. Şu satırları okuduğunuz gazete ve aynı kulvarda yan yana yürüyen gazeteler, siteler yaşadığı sürece o sessizlik biraz olsun dağılacak.

Yeterli mi? Değil elbette. Yeniden yan yana gelmek, sesimizi yükseltmek, düşündüklerimizi haykırmak gerekiyor. Sansürün karşısına dikilmenin tek yolu bu. Sansür, otosansürü doğuruyor ve asıl bundan uzak durmak gerekiyor. Düşüncelerimize ket vuramazlar belki ama onları ifade etme özgürlüğümüzü elimizden almak için çok çabalıyorlar. Bunun karşısında durmak, yapmamız gereken tek şey. Mücadele etmeden, birlik olmadan, yan yana durmadan bunu yapmak zor. Bireysel çabalar bir yana, sesimizi yükseltmek, seslerimizi birbirine katarak çoğaltmak durumundayız. Çoğaltalım ki konserler, festivaller yasaklanmasın, müzik serbest bırakılsın, müzisyenler özgürce şarkılarını söylesin. Bir kere yasaklayan, tepki görmediği sürece şımarıyor, dahasını istiyor. Bunu onların yanına bırakmamak gerekiyor.

Bunun için çabalayan çok insan var. Bir kısmı bugünlerde özgürlüklerinden mahrum. Elbet aramıza dönecekler. Can, Tayfun, Mücella, Çiğdem ve demir parmaklıklar arkasında tutulan diğer arkadaşlarımız yeniden aramıza döndüğünde bayramımızı coşkuyla kutlayacağız. Şimdilik onların yanında durduğumuzu haykırmak, sözlerini çoğaltmak durumundayız. Bunları yazarken Gezi’nin baş sorumlusu olarak ilan edilen Osman Kavala’yı, yıllardır boş yere hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’ı ve diğer tutsakları unutmuyorum elbette. Yan yana olduğumuz gün çok daha güçlü olacağız ve şarkılarımızı gece yarısından sonra bile coşkuyla söyleyeceğiz.

Yazıyı, Gezi Direnişi’ne ve şu an için özgürlüğü elinden alınan çok sevgili Mücella Yapıcı’ya selam çakan bir Bulutsuzluk Özlemi şarkısıyla bitireyim. Direniş sonrasında “Her Şeyin Farkındayım / Gezi Parkı’ndayım” adlı şarkıyı yazan Nejat Yavaşoğulları ve arkadaşları, “Hayat Geçerken / Mücella” adlı şarkıda şunları söylüyor: “Her yer polis kaynıyor / Caddelerde sokaklarda / Kızıyla evine giderken / Mücella'yı almışlar // Dışarıya çıktım karanlık / Saatleri geriye almışlar / Karanlık ışığa dönüşür / Gelişir hayat boyun eğmez /…/ Sür hadi motorları / Hadi gidelim maviliklere!”

Motorları maviliklere sürmenin zamanı geldi, geçiyor. Yan yana olmak, birbirimize sahip çıkmak ilk koşul. Sonrası kendiliğinden geliyor. Bunu Gezi’de gördük. Neden bir kere daha görmeyelim?