“Ecnebi”
Bütün sözcükler sonuç olarak birer tanımlayıcıdır ve ‘sıradan’ oldukları söylenebilir. Fakat bazıları muhteva, niteleme gücü ve anlam bakımından diğerlerine göre çok daha fazla etki bırakmıştır. Bu da genellikle hakim politik kültürle ilişkili olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu sözcüklerin işaret ettiği olgular, dinleyen ya da okuyanı kendine yakınlaştırabilir ya da uzaklaştırabilir. Mesela laiklik, devrim, muhafazakarlık ve şeriat böyle sözcüklerdir.
Ecnebi, Osmanlı’dan beri inşa edilen ve Cumhuriyet döneminde de aynı algıya konu olan sözcüklerden birisidir. Daha en baştan yarattığı hissiyat dışlayıcı ve tedirgin edicidir. Zira sadece yerli olan üzerinde ‘emelleri olan’ bir yabancıyı değil, yerlilerin de ‘yabancı’ oldukları hissini anlatır. Bu yüzden Türk modernleşmesinin daha ilk zamanlarından başlayarak bir ‘karşı ecnebi’ zihniyet inşa edilmişti. Aynı zamanda bir Darüşşafaka’lı olan Salih Zeki bu anti-ecnebi zihniyetin ilk temsilcilerinden birisiydi. Posta işlerinde uzmanlaşması bir ‘ecnebi memleket’te aldığı eğitimle mümkün olsa da, Osmanlı’daki ‘ecnebi postanelerin kapatılması’ için hayli mücadele vermişti.
∗∗∗
Ecnebi coğrafyanın iktisadi ve politik anlamda daha gelişmiş olması, aslında hep bir sorundu. Zira ‘ecnebilerden’ öğrenecek çok şey vardı. Bu nedenle Cumhuriyetin daha ilk yıllarında ‘ecnebilerin görgü ve bilgisinden istifade etmek’ için türlü adımlar atılmıştı. 1929’da çıkarılan “Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun” bu amaçla ilgiliydi. Nitekim yasanın çıkarıldığı yıl, Türkiye, eğitim amacıyla Avrupa ülkelerine 170 öğrenci göndermişti.
Fakat yine de ‘ecnebi’ye yüklenen anlam yerinde durduğu için ‘milli teyakkuz’ hali hep canlı kalmıştı. 1932’de ‘Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun’ sadece Türk vatandaşlarının icra edebilecekleri mesleklerin bir listesini yapmıştı. Veterinerlik, garsonluk, fotoğrafçılık, ayakkabıcılık, kapıcılık gibi nice meslek ‘ecnebi’lere yasaklanmıştı. Bu politika yıllar boyu devam edecekti ki 5 Temmuz 1950 tarihli İstanbul Postası’nda yayınlanan bir habere göre Türkiye’de lokanta, birahane, kokteyle salonları ile bilinen tüm yiyecek içecek satılan yerlerde “yabancı uyruklu garsonların çalıştırılmaması” yönünde bir Bakanlar Kurulu kararı bile çıkarılmıştı.
‘Ecnebi’ kaygısı öyle baskındı ki karşılıklı anlaşmalarla ülke dışından bu coğrafyaya gelenlere karşı da bir tür teyakkuz hali oluşmuştu. 1934’de çıkarılan 2510 sayılı İskan Yasası, gelecek göçmenler içinde ‘casus ecnebilerin’ varlığına özellikle dikkat çekmiş; bu kaygı da yıllarca canlı tutulmuştu. 1959’da CHP İstanbul İl Başkanı Şemsettin Günaltay, “Türkistan, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya’da casusluk mekteplerinde sureti mahsusada yetiştirilip göçmen ve mülteci sıfatları adı altında yurda sokulanlara tesadüf edilmektedir” diye konuşmuştu.
∗∗∗
Onlarca örneği olan bu zihniyetin daha büyük soruna dönüştüğü yer, ırkçılığın güçlü şekilde tedavüle girmesiyle ‘ecnebi’ kapsamının genişlemesiydi. Sözcük, artık sadece ‘yabancı’ olanı değil, aynı zamanda dahili sınırlarda bulunan, fakat başka dinden olanları da kapsayacak şekilde tedavüle girmişti. O kadar ki artık ‘Türk kanından olmak ya da olmamak’ gibi bir mesele vardı. 1938 de çıkarılan Ergenekon Dergisinde “her şeyin üstünde Türk Irkı” yazılıydı. Bir yıl sonra çıkarılan Bozkurt Dergisi’nin de her sayısında aynı sloganlar vardı. 1940’lı yıllarda çıkarılan dergilerde “Türk kanın temizliği” gibi söylemler yer almıştı. Bu ülkede ‘asil Türk olmayanların hayat hakkının bulunmadığı’ söylemi de aynı dönemin mahsulüydü. Hatta ‘Türk halkının felaketinden kurtulmasını sağladığı için azınlıkların, Varlık Vergisine şükretmeleri gerektiği’ de yazılmıştı. Özetle ‘ecnebi’nin alanını genişletmek ve ‘düşman’ kategoride tanımlamak bu zihniyetle birleşince, çok daha tehlikeli bir iklim ortaya çıkmıştı ki Hrant Dink’in katli bu politik iklimin ürünlerinden birisiydi.
Türkiye’de barışçıl bir politik atmosferin gelişmesi, aynı zamanda bu sözcük ve söylemlere yüklenen anlamlarla ve onların pratik sonuçlarıyla köklü bir hesaplaşma yapılabilmesine bağlıdır. ‘Ecnebi’ o sözcüklerin/olguların en başında gelmektedir.