Google Play Store
App Store

Tüm kurumların çürüdüğü, Meclis’in göstermelik bir hale geldiği, yargının bağımsızlığının kalmadığı “illegal faşist yargı çetelerinin” devreye girdiği bir ülkede tek umut halkın örgütlülüğü için uğraşacak olan devrimcilerdir.

Düzeni savunarak başarılamaz

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Uluslararası sermayenin Türkiye müdürü M. Şimşek, temmuzla birlikte hızını artırıyor. Asgari ücret zammı konusunda negatif tutum net bir biçimde gösterilmeye devam ediyor. Öte yandan yeni zam ve vergi düzenlemesi ile emekçilerin yükü daha da artırılmaya çalışılıyor.

M. Şimşek’le görüşen, CHP’nin ekonomiden sorumlu ismi Yalçın Karatepe ise asgari ücret ve emekli maaşları başta bir dizi talebi ilettiklerini ancak ortak nokta bulamadıklarını ifade etti.

Bu olup bitenlere bakınca her şey sanki bir avuç siyaset elitinin mutlu mesut oynadıkları bir oyun gibi geliyor!

I

CHP, Mart seçimlerindeki yükselişinin sonrasında normalleşme adı altında yeni bir politikaya yönelmiş durumda. Neler konuşulduğunun bilinmediği kapalı kapılar ardındaki görüşmelerle birlikte, CHP bir anlamda iktidara nazikçe eşlik ediyor!

Toplumun taleplerine sahip çıkıyor görüntüsü altında düzenlenen bir dizi miting, gerçek bir mücadele kapısını aralamayı hedeflemiyor. Aksine görülüyor ki tam da toplumda biriken tepkileri de kontrol altına alacak hatta toplumsal muhalefeti burjuva muhalefet önderliği altında pasifleştirecek bir hamle olarak gündeme geliyor. Bu mitinglerde iktidarın ekonomi programına ilişkin kısmi itiraz ya da taleplerin dile getirilmesinin ötesine geçilmiyor.

Bunun en önemli nedeni de CHP’nin ve burjuva muhalefet programının bugünkü sorunlara kaynaklık eden sistemin temeline ilişkin ciddi bir itirazlarının olmamasından ileri geliyor. Aksine, M. Şimşek eliyle uygulanan programın Mayıs seçimleri öncesinde 6’lı masanın da önerilerinden farksız olmadığı ortada. Benzer şekilde ABD-NATO eksenindeki yeni dış politika ayarlaması da CHP’nin dış politika yöneliminin bir ifadesi.

Şimdi, bu görüşmeler üzerinden AKP CHP ile yeni bir ittifak kurar mı türünden sorular etrafında dönmek gereksiz. Asıl olarak üzerinde durulması gereken şey CHP’nin izlediği politikalarla bugün sürüp giden baskı ve sömürü sistemine, onun üzerinde yükseldiği siyasal İslamcı faşizme karşı esaslı bir itirazının bulunmamasıdır. Bu anlamda iktidarıyla muhalefetiyle Türkiye’yi Amerikancı doğrultuda, sermayenin yeni sömürü politikalarını emekçilerin yoksulluğu ve açlığı pahasına hayata geçiriyorsa, o ya da bu partinin ayrı yerlerde ya da ittifakta olup olmaması tartışmaları bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

II

Türkiye’nin bugün yaşadığı çok katmanlı kriz bir anlamda tek adam rejiminin bir krizi. Türkiye’nin tek adam rejimine geçişi, sermayenin küresel yaygınlık kazanmasına bağlı olarak hızlı karar alma ihtiyacının bir ürünü olduğu kadar ABD’nin özellikle de BOP kapsamında Türkiye’nin ılımlı İslamcı bir lider ülke –hilafet merkezi– haline gelmesiyle de ilgiliydi. Bugün de bu güçlerin tercihlerinin bu doğrultuda olduğu biliniyor.

CHP, Mayıs seçimleri öncesinde parlamenter sisteme dönüşten söz etmiş olsa da seçim boyunca bu konuda tek bir söz etmedi. Aksine aslında bir tür tek adamlığı üstlenme misyonuyla yürütülen propaganda ile tek adam rejimi adete tartışma dışı bırakıldı. Mayıs seçimleri sonrasında ise tek adam rejimi eleştirisi tümüyle rafa kaldırıldı. Normalleşme adı altında atılan adımlar da bir yanıyla tek adam rejimine bir meşruluk atfedilmesinden başka bir anlama gelmiyor.

Toplumu ekonomik ve sosyal bir krize sürükleyen temel dinamikler kapitalizmin yeni sömürü politikalarından kaynaklanıyor. Pandemide de net bir biçimde ortaya çıkan sağlık krizine nasıl sağlığın ticarileştirilmesi kaynaklık ediyorsa, eğitimdeki piyasalaşma, tarımın şirket egemenliğine temsil edilmesi ve üretim alanlarının ve kamu birikimlerinin özelleştirilmesi sorunların temelindeki nedenler.

M. Şimşek’in krizden çıkış adına ileri sürdüğü program ise sermayeyi ve tekelci finans çevrelerini korumaya almak üzere, emekçilerden sermayeye servet transferine dayanıyor. 

M. Şimşek’in krizden çıkış adına ileri sürdüğü program ise sermayeyi ve tekelci finans çevrelerini korumaya almak üzere, emekçilerden sermayeye servet transferine dayanıyor. CHP'nin ise bu programa toplumun da öne çıkan ücret taleplerinin bir kısmını ifade etmenin ötesinde özüne bir itirazı bulunmuyor. Bir dönem beşli çete üzerinden sürdürülen kamulaştırma tartışması zaten çoktan kenara bırakılmıştı ama bu vurguncu şirketlere yönelik eleştiriler de bir kenara bırakılarak, özelleştirmeler ve kamu birikimlerinin geri alınması tümüyle dışlanıyor.

Ötesinde CHP kazandığı yerel yönetimlerde halen ticarileşmemiş, özelleşmemiş hizmetlerin özelleştirilmesine yönelik girişimler içine girmekten geri durmuyor. Sağlıkta, eğitimde özel hastane ve okulların varlığına dahi sorgulama olmaksızın; tarımda şirket egemenliğine karşı çıkılmadan ya da sermayenin sıcak para akışını güvence altına almayı çıkış yolu görerek emekçilerin hak ve taleplerinin savunulması mümkün değildir.

Hatırlanırsa CHP’nin düzene ve rejime ilişkin köklü itirazların da dile getirildiği tek bir dönem ’70’lerin başlarında Ecevit’in politikaları oldu. Ecevit, yükselen devrimci hareketin de etkisiyle, yöneldiği bu kısmi düzen değişikliği programıyla halk kitlelerinin desteğini alarak yükselirken bundan koptuğu oranda da kendi sonunu hazırlamıştı. Popülist söz oyunlarıyla anketlerde oylarının yükseldiğini söyleyen CHP Genel Başkanı ve yöneticilerinin şimdi bugüne bir de bu gözle bakmalarında fayda var.

III

Türkiye’de şimdi belki toplumun büyük kısmının da beklentisinin aksine gidişat bu anlamda hiç de olumlu görülemez. Bu elbette ki bir karamsarlık olarak düşünülmemeli, aksine tam da Mart seçiminde CHP’yi birinci parti olarak yükselten de asıl olarak toplumdaki büyük değişim arzusu ve iradesinden başka bir şey değil.

Toplumda bugün de büyüyen bir toplumsal değişim talebiyle birlikte, ekonomik ve sosyal bunalım karşısında bu rejimden kurtulmayı bir hayat memat meselesi olarak gören büyük bir çoğunluk var.

Ancak bunların varlığı tek başına durumu değiştirmeye yetmiyor. Böyle bir mücadele salt seçimlerde oy kullanmaya ya da şimdi ileriye randevuları kesilen erken seçimleri bekleyerek başarılamaz. Parlamenter düzleme ve parti başkanları arasındaki ilişkilere sıkıştırılmış bir siyaset aslında tam da bugünkü baskı ve sömürü düzeninin tıkır tıkır işlemesi için ayarlanmış bir oyundan başka bir şey değil.

Tüm kurumların çürüdüğü, Meclis’in göstermelik bir hale geldiği, yargının bağımsızlığının kalmadığı “illegal faşist yargı çetelerinin” devreye girdiği bir ülkede tek umut halkın örgütlülüğü için uğraşacak olan devrimcilerdir.