“Durun hayır yapmayın”
İnsan dünyada ne kadar çok Schmitt yetiştiğini gördükçe şaşıp kalıyor. Belki de diyoruz sonra, insanoğlunun acı da çekse, geleceğini de karartsa çabuk ve kestirme çözümlere düşkünlüğü temel nedenlerden birisidir.
Durup dururken nerden çıktı yaşlı, çok yaşlı birinin ölümünden söz etmek. Demek ki bir şeyler bana o yaşlı adamı hatırlatıyor. Doksan altı yıllık yaşamının son gününde kâbuslar içinde uyandığını “hayır yapmayın” diye çığlık attığını yazmıştı Christian Lindner, Lettre International dergisinin Bahar 2005 tarihli sayısında. “Freund oder Feind - Dost ya da Düşman” başlıklı yazının kahramanı ölüm döşeğinde kime sesleniyordu, kimi korumak istiyordu; belki de kendisiyle hesaplaşıyordu kim bilir. Lindner, –şu sıralarda Almanya’da Şansölye Scholz’un görevden aldığı ve genel seçimlerin yolunu açan liberal politikacı Lindner’le karışmasın– 1949 doğumlu gazeteci yazar anlatıyor. Büyük ölçüde taşkın empati duygusuyla anlattığı kişi ise “Kronjurist des Dritten Reiches”ın “Üçüncü Reich’ın Kraliyet Hukukçusu” Carl Schmitt. Yazının başlığı da aslında Schmitt’in temel tezi olan Dost-Düşman ayrımına bir girizgâh.
***
Dost-düşman ayrımını siyasetin temel argümanı olarak kavramlaştıran Carl Schmitt kendi dünyasında bir entelektüel olarak ayakta kalabilmek için duruma göre kendini uyarlayan bir oportünist ya da Lindner gibi sempati göstermek istiyorsanız pragmatist bir hukukçuydu. Bu yol ise onu kavramlar dünyasından siyasetin içine çeken, mutlu eden bir yoldu. Ünlü Siyasal Kavramı adlı eserinin ilk baskısı 1927 tarihlidir. İkinci basım1932 tarihini taşıyor. 1933 tarihli basım ise özeldir ve artık NSDAP üyesi bir Nazi olarak tümüyle yeni durumun gereklerine uyarlanmıştır. Savaş sona erdikten ve yargılanmalar, kısa süreli tutukluluklar sonrası 1963’te yapılan yeni baskı 1932 tarihli baskının aynısı olmakla birlikte notlarla ve üç değerlendirme yazısı ile artık başka bir kitaba dönüşmüştür. Zaman değişimi zorunlu kılıyorsa hem sahip çıkmak hem 1933’ün üzerinden atlamak neden mümkün olmasın ki. 1933 baskısı iki hafta içinde yazılmıştır ve partiye üye olduğu günlere denk düşer. Schmitt’in siyasi hızını kavramlarının içeriklerinin değişim hızıyla açıklamak mümkündür. Schmitt dost-düşman ayrımını uluslararası çatışmaların teorisi olarak kavramlaştırmıştı. Schmitt’e göre siyasal düşmanın ahlaki açıdan kötü, estetik açıdan çirkin ya da ekonomik anlamda rakip olması gerekmiyordu. Önemli olan siyasal düşmanın öteki, yabancı olmasıydı. Schmitt, insanların yaşamları üzerinde açıkça tasarrufta bulunma yetkisini kendinde toplayan devletin içeride de huzur ve güveni sağlamak zorunda olduğunu söyleyerek kritik anlarda iç düşman saptamasını gerekli kıldığını anlatarak dost düşman ayrımını bir iç savaş teorisine dönüştürdü.
***
Dost-düşman ayrımını kavramsallaştıran Schmitt asıl söyleyeceğini ise “istisna hali” ile ilgili tezlerinde daha da netleştirir. Schmitt’in Siyasi İlahiyat adlı eserinin ilk cümlesi “egemen, olağanüstü hale karar verendir” cümlesidir. Her şeyi anlatan bir aforizma işte. Olağanüstü hal ekonomik, siyasi ya da başka türden bir karışıklık durumunu ifade eder ve bu durumda herhangi bir normla bağlı kalmaksızın bir kararla olağanüstü durum ilan edilebilir. Olağanüstü hal ya da istisna hali yasaları askıya alacak ama soyut varlıklarını yok etmeyecektir. Karışık kaotik bir durumda acil olarak önlem almak gerekir ve önlemin amacı hukukun zincirlerinden kurtulmak, siyasal düzenin bekasını tehlikeden kurtarmaktır. Normlardan bir tehlike kuşkusuyla kurtulma kararını verecek olan kişi egemen olacaktır. Egemenin aldığı kararın temelinde ise hem uluslararası savaşı, çatışmayı, hem de iç savaşı gerekçelendiren dost-düşman ayrımı yatmaktadır.
Schmitt, Weimar Cumhuriyetini yasaları zorlayarak kurtarma tavsiyesini dinlemeyen Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ülkeyi parlamentoyu atlayıp kriz süresince ve sonrasında başkanlık kararnameleriyle yönetmesinin tek çıkış yolu olduğunu savundu. Weimar’ın ancak bu şekilde kurtulabileceğini anlatmayı denedi. Schmitt Parlamentonun iptal kararlarının yapıcı bir temelden yoksun olması nedeniyle göz ardı edilmesi gerektiğini öne sürdü. “İşlevsel bir başkanlık hükümetinin, “anayasayı korumak” amacıyla çalışmak istemeyen Reichstag’ın engellemesinden nasıl korunacağı” başlıklı belgede “minimum anayasa ihlalini temsil eden daha yumuşak bir yol” önerdi. “Anayasa değişikliği hedefini akılda tutmak ve bundan sapmamak gerekir” diyordu. Önerilerini kimse ciddiye almadı. Öfkelendi, küstü, kızdı. “İnanılmaz bir şey oluyor. Hindenburg efsanesi sona erdi. Korkunç durum. Schleicher istifa etti; Papen ya da Hitler geliyor. Yaşlı beyefendi çıldırdı.”
Schmitt, Hitler’in şansölyeliğine karşıydı. 30 Ocak’ta günlüğüne şöyle yazdı: “Sonra Cafe Kutscher’a gittim; orada Hitler’in Şansölye, Papen’in de Şansölye Yardımcısı atandığını duydum. Hemen eve gidip yattım, durum çok kötü.” Yavaş yavaş uyandı. Hiçbir şey yapamıyordu, saçma bir durumdu, gazeteleri okuyordu, nedenini bilmediği bir heyecana kapılmıştı. Hitler’e de öfke duyuyordu ama öfkesi çabuk geçti. Kısa bir süre sonra 1 Mayıs’ta ülkeyi kararnamelerle değil tek bir kararname ile yönetmeye başlayacak Hitler’in partisine üye oldu. Aslında Weimar nasıl kurtulacak sorusuna verdiği yanıtlar anımsanırsa Schmitt’in taraf değiştirmiş olsa da fikir değiştirdiğinden söz etmek doğru olmaz.
***
Hitler’in hukukçusu yenilgiden sonra önce Sovyetler daha sonra Amerikalılar tarafından sorgulandı. Hapsedildi, serbest bırakıldı. Altı ay sonra tekrar tutuklandı, Nürnberg’e götürüldü ve 29 Marttan 13 Mayıs 1947’ye kadar Nürnberg Duruşmaları sırasında hücre hapsinde tutuldu. Bu sürede Başsavcı Yardımcısı Robert Kempner tarafından şüpheli olarak “saldırı savaşlarının ve insanlığa karşı suçların planlanmasına doğrudan ve dolaylı olarak katıldığı” iddiasıyla sorguya çekildi. Ancak hukuki anlamda cezayı gerektirecek bir suç tespit edilemediği için serbest bırakıldı. “Adamı neyle suçlayabilirdim? İnsanlığa karşı hiçbir suç işlemedi, hiçbir savaş esirini öldürmedi ve herhangi bir saldırı savaşı hazırlamadı” diyordu Kempner. Schmitt kendisini “saf bir entelektüel” olarak tanımlıyordu o sıralarda: “Bulguları için bazı riskleri üstlenen biri oldum” diyordu. Kempner sordu: “Peki ya bilgi arayışı dediğiniz şey milyonlarca insanın öldürülmesiyle sonuçlanırsa?” Schmitt’in cevabı da kısaydı. “Hıristiyanlığın da milyonlarca insanın öldürülmesiyle sonuçlandığını” söylemekle yetindi. İnanmaya çoktan hazır Kempner ikna oldu.
***
Zaman geçiyor, koşullar değişiyor ve tarih hep kendini yinelemeye eğilimli. İnsan dünyada ne kadar çok Schmitt yetiştiğini gördükçe şaşıp kalıyor. Belki de diyoruz sonra, insanoğlunun acı da çekse, geleceğini de karartsa çabuk ve kestirme çözümlere düşkünlüğü temel nedenlerden birisidir. Belki de en kısa yollar zamanda da kısa süren çabuk tükenen yollardır. Schmitt 96 yıl yaşadı. Hitler’in egemenliği bin yılı hedeflemişti, kısa sürdü. Ama diyeceksiniz ki bedeli çok ağır olmadı mı? Haklısınız çok ağır oldu. Şimdiyse tehdit yaygınlaştı, Trump, Putin, Netanyahu… Schmitt’in teorisinin müşterileri hızla çoğalıyor.
İrili ufaklı devletlerin başına geçenler, çocuklara, kadınlara, insanlara, doğaya karşı “bugün bugündür ve bugün de bizimdir” inadıyla, yeni gibi görünen devlet ve siyaset kavramlarıyla, yıllarca önce onlara pek kullanışlı notlar yazmış olan Schmitt’e şükranlarını sunuyorlardır herhalde. Akıllarını başlarına toplayabilenler ise vakit yitirmeden tarlayı ayrıkotlarından temizlemek istiyorlar. Tam da bu nedenle Schmitt’in kitaplarını okumakta yarar var.
Çünkü panzehir, içinde gizli o kitapların…