Yakışıklı yüzü yansıdı aynaya. Saçlarını arkaya taradı. Sonra çalışma masasına oturdu, daktiloya kağıdı taktı. “Adamlar kadınları alıp Arabistan’a götürürlerdi/Balkonlu evlere koyarlardı” dizelerini yazdı.

Belki bunların hiçbiri olmadı. Kim bilir? Turgut Uyar bir peçeteye çiziktirdi şiirini. Ya da bir deftere elyazısıyla yazdı.

Bir uzak ülkede kadınların halini düşünürken oryantalizm tuzağına düşmeden, sadece bildiklerini ayrıntılandırdı. Aradan yıllar geçti. Bir başka coğrafyaya yakıştı bu dizeler. Dünya bunu kaldırmamalıydı. Herkes derin nefes aldı.

Bir zamanlar Meluha diyarıydı oralar. Tanrıça kültürünün bir parçasıydı. Nana Venüs’ün ta kendisiydi. Sonra sakallı, kalaşnikoflu erkekler din adına gelip tanrıçalar ülkesinin ırzına geçti. Ana gelir kaynağı bilumum uyuşturucu olan yepyeni bir bölge doğdu. Hasan Sabbah bile bu kadarını yapamazdı. Ama beyaz adam oradaki işini kısmen bitirip çekilince yarattığı canavara pazar olarak bakma yolunu seçti. Dahası kadınları “sofradaki öküzü” geçtim, hiçbir mertebeye yerleştirmeyen bir anlayışa teslim etti. Irak’ta IŞİD’in yenilgisinden sonra içine kapanan şeriatçılar sevinç çığlıkları attı. Böylece kocaman topraklarda cihatçılara yeni alanlar açılmış oldu. Ortadoğu’daki kardeş cihatçılar kendisine açılacak yeni kapıları bekliyor artık. Bugün değil yarından sonra sancıları büyüyecek bir dönüşümün izleri çıktı ortaya.

Aslında her şey önceki gün başlamadı. Seksenlerin ortalarında mücahitlerle ön şeriat yasaları hayata geçti. 1996 Taliban yönetiminde de kadınlar için artan kriz çığa dönüştü. Taliban’ın geri çekilmesinin ardından da Afganistan’da göz önündeki kadınlar öldürülüyordu. Geçen yıl Afganlı kadın yönetmen Saba Sabar vurulmuştu mesela. Ama çalışma hayatında pek çok kadın inatla savaşıyordu.

Velhasıl Dünyanın En Güzel Arabistanı, Afganistanı olarak yer değiştirdi. Yüreğimizdeki şiirin adı olarak kaldı.

***

Afganlı yazar Khaled Hossaini, “Uçurtma Avcısı” romanında monarşi döneminin ağır baskıları altında, sınıfsal çelişkinin tam gaz devam ettiği bir iklimde iki çocuğun masalını yazar: Emir ve Hasan aynı sütanneyi paylaşmalarına karşın aralarında büyük uçurum vardır. Çünkü Emir ünlü bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkarının oğludur. Üstelik Hasan’ın ailesi sevilmeyen bir etnik azınlığa mensuptur. Bu arada demokrasiye geçiş olur. Ama etraflarındaki trajedi bitmez. Yoksulluğun karşısındaki devasa zenginlik tüyler ürperticidir. 1979’daki Sovyet işgali sonrasında ise Emir babasıyla Amerika’ya gider. Her şeyi geride bıraktığını sanır. Bir şekilde çocukluk arkadaşı onun düşlerine bile girmeye devam eder. Hasan’ı bulmak için geri döndüğünde ülkesinde taş üstünde taş kalmamıştır Üstelik yoksul bırakılan eğitimsiz halkların gideceği tek kale din eksenli emperyal sömürü olmuştur. Uçurtma çoktan yırtılmıştır. Avcılık ise sistem tarafından pazarlanan Syvester Stallone’nin kaslı vücudunu gösteren Rambo filmlerine dönüşmüştür. Soyvet işgaline karşı demokrasi vaad eden Amerikancı kampanyaya… İşte bir halkın çocukları böyle bedeller ödeyerek var oldular. Fırsat bulan kaçtı gitti, bulamayan bambaşka bir arayışa gömüldü. Ama en çok kadınlar yara aldı. Daha önceki Taliban döneminde Afgan kadınlarının en büyük sorunlarından biri hastalanmaktı. Eğer kadın doktor yoksa ölmeye terk ediliyorlardı. Pek çok uluslararası kuruluş gönüllü kadın doktorlar gönderdi oraya. Bir kısmı Talibancılar tarafından öldürüldü.

***

Bir zamanlar, “Amerika’nın bombaladığı her yer İran’dır” diye bir söylem vardı. Emperyalizme karşı derin bir duyarlılık sunarken arka planını gözetmeyen bir anlayışın izleri sunuluyordu. Evet, emperyalizme karşı refleks göstermek bu ülkede sola ait bir yaklaşımdı. Ama seksen sonrasında solun yara aldığı bir iklimde emperyalizme karşı çıkan ses bilin bakalım kim oldu? Peki böyle bir noktada sırf emperyalizme karşı çıkıyor diye bir hareket desteklenebilir mi? Yönetim biçimi şeriat olmasına rağmen susulabilir mi? Laikliğe sahip çıkalım, denilirken laiklik karşıtı her türlü söyleme yol verilir mi?

***

Bu yazı da bir şiirle bitsin. Özbek asıllı Afgan kadın şair Kübra Keyvan seslensin: “Ben uzaktan susamış halde; hayatını, gül yüzünü ve / nergis gözünü işte öyle baharını dileyerek geldim.”

NOT: Dünyanın En Güzel Afganistanı, yıllar önce Edebiyat ve Eleştiri Dergisi’nde yayınlanan Maria Şatıroğlu’nun bir şiiridir.