Yazıyla boğuşurken tüm dünyadaki vaka sayı 71 milyonu aşmıştı, bir milyon 600 bin can da yitmişti. Vaka mevzusunda, bir gecede sekizinci sıraya yükseliverdik, salınca gerçekleri, hımmm gerçek tam olarak bu mudur, hal böyleyken ona da itimat etmek biraz saflık belirtisidir, çünkü yalanlar söylenince ardı sıra, doğruyu seçmek de hüner ister.

“Dünyayı istiyoruz, kırıntı değil!”

ALPER TURGUT

Memleketi sevk ve idare edenlerin, ‘vaka başka şey, hasta bambaşka’ diyerek, aklımızla dalga geçme çabaları artık neticelendi ve bir anda yüz binlerce insan daha eklendi, ‘pozitif’ hanesine. Endişelerimize aldırmadılar, tedirginliğimizi ciddiye dahi almadılar. Ama yaklaşık bir milyon insanı (vaka dedikleri candır can) sakladılar, günlerce, haftalarca, aylarca bizleri oyaladılar. Gerekçeleri mi? İşte o, harbiden belirsiz, aslında çıldırtıcı şeyler bunlar, resmen yok sayıyorlar seni, dosta düşmana karşı. Haydi bizleri kandırmaya doyamadınız, en nihayetinde iş ve alışveriş yapmak zorunda kalacağınız ülkeler, hop siz ne ayaksınız dese, ya biz komiklik yapıyorduk, ‘ha ha ha’ diye sırıtacak mısınız? Peki bu direkt örtme hallerinin, daha pembe bir tablo çizmenin, salgının seyrine olumlu bir etkisini var mı? Elbette, yok! Hatta karmaşa daha da kaçınılmaz oldu, hastaneler, yoğun bakımlar, inanılmaz bir süratle doldu.

Yurdumuzdaki neredeyse her 40 kişiden biri kaptı bu lanet şeyi. Onları mı suçlayacağız şimdi, ‘bana vebalı gibi, cüzzamlı gibi davranma’ lafı edilir ya hani, uzak mesafeyi tutturamadılar ve hastalandılar diye, insanlarımıza bak gördün mü diye çemkirelim? Kendi yakınlarım da dahil, bu illetle boğuşuyor, hastanızı ziyaret edemiyorsunuz, desteğiniz ta uzaktan, öyle kuşatılmış ve kısıtlanmış bir yaşam, sorarım size, elinizde başka ne var, acilen kurtulmasını, hızla iyi olmasını ummaktan?

Yazıyla boğuşurken tüm dünyadaki vaka sayı 71 milyonu aşmıştı, bir milyon 600 bin can da yitmişti. Vaka mevzusunda, bir gecede sekizinci sıraya yükseliverdik, salınca gerçekleri, hımmm gerçek tam olarak bu mudur, hal böyleyken ona da itimat etmek biraz saflık belirtisidir, çünkü yalanlar söylenince ardı sıra, doğruyu seçmek de hüner ister. Misal bunca vakaya bakıyorum, ölümlerimiz çok düşük görünüyor, yaklaşık aynı vakaya sahip olduğumuz ülkelerle alakamız bile yok, esasında ‘mucize’ gibiyiz.

Uzakdoğu sinemasına meylettiysek hani, müsebbibi idi, en iyilerinden biriydi Kim Ki-duk. Büyük, çok büyük bir yönetmeni, minicik bir virüs aldı gitti. “Boş Ev”, “Zaman”, “Nefes”, “Fedakâr Kız”, “Yay”, “Acı”, “Moebius”, “Ağ” ve elbette “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... ve İlkbahar”, canımız ciğerimiz sinema sanatına, tarifsiz katkıları olan, bizleri bir şekilde yakalayan, belleğimizi derinden sarsan filmlerdi, hiç kuşkusuz. Dört kadın oyuncunun, kendisini cinsel saldırı gerçekleştirmek ile suçlaması, deha da dense size, bünyede şahsiyet, insaf barındırmadıkça, tüm ederiniz ve değeriniz, kendi ipinizi çekmeniz ile eşdeğer oluyor, ister, istemez. Kim Ki-Duk’un yapıtlarında, gerçek ve hayal karışır, düş müydü, yoksa asıl olan bu muydu, belli değildir, tıpkı yaşadığımız bu uğursuz günler gibi, heyyyyy size de olmuyor mu bitmek bilmeyen bir kabustan uyanamama hali?

Fanı olmak, hayran kalmak, yere göğe koyamamak, bunlar da bir tür bağımlılık aslında, insan, insana bunca kapılmamalı, adete tapınmamalı. Birçok edebi sanılan benliğin, gönüllü bir istençle yüceltilmiş bireyin, edepsizliğinin ortaya çıkmasıyla, darmadağın oluyor yahu insan, memleketimizde de yazar tayfasının ifşa edilmesiyle, benzer bir dalganın yurdumuzun kıyılarını da dövdüğünü gözlemliyoruz. Hollywood yapımcıları ve dev aktörler derken, tüm ağır sanılan taşlar, bakınız pek kolay yerinden oynadılar. Şimdi filancanın büyük romanlar yazması, falancanın ezber bozan filmler kotarması, kişiliğinden bağımsız işler midir sorunsalı, yeniden hararetli bir tartışmayla çıkageldi. Ya her üretene şüpheyle yaklaşacağız ya da yaratıcıların salt bize sunduklarına tav olacağız, iki ucu boklu değnek, anlayacağınız. Bıçak sırtı, tam tekmil! Bizden önceki kuşaklar da çözemedi bu suali, lakin dev kitaplar, dev kitaplar olarak kaldı. Üretenin ölüp yapıtın yaşaması, eserin ölüp onu yaratanın baki olmasından daha iyidir, hiç değilse.

Memleketimizin en büyük şehrinin gözbebeği idi Taksim. Gezi’ye ev sahipliği yaptı diye, onu bile isteye dönüştürdüler, elimizi ayağımızı kesmemize sebebiyet verdiler. Devamında da eski Kadıköy’ün yeni cazibe merkezi olduğu malumunuz. İnsanlar salgın öncesinde akın akın geldiler, hatta pandemi koşullarında da bir ritüel gibi bunu denemeye, gerçekleştirmeye, devam etmeye didindiler. Bu vazgeçilmez haraketlilik ateşimizi yükseltmeye, nefesimizi kesmeye başlayınca kısıtlamalar, yasaklamalar, kontrol altına almalar kaçınılmaz hale dönüştü. Canlılık meselesinde azalma bariz hissedilse dahi, insanlar, dükkanlar, mekanlar ayakta kalma savaşında, adamakıllı gayretkeş idiler. Ancak virüsün eyvallahı yoktu, yakında bulduğu herkese dadandı. Tam da bugün sığınaklara dönüşen evimize dönerken Kadıköy’de, onca dükkânın kapandığını gördüm, satılık ve kiralık tabelaları ne çoktu. Bir kısım açık kalabilenlerde de afişler vardı, desteğe ihtiyacımız var diyen, yardım çağrısı alenen. Birçok insan, en düşük yaşamak koşullarına tutunabilmek adına oralarda çalışıyorlar, çalışıyorlardı. Bu lanet salgın bitince, azgın sular çekilince, hepimize sel ne etmiş göreceğiz. Bizi yine ve yeniden ayağa kaldıracak yegâne şey dayanışma, bölüşme, paylaşma olacak; bizi bu güzellik kurtaracak. Açım diyen, işsizim diyen, geçinemiyorum diyen, tatlı canına kıymanın yollarını aramasın diye yaraları hep beraber sarmak gerek. Şu an dahi tek tük yürek burkan olaylar yaşanıyor, çoğalmasınlar, acılar katlanmasın, bizi sonsuz vicdan azabıyla baş başa bırakmasın.

Markete girmiştim, hafta sonu kapanmadan önce, o da nasıl bir kapanmaysa artık, belli saatlerde market, fırın açık, köpek gezdirenler kadar, ekmek almaya çıkanlar da insan trafiğini coşturacak yine, besbelli. Neyse meseleye dönelim, ooo halkımız içkiye dadanmıştı, yasak var diye hafta sonu. Yasakçı zihniyet bambaşka bir alem, orası tartışmasız. Lakin halkımız da bunca sıkıntımız varken, darlık ve hatta yokluk içindeyken çoğu insan, biricik derdi alkolmüş gibi yapınca, ayıp oluyor kanımca. İçebiliyor olmak, senin hayatının yegâne amacı olmasın, bir zahmet. Dünyayı istiyoruz, kırıntı değil!