Edgü’nün yazını ve poetikası
İnsan Edgü’de hiçbir zaman şanlı, kutsal, mağrur ve muzaffer bir varlık olmamıştır. Eksik, çelişkili, tedirgin, ürkek, yenik bir varlıktır Edgü için insan ve varlığı da sanki öyle görünüyor ki: s a ç m a d ı r.
Yalın Alpay - Yazar
Ferit Edgü’yü ilk kez 2014 yılında, Fikret Mualla üzerine bir kitap yazmaya niyetlendiğimde okumaya başladım. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (günümüzde Mimar Sinan Üniversitesi) Resim bölümü mezunu Ferit Edgü, üniversite sonrasında Paris’te geçirdiği yıllarda Parisyen Türk ressamlarla kurduğu kişisel tanışıklıkların da etkisiyle Abidin Dino ve Fikret Mualla başta olmak üzere yerli ve yabancı pek çok ressam üzerine çeşitli sanat dergilerinde, sergi kataloglarında ve ressam monografilerinde metinler yayınlamıştı. Resim eğitimi alan, felsefi ölçütlere uygun şekilde akıl yürüten ve kendisini edebî şekilde ifade eden Edgü’nün resim yorumları soyut ile somut arasında gidip geliyor; resimlerin oluşumunda yalnızca düşüncenin ve estetik değerlerin değil, ressam bedenlerinin tabi olduğu koşulların etkilerinin de hesaba katıldığı tümel yaklaşımlar çerçevesinde, dilin de mahir kullanılmasıyla elde edilen rafine metinler sunuyordu.
KOLEKSİYONER, KÜRATÖR, EKSPER
Edgü Türk resim dünyasında yalnızca bir yazar olarak var olmuyor, aynı zamanda bir koleksiyoner, bir küratör ve bir eksper olarak yer alıyordu. Özellikle Fikret Mualla söz konusu olduğunda, Türkiye’de üretilen sahte Fikret Mualla resimlerinin bolluğu yüzünden, herhangi bir Fikret Mualla tablosu satışında da gözler çabucak, bir zamanlar Türkiye’nin en büyük Fikret Mualla koleksiyonuna sahip Edgü’ye dönüyordu. İstanbul Modern tarafından 2005 yılında düzenlenen Fikret Mualla Retrospektifi sergisi de başta küratör olarak Ferit Edgü’yü belirlemiş fakat çok geçmeden Edgü seçilen bazı resimlerin gerçekliklerinin kuşkulu olduğu imalarını ileri sürmüş, kurum da, örtük şekilde, Edgü’nün resim ticareti yaptığı için kendisinden alınmayan Fikret Mualla resimlerini kuşkulu bulduğunu anıştıran açıklamalar yapmış, (bu açıklamalar böylesine net ifade edilmedi fakat göndermeler aşağı yukarı bu şekildeydi) taraflar işbirliğini sona erdirmiş ve sergi için çok kıymetli başka küratörlerle anlaşma sağlanmıştı.
Edgü ilerleyen yıllarda çeşitli Fikret Mualla satışlarında eksperlik yapmayı örtük şekilde de olsa sürdürdü. Ben de kendi Fikret Mualla koleksiyonumdan 15 parçalık bir seriyi 2015 yılında bir müzayedede blok halinde satışa çıkardığımda, müzayede şirketi tabloların gerçekliğini Ferit Edgü’ye onaylatmıştı. Fikret Mualla resimleri o zamanlar bugünkü gibi pahalı değildi; okurlar bana boşuna içerlemesinler; kaçırdığım ekonomik fırsat için birlikte üzülmüş gibi bile yapabiliriz.
DENEMELER, ÖYKÜLER, ROMANLAR
Sanat yazılarının yanı sıra öykü, roman, şiir, oyun, deneme, senaryo alanlarında yapıtlar üretmiş Ferit Edgü’nün çeşitli kitaplarında farklı temalar altında bir araya getirdiği resim yazılarını bitirince, denemelerine başladım. Edgü’nün sanat yazıları ile deneme yazıları arasındaki belirgin benzerlik, akıl yürütme sırasında yalnızca arı akla değil, insanın duygularına ve bedenine de her anlamda yer açması, metinlerinde değişmez yasaları değil elastik yorumları, kişisel yargıları değil serimleyen betimlemeleri tercih etmiş olmasıdır.
Her şeyin değiştiği bir dünyada, bir şeyin bilgisi sabit kalamayacağından, Edgü için bir “mutlak” yoktur: “Mutlak kavramını bıraktım (…) çünkü bir gün Mutlak’ın var olmadığını öğrendim” (Edgü, 2019, s. 21). Mutlak kavramına inanç ortadan kalkınca, bilgi ve inanç gibi konularda da yüzergezer bir değişim için kapılar açılır; Edgü’de de böyle olmuştur: “Ben otuz yıl önce neysem, şimdi de oyum, diyor, inançlarından söz ederken. Değişen dünyadan etkilenmeyen inancın ancak dinsel bir inanç olacağının farkında bile değil” (Edgü, 2019, s. 98). Ve zaman zaman referans verdiği, çoğu kez katıldığı ama arada karşı da çıktığı Nietzsche’ye dayanarak: “‘Yaratıcı olmak isteyen, her şeyden önce yıkmayı, değer yargılarını havaya uçurmayı öğrenmeli’. Ben değil, yüz yıl önce Nietzsche söylemişti bunu” (Edgü, 2019, s. 119) der. Edgü’ye göre yaşam sürekli bir değişimdir ve bu değişim, sabit sözcüklerle, kavramlarla, yaklaşımlarla karşılanamaz. Edgü bu yüzden dogmalara, sabit ve mutlak yargılara değil, elastik yorumlara ve Nietzsche’den alıntıladığı üzere “yargıları havaya uçurmaya” yönelir.
Öykülerinde ve romanlarında da Edgü benzer bir çizgidedir ama bir farkla; kurmacalarında fantastik öğeleri de metnin içerisine dahil eder. Öykülerinde çoğu kez gerçeklik ve fantastik öğeler birbirlerinin içine girerler. İç monolog, iç diyalog, dış diyalog, bilinç akımı ve montaj gibi çeşitli anlatım teknikleriyle bireyin, “ben” kurgusunu bilinçdışı ile bilinçli alan olan toplumsal ortam çerçevesinde nasıl kurmaya, yönetmeye, sürdürmeye çalıştığını ve bu çabalar sırasında yaşadığı çatışmaları betimler. Bu betimlemelerde psikolojik tahliller değil, okura durumu gösterme ön plandadır.
YARGI YERİNE BETİMLEME
Yargılama, bana kalırsa, nitelikli sanatın ve edebiyatın çoğunlukla sınırlarının dışında tuttuğu bir tekinsizliktir. Yargı, bir “olması gereken”i savunan, bu yüzden de bir net çıpa belirleyen ve bu çıpayı “ahlaki” bir koda bağlayarak bir yasa, bir yaptırım mekanizması, bir “asıl doğru” saptayan ve bu saptamasından neredeyse hiç kuşku duymayan bir yaklaşımla, kendi anlık fikrini, tavrını, konumunu, evrendeki en doğru ve imtiyazlı ölçüt ilan eden bir didaktiktir. Yargı, betimlemeyi de, başkalarını anlamayı da gölgeler. Yargı, elastikiyetini yitirmiş bir katılığa yaslandıkça otoriterleşir, hırçınlaşır, güçsüzleşir, boş ve güldüren bir kibre batar. Artık anlayış ve hoşgörü göstermek, öğrenmeye ve anlamaya çalışmak rafa kalkar. Sürekli değişim ve hareket halindeki dünyayı değişmez olduğunu iddia ettiği sabitlerle karşılamaya çalışan bir yargı(ç), “gerçeği” bulduğunu iddia ederken, ona giderek en uzak kalmış kişiye dönüşür.
Edgü’ye göre sanatın ve edebiyatın “yargılayan” ya da “ahlaki” öneriler üreten bir yanı yoktur. Edgü şöyle der: “yaratıcı bir yazarın ne “edep”le, ne de “edebiyat” denilen “ölü-yazın”la ilgisi vardır. Kalemlerini yöneten “nasıl yazmak?” sorusudur. Gerçek bir yazarın bundan daha önemli bir sorusu/sorunu/sorunsalı yoktur”. Yasak, yargının bir sonucudur. Edgü için “Gerçek olan, yasaların, törelerin, dinlerin yasakları değildir; yaşamın içinden fışkıran gerçeklerdir” (Edgü, 2019, s. 24).
BİÇEM (ÜSLUP)
Edebiyatın en derin örneklerinin çoğu, etkilerini en sıradışı olanların şatafatlı anlatımlarına değil, sıradan olanların sıradışı anlatımlarına borçlular. Oysa çoğu yazın üreticisi anlatmak için en sıradışı olanların peşine düşerler. Böylece çoğu yazın üreticisi edebiyat kuramlarına değil, meydana gelen sıradışılıkları açıklamak için kullanabileceği ekonomik, sosyolojik, tarihsel analizlere başvururlar; evet, ne yazık ki büyük bir bölüm de hiçbir şeye bakmaya gerek duymuyor. Böylece edebiyatın yeni biçem olanakları da ortadan kalkar. Oysa bir metni edebî kılan, onun anlattığı konudan çok, anlatı biçimlerinin nitelikleridir. Bu dilsel olarak da, kuramsal olarak da geçerlidir; anlatının dilsel ve kuramsal yenilikleri, olanakları, zenginlikleri biçemin varlığını, etkinliğini, yetkinliğini belirler. “Yalnız neyi anlatmak değil, nasıl anlatmak da başlıca tasalarımdan biri” (Edgü, 2019, s. 15) diyen Edgü, biçemi hiçbir zaman rastgeleliklere bırakmaz ve onu çalışmalarının asli unsurlarından birisi olarak kurar. Böyle yapmayanları da eleştirir: “Roman yazmak için iktisat, toplumbilim, tarih çalıştıklarını söyleyen yazarlara sorasım geliyor: ‘Arada bir, roman sanatı [kuramı] üzerine de çalışmaya vakit bulabiliyor musunuz?’” (Edgü, 2019, s. 178).
Edgü’ye göre, biçemi olmayan bir büyük yapıt yoktur; “ortak dilden yola çıkar yazar. Ama bu dili kişisel bir dil durumuna getirmek zorundadır. Ortak dille hiçbir büyük yapıt yaratılamaz” (Edgü, 2019, s. 135). Edgü için, kişisel dilde içerik ve biçim iç içe geçip üsluplaşarak, biçemi oluşturur. Kendisi de biçem üzerinde özellikle çalışmış ve hatta salt bu konuya odaklanan bir kitap da yayınlamıştır: Yazmak Eylemi.
Ferit Edgü, Yazmak Eylemi’nde, anlatılacak konunun sayısız anlatılabilme yöntemi olduğuna ışık tutmak adına, bir olayı 101 farklı şekilde anlatır: “101 metin yazdım. 1001 metin de yazabilirdim. Ama, okuyucuya, bir olayın birden çok yazım olanağının olduğunu göstermeye sanırım bu kadarı yeter” (Edgü, 2022, s. 8). Edgü bu fikri Fransa’daki ünlü edebiyat akımı Oulipo’nun kurucularından Raymond Queneau’nun Biçem Alıştırmaları kitabından almıştır. Queneau 1947’de yazdığı bu kitabında sıradan bir öyküyü 99 farklı şekilde anlatır. Hatta Edgü önce bu kitabı çevirmeye girişir fakat kitabı çevirirken, “Fransız dilinin olanak ve yetenekleri içinde düşünülmüş bu metinlerden birçoğunu Türkçeye çevirmenin olanağı”nın olmadığına karar vererek, “böylesi bir alıştırmayı Türkçenin olanakları içinde denemenin daha doğru olacağını” (Edgü, 2022, s. 8) düşünür ve bir biçem çalışması olarak Yazmak Eylemi’ni kaleme alır –Bu arada söylemeliyim ki, Armağan Ekici, Ulysses’te olduğu gibi, Biçem Alıştırmaları’nın çevirisinde de harika bir iş çıkarmış.– (Queneau, 2019).
Anadilinde yazan yazarların ürettikleri metinlerde, dile olan hâkimiyetleri sayesinde yer alan yan anlamlar, dil oyunları, metaforlar, söz sanatları, ses düzeni başka dillere çevrilirken, diğer dillerin bu biçemsel özellikleri temsil edememesi yüzünden buharlaşırlar. Bu yüzden yabancı yazarların üst düzey metinleri Türkçeye çevrildiklerinde, her çeviride zorunlu olduğu üzere, biçem pek çok yandan kayıplara, çarpıklıklara uğrar. Oysa anadili Türkçe olan ve dili çok iyi kullanan Edgü’nün metinleri hem içerik olarak dünya standardını sağlıyor hem de biçem olarak, bir çeviriye maruz kalmadığı için rasyonel içeriği sarmalayan her türlü yan anlam, dil oyunu, metafor, söz sanatı, ses düzeni gibi irrasyonel yazını bir Türk okura kayıpsız şekilde sunuyor. Böylece İngilizceniz ne kadar iyi olursa olsun, James Joyce’un Ulysses’te ya da Finneganın Vahı’nda ürettiği tüm bu biçem, bu irrasyonel yan, anadili İngilizce olmayan tüm dünya okurlarının büyük oranda algısından kaçarken, anadili Türkçe olan bir okur için Ferit Edgü’nün yaptığı tüm bu oyunlar algınıza takılıyor. Edgü’de içerik ve biçem, Türk okurlar için bir kaldıraç sunarak, bir arada hareket edip, zihinsel ve estetik bir hazzı birlikte oluşturuyor. Bu, anadili Türkçe olan okurlar için çok kıymetli zira böylesi metinler bizim dilimizde daha az bulunuyor.
BİTİRİRKEN
Edgü, yazım kuramları üzerine çalışmayı ön planda tutan, yazının her alanında yapıt üretmiş, bu yapıtların hiçbirisinde –üzerinde yıllarca çalışmış olduklarında dahi– belli bir sayfa sınırını aşmamış, metinlerinin başlangıçları ile sonları arasındaki sayfa sayısını her zaman az tutmuş, giriş-gelişme-sonuç üçlemesine inanmamış, fragmanlara tutunmuş/bölünmüş anlatılarıyla kendisini ortaya koymuş, bireyi felsefi ve sanatsal açılardan bir bütün olarak ele alan ve bunu edebiyat kuramlarının sağladığı olanaklar zenginliğinde anlatan bir düşün, estetik ve yazın insanıydı.
İnsanı konu edinirken, onu bir bütün olarak ele almaya girişmiş olsa da, insanın bir bütün değil, bir eksiklik olduğu kanaatindeydi diye düşünüyorum. Tamamlanmalara değil, yarım kalmalara inanıyordu. Dünyada sürekliliklerden çok süreksizlikler görüyordu. Descartes sonrası felsefenin yaptığı şekilde insanı zihin ve beden olarak ikiye bölmemiş, onıu bir bütün olarak ele almış; duygularla arı aklı bir arada temsil eden yazılar üretmişti fakat bu yazılar insanın zaafları, eksiklikleri, yetersizlikleri, süreksizlikleri üzerineydi; insan onda hiçbir zaman şanlı, kutsal, mağrur ve muzaffer bir varlık olmamıştır. Eksik, çelişkili, tedirgin, ürkek, yenik bir varlıktır Edgü için insan ve varlığı da sanki öyle görünüyor ki: s a ç m a d ı r.
Sözü Geçen Çalışmalar
Edgü, F. (2019). Tüm Ders Notları, İstanbul: Alfa.
Edgü, F. (2022). Yazmak Eylemi, İstanbul: Alfa.
Queneau, R. (2019). Biçem Alıştırmaları, çev. Armağan Ekici. İstanbul: Sel.