Google Play Store
App Store

Çok mutluyum, yıllardan sonra tekrar bu mahalledeyim. En son neredeyse otuz yıl önce, yine böyle bir zemin katta yaşamıştım; kısa bir süreliğine ama olsun, soranlara “Ben aslen otuz yıldır bu mahalledeyim” diyebiliyorum şimdi. Melih ön ayak olmuştu mahalleye taşınmama, hakkını ödeyemem, ki aslına bakarsanız Melih de tam olarak bu mahalleli değil, onu iki sokak (yoksa koridor mu desem?) aşağıdaki Siyaset Mahallesi’nden bilirsiniz. Edebiyat Mahallesi’nin gediklisi olan Selim’i Melih’den bile önce tanırdım, o da beni tanırdı ama asla kefil olmadı. “Çok kabasın, çok sertsin, bizim mahalleye yakışmazsın,” demişti Selim. Melih bunu duyunca kızmış ve “O kendi pempe poposuna baksın” diyerek kira kontratımın kefil kısmına imzasını atıp mahalleye yerleşmemi sağlamıştı. Tabi kefilin kim olursa olsun, bu mahallede kalıcılık kolay değil. Bir ömür uğraşıp yine de bu zemin katını bile bulamayanlar var.

Sokağa bakan tek bir penceresi olan daracık bir odadayım. Yan odalarda da benim gibi kimsenin pek bilmediği kiracılar yaşıyor. Ne onlar beni tanıyor, ne ben onları. Mahallemiz bitişik nizam sekiz katlı ahşap yapılardan oluşur. Benim gibi zemin kat kiracılarının tamamı ayakkabı modasını bilir, çünkü yoldan geçenlerin ayaklarını görürüz sadece. Sekizinci kat da pek makbul sayılmaz ama geçenler oradakileri görmek için sadece kafalarını kaldırır, bizim için ise çok daha zor bir işe girişmeleri gerek: Eni konu çömelmeleri, dizlerini kırmalı lazım. Kim bu zahmete katlanır ki? Bizim alemde en kötüsü, zeminde olmak anlayacağınız.

Bu mahallede en havalı, en beğenilen tiplerin tamamı beşinci ve altıncı katlarda yaşayanlar. Bunlar sokaktan geçenlerle göz göze gelebilme ayrıcalığına sahip. Sokaktakiler onları görmek için ne aşağı eğilir, ne de yukarı bakarlar, dosdoğru karşılarındadırlar. Burada herkesin derdi kendini sokaktan geçenlere beğendirmek olduğu için, beş ve altıncı kattakiler en avantajlıdır.

∗∗∗

Biz zeminde daracık bir yer bulduk diye sevinirken, beşinci altıncı katta tek başına bütün katı sahiplenenler var. Mesela benim tam karşımdaki apartmanda altıncı katın tamamı Orhan’a ait. Gelen geçen herkes Orhan’a ve onun türlü çeşit pencerelerine bakıyor. Ben bu Orhan’la taa 1993’de konuşmuştum ama hiç ilgilenmemişti kibirli herif. Böyle dediğim için onu sevmediğimi düşünmeyin. Ayrıca bu mahallede “herif” kaba bir söz sayılmaz, biraz kulak kabartırsanız herkes herkese ne küfürler eder.

“Sen bu karşıdaki Orhan’ı mı övüyorsun?” dedi biri. Bir baktım Tahsin, inanamadım. “Ya sen zemin kata düşecek adam mısın?” dedim şaşkınlıkla. Demek sesli düşünüyordum, her söylediğimi duymuş. “Bu ülkeden başka ne bekliyorsun?” dedi Tahsin aksi bir tonla, “Pek sevdiğin Orhan o koca katı nasıl aldı sanıyorsun? Nesini beğeniyorsun onun? Daha Türkçe’yi bile bilmiyor.” İçimden “Öyle deme ya, edebiyat edebiyat öğretmeni gibi okunur mu?” diye Haluk’tan bir alıntı geçirdim ama Tahsin nasılsa bunu da duydu. “Sen kimsin ulan?” dedi. “Gerek’ ve ‘lazım’ sözcüklerini yan yana kullanacak kadar yeteneksiz birinin ne işi var benim yanımda? Allah bilir tekrara düşmemek için ‘cevap’ ve ‘yanıt’ı da beraber kullanıyorsundur. Bir de ‘taa’ diyor, Bursalı mısın sen? Dil fukarası cahiller, her yeri kapladınız.”

Nasıl olsa duyacağı için içimden bile bir yanıt vermeme kararı aldım. Hem ne cevap verebilirdim ki? “Ben böyle seviyorum” diyecek halim yok. Üst kattan Burhan ve Ahmet’i işittim, ikinci kattalar mı, daha mı üstteler bilemedim ama bana göre onlar altıncı katta yaşamalı, canlarım ya. Seslenmeye çalıştım ama elbette duymadılar. Bu mahallede kimse kimseyi pek duymaz, hele de zemin kattaysan üst katlara sesin kolay kolay gitmez.

O sırada Orhan’ın yan apartmanında, aynı katta Zülfü, Yaşar ve Orhan’la (öteki Orhan, yok şair olan da değil, Adanalı) sohbet eden Ercan’ı gördüm ve neşeyle seslendim. Bak o duydu beni... “Vay be Ercan, bu üçü seni de aralarına aldı ha?” dedim. “Yanlarında bir doktor olması içlerini rahatlatıyor,” dedi gülerek. “Bi de biz Zülfü ile torpilliyiz zaten, her tarakta bezimiz var,” dedi. Halime acımış olmalı, tevazuda cimrilik etmiyordu. “Fakir nerede peki?” dedim. Üzüntüyle “O ikinci kata kadar indi, hep şu liberaller yüzünden.” “Aziz? Onu da göremiyorum...” “Aziz bile üçüncü katta, onun yerine beşinci altıncı kata gelenleri söylesem inanamazsın, bu gidişle Yaşar ve Adanalı Orhan bile taşınmak zorunda kalabilir.” İçim yandı. Tahsin’i zemin kata taşındıran vasatlık bu insanlara da acımazdı elbette. Yukarılardan bir yerden Oğuz’un “Clarissa Pinkola bir ben iki, alıp da okumayana yazsan ne yazar” dediğini duyar gibi oldum ama belki bana öyle geldi.

∗∗∗

Ercan herkes hakkında bilgilendirdi: Hikayeci Ahmet sahiden de bizim apartmanda beşinci kattaymış, onun üstünde de polisiyeci Ahmet bütün katı kapatmış. Bir zamanlar aşık olduğum Latife yan apartmanda, Tomris ve Tezer ile bitişik oturuyormuş. Ece de uzaklarda değilmiş, Hakan’ın çalımından geçilmiyormuş, Tuna bir kat yukarı taşınmış keyfi yerindeymiş. Cevat diziden sonra bir apartmanın altıncı katına Sabahattin’e komşu yerleşmiş. Adalet, Füruzan, Murathan, Şebnem, Hikmet, Faruk, Gürsel, İhsan, sevdiğim herkes benim sıramda üst katlardaymış. “Özlem’i tanıyor musun?” dedi Ercan. “Az tanıyorum,” dedim. “Bayılırsın,” dedi göz kırparak.

Sıra bana geldi: “Siyaset Mahallesi, İletişim Sokak’ta beşinci katta mis gibi evin vardı, niye buradasın?” dedi. “Ya benim siyasetim bile edebiyattı aslında ama kimse kıymetimi bilmedi. Bu kentte gitmediğim mahalle kalmadı: Kişisel Gelişim Mahallesi’nde oturdum, bir ara Eğitim Mahallesi’nde bile kaldım ama gönlüm hep bu mahallede. Gel gör ki burada çok tutmazlar, bu mahallede herkes beni reklamcı olarak değerlendirip küçümsüyor. Hani tanıyıp da küçümseseler diyecek sözüm yok ama bir satır yazımı okumadan yapıyorlar bunu.”

Tam “Ben Dostoyevski okudum, James Joyce okudum” diye ağlayacaktım, penceremin önünde biri durdu ve bana doğru eğilerek: “Aaa Ateş İlyas Başsoy” dedi. Genç bir kızdı, beni eline alıp içimi açtı ve rasgele okumaya başladı. Kendime çeki düzen verip gülümsedim. Kızın yanında bir oğlan belirdi, “O kim ya, reklamcı bir yavşak,” Delikanlıya öfkeyle baktım ama belli etmedim. Kız, “Öyle deme, BirGün’de çıkan yazıları var güzel” deyince ona yine gülümsedim.

Selim karşı apartmanın ikinci katından bağırdı: “Aman bırakın onu, çok kaba.” Tahsin, “Türkçeyi de bilmiyor!” diye ona katıldı. İstanbullu Orhan bunları duymadı bile. Adanalı Orhan da Yaşar’la kadeh tokuşturuyordu, istese bile duyamazdı.