Dönüşmüyoruz, çürüyoruz!
Geçen yıl, yine bir kabine toplantısından sonra millete seslenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 50 binden fazla insanın öldüğü 6 Şubat depremlerini hatırlatarak, “kentsel dönüşüm konusu Türkiye için tartışmasız bir beka meselesidir” demişti. Erdoğan’a göre bu hakikati görmezden gelmek, ertelemek, siyasi çıkarlar için istismarına yeltenmek çok açık ve net söylüyordu ki, ülkeye ihanet etmek demekti.
Ne demişti Hazreti Mevlana, “akıl sonradan ah çekmek için değil, düşünüp tedbir almak içindir.” Erdoğan, hükümet olarak kentsel dönüşüm konusuna ilk günden beri hep bu zaviyeden baktıklarını belirtmişti. “Vatandaşlarımızı gecekondu denilen sağlıksız yapılarla birlikte depreme dayanıksız yüksek katlı binalardan da kurtararak onları modern, güvenilir, dayanıklı yuvalara kavuşturmayı hedefledik.”
99 depreminden sonra halktan ‘Özel İletişim Vergisi’ (ÖTV) adlı altında para toplanmaya başlandı. Başlangıçta geçiciydi, sonra depreme bağlı hasarın önlenmesi amacıyla kalıcı hale getirildi. 2011 yılında meydana gelen Van depreminden sonra, deprem için toplanan vergilerin nerede olduğu sorusuna dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “duble yollar ve sağlık harcamalarında kullanıldı” diye cevap vermişti.
Bilim, 99’dan beri İstanbul’da yıkıcılığı çok yüksek bir deprem yaşanacağını ve bu konuda, başta çürük binaların güçlendirilmesi gibi, acil önlemlerin alınması gerektiğini söylüyor. 6 Şubat depremleri öncesinde, Kahramanmaraş için de benzer uyarılar olmuştu. Ancak imar affıyla kaçak binalar ruhsatlandırıldı. Acil toplanma alanları ranta açılarak inşaatlar yapıldı.
Devletin yardım eli kısa kaldı. Yıkıntılar altında kalan yurttaşı kurtarmak için kolları sıvayan ise madenciler oldu. Onlar ki, AKP’li patrona ait maden ocağında güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırıldığı için haftalardır eylemde. Bu süre zarfında karşılarına defalarca polis dikildi. Tartaklandılar, gözaltına alındılar.
Barınma, enerji, sağlık, eğitim… hepsi hak, hepsi devletin yurttaşına sağlamakla yükümlü olduğu ihtiyaçlar. Günün sonunda o yoksul insanlar, o gecekondularından, yaşadıkları mahallelerden ya sürüldüler, ya da üzerine para verip evlerini bir daha satın almak zorunda bırakıldılar. Evlerinden çıkmak istemeyenlerin elektriği, suyu kesildi. Kapıları koçbaşıyla kırıldı.
Bilim yine uyarmıştı; hesapsız plansız, sadece kâr amacı güdülerek gerçekleştirilen yıkım ve inşaatların memlekete maliyeti, doğaya ve tarihe verdiği zarar, toplumsal hafızanın taşıyıcısı olan mekânların yitirilmesi, yoksulluğun artması, barınma sorununun devasa bir boyuta ulaşmasına yol açacak dendi. Öyle de oldu, çünkü AKP kentleri dönüştürmedi, sermayeye bölüştürdü.
***
Tıpkı yurttaşı barınma hakkından mahrum bırakan kentsel dönüşüm planı gibi, hastayı müşteriye, hastaneleri de ticarethaneye çeviren sağlıkta dönüşüm programının da halkın yararına olmadığı ve sağlık sisteminde yıkıcı sonuçlar doğuracağına dair pek çok uyarı yapıldı. İktidar tarafından üyeleri her fırsatta düşmanlaştırılan, küçümsenen, hatta kapı dışarı edilen meslek odalarından Türk Tabipleri Birliği, sağlık hizmetinde niteliğe değil niceliğe önem verilerek sağlığı piyasa kurallarına teslim etmenin sistemi çürüteceğini defalarca söylemişti.
Öyle de oldu. Devasa şehir hastanelerinin devasa giderleri yurttaşın cebini oydu, zenginleşen hasta garantisi verilen şirket oldu. Ne sağlık emekçileri için güvenli bir çalışma ortamı kaldı ne de yurttaş hakkı olan nitelikli sağlık hizmetine, eşit ve ücretsiz ulaşabilir oldu. Gazeteci Emrullah Erdinç’in ortaya çıkardığı son faciamız aralarında hekim ve sağlık çalışanlarının olduğu yenidoğan çetesi! 112’yi kullanarak, anlaşmalı özel hastanelere sevk ettikleri bebekleri gerekmediği halde yoğun bakımda tutup ölümlerine sebep olmuşlar, ülkenin sosyal güvenlik sistemini dolandırmışlar.
***
Daha ne kadar kötülük sığdıracağız bu ülkeye diye isyan etmeli elbette, ancak hesabını da sormak gerekir artık. Temel hak ve ihtiyaçlarımızı sattırmamalıyız! Para için bebek öldürmüşler! Bebek! Sistemi çürütenden hesabını sorma iradesini göstermedikçe kimse kötülükte dip aramasın boşuna, yok çünkü!
Ne demişti Erdoğan, tekrarlayalım: “…bu hakikati görmezden gelmek, ertelemek, siyasi çıkarlar için istismarına yeltenmek çok açık ve net söylüyorum ki, ülkemize ihanet etmek demektir”. Aday ol reis, seni Cumhurbaşkanı seçelim.