Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rize’de yaptığı seçim mitinginde yaş çay alım fiyatını 11 TL 30 kuruş olarak açıklamıştı. Çay üreticileri, bu fiyata kendilerini açlığa ve borca mahkûm ettiği gerekçesiyle karşı çıkmış ve 18 liralık fiyat beklentilerini ifade etmişlerdi. Aradan bir iki hafta geçti, bu kez seçimin 2. turu için CHP Gençlik Kolları Rize İl Başkanı ve merkez ilçe yöneticileri çay üreticilerini ziyarete gittiler.

Üretici artan maliyetlerden, yaş çay alım fiyatının yetersizliğinden ve ÇAYKUR’un kota uygulamasının kendilerini çayı düşük fiyatla özel sektöre satmaya mecbur bıraktığı gibi sorunlardan dert yanarken heyet, seçimi Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde yaş çay alım fiyatının 15 liraya yükseltilmesi, gübre maliyetlerinin yarısının devlet tarafından desteklenmesi, çayda taban fiyat uygulaması ve ÇAYKUR’un mevsimlik işçilerine kadro gibi vaatlerin gerçekleşeceği taahhüdünde bulundu.

***

Farklı yayın organlarınca haberleştirilen ziyaret, sosyal medyada oldukça yüksek etkileşim almaya devam ediyor. Fakat konuşulan ne yazık ki açıklanan yaş çay alım fiyatının düşüklüğü değil. Üreticinin üretim koşulları, artan maliyetler altında ezilmesi, açlığa ve borca itilmesi de değil. CHP’li heyetin seçim sonrasına yönelik vaatleri de değil.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs seçimlerinde Rize’den yüzde 72.79, AKP’nin ise yüzde 53.4’lük bir oy alması konuşuluyor. Böylece iktidarın açlığa mahkûm eden politikaları gizlenirken, ana muhalefetin politikalarının yeterliliği de sorgulanmıyor. Daha da kötüsü üreticinin üretim koşullarındaki güçlükler, sorunları ve bunlara yönelik kamuoyu oluşturması da engelleniyor.

Bu günlerde 14 Mayıs seçimlerinde emekçilerin neden sağ partilere oy verme eğiliminde olduğuna dair bir dizi analiz paylaşılıyor. “Boş tencere” üzerinden yapılan bu analizlerin bir kısmı, bizleri tencerenin aslında boş olmadığına, iktidarın bu nedenle gitmediğine ikna etmeye çalışır görünüyor. Bir kısmı muhalefetin tencereyi doldurmaya ikna edemediğine işaret ediyor.

Tüm bu tartışmalar aklıma, “Kapitalizmin ABC’si”, “Sınıf Matrisi: Kültürel Dönüş Sonrası Sosyal Teori” gibi kitapların yazarı ve New York Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Vivek Chibber’in geçtiğimiz yıl Jacobin Mag’den Ella Teevan’a verdiği röportajı getirdi. “İşçi sınıfı olmadan sosyalizm olmaz” başlıklı röportaj 2022’de sosyalistlerin görevinin ne olduğuna, işçi sınıfından oluşan Donald Trump seçmeni ve kitle siyasetinde entelektüellerin rolü konularına odaklanıyordu.

Herkesin kendi maddi çıkarları doğrultusunda oy kullanmaya çalıştığını düşünen Chibber,  işçilerin sağcı adaylara oy verme davranışını iki boyutla açıklıyor: “Birincisi, aşırı ideolojik olmamaları.”. İkincisi ise sağın işçileri, ekonomi politikalarının sonuçları konusunda “...günlük deneyimler üzerinde etkisi olan politikalar konusunda” maddi fayda sağlayabilecekleri yönünde yanıltabilmesidir. Chibber bunun yanı sıra, DSA (Amerikan Demokratik Sosyalistleri) üzerinden yaptığı değerlendirmesinde bugün eksik olanın sosyalist kadroların emekçi sınıflar arasındaki varlığı olduğunun altını çiziyor. Chibber esasen “sosyalistlerin görevinin her zaman olduğu gibi” işçi sınıfı örgütlenmesini inşa etmek olduğunu, “tüm küçük tortular”ın emek hareketini beslemesi gerektiğini vurguluyor.

***

Chibber röportajının sunduğu tartışma geride bıraktığımız ve önümüzde duran seçimlerin dinamiklerini kavramak için olduğu kadar önümüzdeki dönemin emekçilerden yana mücadelesi için -elbette ülkemize özgü sınıfsal ve ideolojik koşulları da hesaba katma gereğini akılda tutarak- yapılması gerekenlere dair de dikkate değer tespitler ve ipuçları içeriyor[1]. Sonuçta, önümüzdeki dönemde ülkemizde emekçiler için ekonomik sorunların, açlığın ve yetersiz beslenmenin artacağı görünüyor. 14 Mayıs’ta verilen oylar bu sonucu ne yazık ki değiştiremiyor. İkinci tura 5 gün kala bu çerçevede öncelikli görevimiz şüphesiz ki değişim talebimizi ve irademizi sandığa taşıyıp, sandıklara sahip çıkmak olacak.

[1] https://jacobin.com/2022/07/vivek-chibber-interview-working-class-organizing-dsa