Seçime 1,5 aydan az zaman kaldı, ancak alışageldiğimiz seçim atmosferinden çok uzağız. Bürokrasinden sermaye kesimlerine, üniversitelerden emek örgütlerine uzanan geniş yelpazede “bekleyelim görelim” tavrı egemen. Politik tartışmalar daha çok kapalı kapıların arkasında, muhtemel senaryolar üzerinden yürütülüyor. Siyasi analizler, peşi sıra açıklanan anket sonuçlarına ve servis edilen siyasi dedikodulara endeksli bir falcılığın ötesine nadiren geçiyor. “Az zaman kaldı, risk almayalım”, “aman 15 Mayıs sabahında üzülmeyelim” diyenler suya sabuna dokunmadan takvim yapraklarının bir bir eksilmesini izliyor. Hal böyle olunca siyasetsizlik, en akılcı siyaset muamelesi görüyor. İktidar bu siyasetsizlikten nemalanıyor ancak bu konuda yalnız değiller.

Siyasetsizlik popülizmin beslendiği en güçlü kaynak. Sağ ve sol popülizm, toplumsal örgütlülüğün düşük olduğu, bununla doğru orantılı olarak “kurtarıcı” beklentisinin yükseldiği zamanlarda kendine taraftar buluyor. Serseri mayın misali gezinen bireysel öfkeleri pop ikon arayışıyla birleştirip siyasetsizlik havuzunu bol kepçe doldururken politik mücadelenin içini boşaltıyor. Bir ergen siyaset tarzı olarak popülizm, şişirilmiş bir özgüveni siyasi bilince ve deneyime yeğ tutuyor, tümü birer yıldız olduğunu zanneden “ben”ler üreterek siyaset sahnesini süper kahramanlar arasındaki bir savaşa dönüştürüyor. O “savaş”ın efekti bol, çıkardığı gürültü öznelerinin siyaseten tuttuğu yerin fevkinde. İçine giren, gerçeklikten koptuğu ölçüde kaslarını şişiriyor. Dev aynası yerine sanal ortamdaki etkileşimleri kullanıyor. “Medyada göründüğün kadar varsın” düsturuyla hareket eden popülist siyasetçiler, sokağın nabzını “beğeni” tuşuyla ölçülebilir bir şey sanıyorlar.

***

“Politika ne kadar kötü bir şey” diye düşünen, yaşamın özünde politik olduğu gerçeğini yadsıyan yurttaşlar için viral videolarla, televizyon programlarıyla, sosyal medya fenomenliği ile yürütülen siyasi şovun bir cazibesi olduğu inkar edilemez. Çünkü bu popülist tarz; konforlu, hızlı ve çoğu zaman renkli bir “biz” yaratabiliyor. O “biz”in siyaseten öngörülü, basiretli ve toplumun gerçek sorunlarıyla ilişkili olması da gerekmiyor. İnce’nin popüler olan dansını ve sosyal medyadan yaptığı çağrıyı hatırlayın. Tam da deprem acısının çok sıcak olduğu zamanlarda medyaya düşmüştü dans eden gençlerin, partililerin görüntüleri. Rasyonel değildi, zerre kadar içinde empati barındırmıyordu lakin alıcısı vardı. Zira muhalif görünen ama bunun maliyetini üstlenmeyen bir “biz” performansıydı. Politik içerik taşımayan bir alaycılık, karşı koyuş zannedilen bir modaperestlik.

Daha önceleri Zafer Partisi ve Özdağ’ı anketlerde sayılabilir bir mevkiye çıkartan da aynı popülizm dalgasıydı. Zafer Partisi saman alevi gibi parladığında Özdağ, İçişleri Bakanı Soylu’ya meydan okuyor, İçişleri Bakanlığı önüne gidiyor, “erkeksen orada bekle” diyordu. “Çıkışa gel” diyen ergen liselinin tavrını anımsatan bu performans tam da anımsattıklarının nezdinde alkış topluyordu. Sınıra gitmek, mayın döşeme girişiminde bulunmak vb, göçmen sorunu üzerinden oluşan toplumsal rahatsızlığın siyasi ranta tahvil edilmesinin nadide örnekleri arasına girdi. O günlerde Özdağ’ın seçimlerde patlama yapacağı, siyasi denklemi değiştireceği iddia ediliyordu. Şimdilerde o analizleri yapanlar Özdağ’ı unuttu, onun yerine İnce’nin 14 Mayıs’ta yüksek oy alacağını savunuyorlar. Bu “çıkarımların” iktidara ciddi bir manipülasyon imkânı sağladığı aşikâr.

***

İnce’ye ya da Özdağ’a bakıp Türkiye’de popülizmi sadece seküler milliyetçilikle özdeşleştirmek doğru değil. Popülist tarz sosyalist sola da sirayet ediyor. Kolektif bir siyaset yapma anlayışı yerine “ben”ler öne çıkıyor. Görünür olmanın cazibesine kapılan “ben”ler kendi politik mahallelerine yabancılaşırken ortak mücadele kültürü zarar görüyor. Halbuki Türkiye’nin yeniden inşasında sosyalistlerin yan yana durmak gibi bir sorumlulukları var.

“Sesi çok çıkan çok oy alır” ya da “Erdoğan’ın karşısına bir külhanbeyi çıkmalı, halk efeleneni sever” klişeleri popülist siyasetçilerin yelkenlerini şişiren bir ezber. Siyasi başarıyı şahsi performanslara sabitleyen, çizgi roman sayfalarına bakıp oradan politik manifesto çıkarmaya özenen her kim varsa aslında siyasetsizliği kutsuyor. Örgütsüz, ideolojisiz elde edilebilecek bir başarı, politik olarak kalıcı ve dönüştürücü olamaz. Sönümlenirken yarattığı toplumsal tahribat, en az yükselirken çıkardığı patırtı kadar fazladır.

Türkiye’de muhalefetin kurdu içinde. Popülist siyasetçiler iktidara bir, muhalefete (en az) iki vurarak kahramanlaşmaya çalışıyor. Efelenmeyi siyaset, poplaşmayı politik başarı olarak sunuyor. Bu anketlere sığmayan büyük bir tehdit ve bu tehditle baş etmenin yolu popülist siyasetçilerle, onların istediği üzere kamuoyu önünde kavga etmek değil, somut sorunlardan hareketle siyaset üretmek ve toplumu örgütlü politik mücadeleye çağırmak.