Sigrid Nunez belki büyük bir yazar değil. Dost belki büyük bir roman değil. Ama Nunez kesinlikle özenli bir yazar ve Dost da o özenin yarattığı şefkatle bezenmiş okuması gayet keyifli bir roman

Edebiyat ve herkes

GÖKHAN YAVUZ DEMİR

Sanırım 2013’ün sonlarıydı. Bütün bir hayatımın geçtiği kampüsten nedense çok uzaklaşmış ve kendimi İstanbul’da tarihî bir konsolosluk binasındaki herhangi bir edebiyat etkinliğinde bulmuştum. O gece tanıştığım herkes yazar, hatta romancıydı. Memlekette ne kadar çok yazar olduğunu o gece öğrendim. Sonra dünyada da yazar sayısının hızla arttığını fark ettim. İnsanlık tarihinin her aşamasında birileri çıkıp felaket tellallığı yaparak edebiyatın bittiğini yüksek sesle haykırmıştır. Fakat belki de insanlık tarihinde yazar sayısı okur sayısını ilk defa geçiyor olabilir. İşte bu gerçek bir tehlike: yazmanın demokratizasyonu! Ne ara bu kadar çok yazarımız oldu? Ne ara bu kadar çok kitap yazdık - okuyamayacağımız kadar çok hem de!

Sigrid Nunez’in Dost’u sakın ha benim gibi sizi de adıyla, kapağıyla yanıltmasın. Evet kitapta bir kadın ile Danua cinsi bir köpeğin dostluğu anlatılıyor ama bu bildiğimiz anlamda bir “köpekli” hikâye değil. Dost, merkezine aldığı köpek ve kadın hikâyesi üzerinden dostluk, kayıp, yas hakkında şefkatle yazılmış bir roman. Fakat asıl derdi edebiyatın günümüzde yöneldiği bu yeni istikamette herkesin yazar olma isteğinin ne mene bir şey olduğu.

Romanın isimsiz kadın anlatıcısı, aynı zamanda hocası da olan ve bir dönem kısa bir gönül ilişkisi yaşadığı en yakın dostunun intihar etmesiyle acılı bir yas sürecine girer ve bir yazar olarak hem yaşamak hem de yazmak üzerine derin düşüncelere dalar. Üstelik dostunun ölümünden kısa bir süre önce sahiplendiği Danua cinsi ihtiyar bir köpeğe de kira sözleşmesinde oturduğu dairede köpek bakamayacağı açıkça belirtilmesine rağmen evinin kapısını açmak zorunda kalır. Ortak dostlarının arkasından yas tutan iki yabancının birbirlerini tanıma ve beraber yaşama hikâyesi de böyle başlar. Bir yas romanı için anlatıcıya Apollo gibi bir köpekten daha iyi bir yoldaş düşünülebilir mi! Herkesin bilebileceği gibi köpekler dünyanın en iyi yas tutan canlıları olabilir.

EDEBİYATTA İNSAN KÖPEK DOSTLUĞU

Anlatıcı, isimsiz yazar hocasının kaybıyla yüzleşmeye çalışırken şimdi bir de bir köpeğin bakımıyla uğraşmak zorundadır. Apollo, kadının hayatına büyük bir sorun yumağı olarak girmiş ancak çok geçmeden de kadının hayattaki yegâne tesellisi hâline gelmiştir. İşte böyle sıkıntılı bir dönemde kadın yazar hocasını, hatta eski aşkını hatırlar ve onun sebepsiz gibi görünen intiharını kendisi için anlaşılır kılmaya çalışırken; yazmak ve yaşamak üzerine düşünmeye başlar. Elbette Apollo sayesinde edebiyattaki köpek anlatıları hakkında ve insan ile köpek arasındaki dostluk üzerine de yeniden düşünme imkânı bulur. Bu noktada Sigrid Nunez büyük bir romancı olmasa da romanını başka romancılardan enfes anekdotlarla edebî bir üslupla kaleme alınmış bir doktora tezi gibi incelikle işliyor. Beckett, Kundera, Rilke, Coetzee, Hemingway, Le Guin, Aleksiyeviç ve O’Connor gibi isimler, işte bu entelektüel refleksiyon ve hayat muhasebesi esnasında romanın hikâyesine ustalıkla yedirilmiş bir geçit resminde sırayla boy gösteriyorlar.

Bugün işinden ve hayatından memnun olmayan her meslek sahibinin rüyalarını süsleyen yazarlık, aslında tamamen bir yoksunluk sanatıdır. Tarih boyu yazarlar genellikle baş edemedikleri bir yoksulluğun pençesinde kıvranıp durmuş, yazmak uğruna hayatlarını yaşamamaya razı gelmiş insanlardır. Yazı, insandan ömrünü vermesini talep eden ama karşılığında herhangi bir ustalığın, meselâ şöhretin ve servetin garantisini asla vermeyen bir kapris tanrıçasıdır. Büyük yazarlar, yazmaktan başka bir yol bulamadıkları için yazmış başka türlü yaşamayı beceremeyen lanetlilerdir. Çoğu yazar ancak yıllarını verdikten sonra bir üslup ve tarz kazanabilmiştir. Oysa bugün her keseye uygun yaratıcı yazarlık kurslarında, çoğu kişi parasını vererek bir-iki sene içinde yazar olabileceğine inanıyor.

YAZARLIK VE HUZURedebiyat-ve-herkes-688129-1.

Kaybettiği eski dostu gibi kendisi de yazarlık dersi veren bir yazar olarak anlatıcı, bütün bunlar üzerine derin bir sorgulamaya girişiyor. Kendi öğrencilerinin edebiyatla ilişkisini düşünüyor. Meselâ başka insanların yazdıklarını okumak istemeyen ama başka insanların onun yazdıklarını okumasını isteyen Öğrenci A’yı hatırlıyor. Başkalarının hikâyelerini merak etmeyen ancak başkalarının kendi hikâyesini merak edeceğinden çok emin olan Öğrenci A, aslında günümüzde adım başı her sokakta karşılaşabileceğiniz milyonlarca özel insandan birisi. Herkesin özel olduğu çok sıradan bir çağda yaşıyoruz.

“Ya yaşar ve yazmazsın yahut da yaşamaz ve yazarsın” prensibinin aksine, özel insanları daha da özel kılmaya yeminli günümüz piyasası başka bir etkinlik eşliğinde alınabilecek yazarlık eğitimi fırsatlarıyla “yazmak için yaşamaktan neden vazgeçesin ki” prensibini pompalıyor: “Hem yazıp hem afiyetle gurme yemekleri yiyebilir, hem yazıp hem şarap tadabilir, hem yazıp hem dağlarda bisiklete binebilir, hem yazıp hem yolcu gemisiyle denize açılabilir, hem yazıp hem kilo verebilir, hem yazıp hem bağımlılığınızdan kurtulabilir, hem yazıp hem örgü örmeyi, yemek pişirmeyi, unlu mamuller yapmayı, Fransızca ya da İtalyanca konuşmayı öğrenebilirsiniz vs. Bugün bir edebiyat festivalinin el ilanı: ‘Kim demiş yazarlık ve rahatlama birbiriyle bağdaşmaz diye? Mükemmel kaçışın tadını çıkarın: Yazarlık atölyesi ve kaplıcada inziva.’” Zavallı Balzac, Pessoa veya edebiyatın bütün cefasını çeken diğer sefil ve yalnız dehalarına insan hakikaten acıyor!

Bilge Kolombiyalı üstat Nicolás Gómez Dávila’nın tespitini yeri gelmişken bir kez daha hatırlayalım: “Edebiyat hiç kimse yazmadığı için değil, tersine herkes yazmaya başladığı vakit ölür.” Çünkü herkes yazar olduğunda, aslında hiç kimse yazar değildir! Belki de biz edebiyatseverler, edebiyatın hayrına yazarlık sevdamızdan vazgeçip sadece iyi bir okur olmanın verdiği mutlulukla yetinmeyi öğrenmeliyiz.

Anlaşılan Nunez’in anlatıcısı ve ihtiyar Apollo’su, intihar eden eski dostlarının şahsında grafomanyak bir çağda can çekişen edebiyatın yasını tutuyorlar. Tıpkı 1839’da “Yazmak ve bir şeyi yayımlatmak giderek daha az özel hâle geliyor. Neden ben de yapmayayım? diye soruyor herkes” diye yazan Fransız eleştirmen Sainte-Beuve gibi...

Bu manzarada yazarak tutunamayacağını anlayarak intihar eden hocasının aksine anlatıcı Apollo’nun sıradan bilgeliğine sığınıyor. O da Aborjinler gibi bir insanı ancak bir köpeğin insan yapabileceğini anlıyor ve bize Tanrı muamelesi yaparak bizi onurlandıran köpeklere çoğumuzun yaptığı gibi eşya muamelesi yaparak karşılık vermekten vazgeçiyor. Apollo’yla aynı yatakta uyumanın, sabah ve akşamları beraber yapılan yürüyüşlerin tadına varıyor. Sonra Apollo’nun iyice yaşlandığını ve yakında vedalaşacaklarını kabulleniyor. İşte o zaman romanın ana fikrine anlatıcı da ulaşıyor: Özlediğimiz şeyler -kaybettiğimiz ve yasını tuttuğumuz şeyler- bizi gerçekten biz yapan şeylerdir. Herkesin özel olduğu bir çağda, sıradan bir köpekle kurulan hakiki bir dostluktan daha özel bir şey yoktur.

Sigrid Nunez belki büyük bir yazar değil. Dost belki büyük bir roman değil. Ama Nunez kesinlikle özenli bir yazar ve Dost da o özenin yarattığı şefkatle bezenmiş okuması gayet keyifli bir roman. “Ah, dostum, dostum!” çığlığıyla biten bir romanı okumanın keyfine varmaktan kendinizi alıkoymayın.