Google Play Store
App Store

Suriye’de 2011 yılından bu yana süren savaş 7 Aralık günü İslamcı militanlardan oluşan HTŞ’nin Şam’a girmesiyle yön değiştirdi. Kimi mecralar bu gelişmeyi ‘savaşın sonu’ olarak görüyor. Hatta başka bir ülkede başka bir halkın kaderini değiştirecek savaşı körükleyenler şimdi o halkı bekleyen belirsizliğin zaferiyle sarhoş geziyorlar.

Ortaçağda varlıklı olmayan emek sınıfının evlerinde ortada kaynayan kazanı bilirsiniz. O kazan yoksulluk nedeniyle içinde bir şekilde bir zaman pişmiş olan etin kalan suyunu yitirmemek için devamlı ele geçen türlü gıdanın eklenmesiyle durmadan kaynatılır. Kazanın altında hiç sönmeden yanan odun ateşinde şekil değiştiren bulamaç, yoksulun varsıla hizmet ederken hayatta kalabilmek için gücünü koruduğu her öğünü kurtaran başlıca besin kaynağıdır. İşte ortaçağ vandallığının kol gezdiği Ortadoğu’da olup biten 21. yüzyılda da pek farklı değil. Senyörün, derebeyine, derebeyinin lorda ve sonunda en güçlüye hizmet ettiği sistem bugün küresel neo liberal politikalar sonucunda yoksul, az gelişmiş ülkeleri dünya güçlerinin satranç tahtasında piyon konumuna getiriyor. ‘Gelişmekte olan’, ‘kendi kendine yetebilen’, bu İslâm coğrafyasında kimi hâlâ ‘laik’ kalabilmiş görece bağımsız ülkelerse bir şekilde yeşil çuha örtünün üzerinde üst üste koyularak hamle zamanı öne itilen pullar gibiler. Filler tepişirken iç savaşa itilen, karıştırılarak bağımlı hale getirilen, en iyi durumda olanı ise taşeron konumunda bu ülkeler iktidarlarını koruyabilmek için yolsuzluk ve rüşvet ağında varlığını ve büyüklerine hizmetini sürdürenler olarak daima tehlikeye bir kibrit çakımı mesafede olanlar. Suriye’de yaşananlar ortada kaynayan kazana atılan yeni malzemelerle yemeğin lezzetini biraz değiştirecektir, o kadar. Şimdiden sihirli değnekle düzen, bağımsızlık, barış gelmiş gibi hesaplarla haydi ülkenize denilenlerle bu kez de Suriye’de etnik kökeni, muhalif duruşu gibi türlü nedenle idam edilen, işkenceyle esir alınanlar arasından kaçabilenlerle yolda karşılaşacaklar! Ortadoğu’da İslam ve şeriat düzeninden uzak bilimsel eğitime, hukuka, görece laik yaşam biçimine en yakın ülkeler bir bir vandalizme teslim ediliyor. Elveda Suriye.

Kavraması ve takip etmesi çok güç olan bu denklem içinde uzmanlığım olmayan bir konuda bu köşede ahkâm kesecek değilim ama net söyleyebileceğim şey barışı korumak için var gücümüzle çalışmak ve teyakkuzda olmak zorunda olduğumuzdur. Bunu sağlayabilmek için başat mücadele zeminimiz ve bizi zorlayan tüm koşulların çözümünü sağlayacak olan laiklik olmalı. Peki Türkiye ne denli laik? Bu soruyu tartışarak zemin kaybetmek yerine elimizde olanı korurken kaybettiklerimizi kazandıkça geliştireceğimiz bir kararlılığa ve her zamankinden güçlü birlikteliğe ihtiyacımız var.

Barış için belki de bu tanımın altını dolduran pek çok unsurun farkında olarak geniş bir kavrayışla çalışmamız ve barışı iyi anlatmamız gereken bir dönemdeyiz. Barış sadece ülkemizde savaş ya da iç savaş olmaması anlamına gelmiyor. Yaşam hakkı, eşit yurttaşlık, gıda barışı, iklim barışı, doğa barışı için yeryüzü ve gökyüzü kadar geniş bir zeminde bambaşka davranış pratiklerine ve dayanışma hattına ihtiyacımız var. Tarihsel, toplumsal, siyasal gerçekleri belleksiz ve kültürsüzleştirilen vasata esir edilen ve sömürülen, ezilen halklara hatırlatmakla, iyiye olan inancı tazelemekle, umudu ve hayalleri diriltmekle başlayabiliriz.

Suriye HTŞ yönetimine geçtiği haberini; Türkiye ve Yunanistan halklarının dostluğu ve barış için çalışan, başkanı olduğum Ege Barış ve İletişim Derneği ile Midilli’deki Siniparksi Derneği’nin 24 yıllık kardeşlik ilişkisini kutlamak üzere ortaklaşa düzenlediğimiz bir etkinliğin sabahında aldık. Siniparksi Suriye’de başlayan karışıklıkla birlikte ülkelerine tıpkı bizim ülkemizde olduğu gibi büyük bir insanlık sorunu olarak yükümlülükler getiren, göç yolunun önemli bir durağı olarak adalarında birçok acıya tanıklıkla süren süreçte barış ve insan hakları adına türlü zorluğa rağmen ödün vermeden çalışan ve önemli işler başaran bir dernek. Ege denizi bu konuda kritik bir konumda. Biz de öncelikle kendi ülkemizde yaşadığımız birçok hak ihlali arasında mültecilerin sorunlarının farkında ve iyileştirici çözümler arayışında sivil toplumla ve kardeşimiz Siniparksi’yle el ele dayanışma içindeyiz. Bugün savaşlarla mağdur, göçmen, bağsız kalan insanları tarihi savaşların yıkımıyla sınanmış, hükümetler tarafından düşmanlaştırılmak istenen iki ülke halkından daha iyi kim anlayabilir?

Türkiye ve Yunanistan barış öncüleri uzun yıllar öncesinden bu yana ortak geçmişleri, ortak kültürleri ve faklı yönleriyle kucaklaşan dost halkların ülkeleri ve dünya için barışçıl yönetim arayışlarına ses veriyorlar. Barış için çabalayanların da bu yolda öldürülen, susturulan, tutuklanan, bedel ödetilenler olması bir tesadüf değil elbette. Derneğimiz Kardak krizi sırasında cesaretle barıştan yana açık tutum alarak o dönem belediye başkanı olduğu Dikili’de iki ülke bayrağını belediye binasında yan yana dalgalandırarak çok güçlü ve cesur bir mesaj veren Osman Özgüven’dir. İki yakada dost bu iki dernek ve kurucu başkanlar Osman Özgüven ve Stratis Pallis barış adına sürdürdükleri dayanışma nedeniyle 1990 yılında Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’ne layık görülmüşlerdi. Bu ödülün adının Türk ve Yunanlı gazetecileri bir araya getirme, yakınlaştırma çabalarıyla tanınan bir insan hakları savunucusu olan Abdi İpekçi’nin öldürülmesi üzerine önerilmesi de tesadüf değil. Bu anlamlı ödül 1979 ve 2001 yılları arasında Yunanlı bir barış öncüsü olan Andreas Politakis'in önerisiyle Türkiye ve Yunanistan'da iki halk arasında dostluğu geliştirmek üzere çaba gösterenlere veriliyordu. Venizelos ve Atatürk’ün savaşın ardından 30 Ekim 1930 tarihinde Ankara’da bir araya gelerek “Türk-Yunan dostluğu ve işbirliği Balkanlar’da Barış ve refahın temelini teşkil etmektedir!” cümlesinin altına attıkları imza ve Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesinden yıllar sonra onların izinde barış için çok kıymetli bir adım bu girişimle atılıyordu.

Yunanistan'da ve Türkiye'deki iki ayrı seçici kurul tarafından belirlenerek iki yılda bir 1 Şubat'ta duyurulan ödüller sırayla iki ülkede yapılan törenlerle sahipleriyle buluşuyordu. Bu ödül fikrini destekleyen ve organizasyonu üstlenenler Türkiye'de Milliyet ve Yunanistan'da Elefterotipia gazeteleriydi. Ne yazık ki karanlık zihinler her iki ülkede de tehditlerle yıldırma politikalarıyla onları hedeflerinden eksik etmediler. Fikir sahipleri, girişimciler, ödül alanlar, katılanlar tehdit edildiler. Elefterotipia gazetesi baskılara direnemeyerek ilk seneden sonra organizasyondan çekilmek zorunda kaldı. İki ülke arasında zaman zaman gerginleşen kriz anlarında ödüle sahip çıkmak ne denli güçleşse de Andreas Politakis kararlılıkla Yunan tarafında ödülün yaşaması için çabalamayı sürdürdü. 12 Eylül darbesinden sonra, Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Zeynep Oral, Aziz Nesin ve Mikis Teodorakis'in öncülüğünde kurulan Türkiye - Yunanistan Dostluk Derneği ve yine karşıda kurulan Yunanistan Türkiye Dostuk Derneği ilişkileriyle devam eden bu girişim 2001 yılında Milliyet gazetesinin de çekilmesiyle sonlandı.

Bu ödüle layık görülenlerden arasında Aziz Nesin, Ali Cengizkan, Herkül Millas, Theodorakis gibi isimler vardı. Abdi İpekçi gibi dik duruşu, insan hakları ve barış savunusu nedeniyle hedef alınarak canına kıyılanlardan Behçet Aysan da 1986 yılında aldığı bu ödülü çok önemsiyordu.  Ödüle hem de Yunan jürisi tarafandan lâyık görülenlerden biri de yine Ege barış ve İletişim Derneğimizin kurucu üyelerinden geçmiş dönem Didim Belediye Başkanı Mehmet Soysalan’dı. Soysalan Didim’de başkanlığı döneminde barış çağrılarına muhatap bulamadığı bir dönemde Samos’a ulaşmasını umarak Didimlilerle birlikte ‘bu davet bizim’ dercesine yazdıkları mektupları şişelere koyarak Ege denizine emanet etmiş ve karşıya ulaşan mektuplar ona bu ödülü getirmişti.

Bugün temelleri 1950’lerde, 70’lerde, 90’larda farklı girişimlerle kurulan derneklerin, platformların çoğu Abdi İpekçi ödülleri ile aynı kaderi paylaşarak yok olup gitti. Elbette kalıcı izler ve önemli bir miras bırakarak. Ege Barış ve İletişim Derneği olarak bu mirasa sahip çıkarken Ege’den Akdeniz’e, Akdeniz’den Ortadoğu’ya erişmesini umduğumuz sağlam temelleriyle örnek bir dostluk ilişkisini kardeş derneğimiz Siniparksi ile birlikte sürdürüyoruz. Barış adına önemli bir girişim olduğunu bildiğimiz Winpeace girişiminin kadınlar öncülüğünde barış diyalogu ve bilinci için yürütülen çalışmalar gibi olumlu örnekleri selamlayarak geçmiş örnekleri yaşatmayı, daha geniş kitlelere ulaştırmayı ve çoğaltmayı önemsiyoruz. Günümüz koşullarına duyarlı bir yaklaşımla giderek sertleşen koşullara rağmen barışı kıyılarımızda koruyarak genişletmeye kararlıyız. 25 yıldır türlü mücadeleyle sürdürdüğümüz dostluğun yanı başımızda olup bitene duyarlı barış savaşçıları için güçlü bir örnek oluşturabileceğini umuyoruz.

Geçtiğimiz iki hafta sonu peş peşe bu bilinçle Midilli’de iki buluşma gerçekleştirdik. İlkin İkinci Dünya Savaşı sırasında iki ülke arasında yaşanan dayanışmayı Kurtuluş Gemisi’nin öyküsü üzerinden Prof. Dr. Elçin Macar ve göç kayıtları üzerinden dönemi mercek altına alan çalışmalarıyla Prof. Dr. Esra Danacıoğlu’nun sunumlarının ardından Tahsin İşbilen’in yönetmenliğini yaptığı Asya Minör Yeniden belgeselinin gösterildiği toplantı için buluştuk. 6 Aralık’ta da Türkiye’den Cahit Berkay, Mazlum Çimen ve Güvenç Dağüstün’ün ve Midilli adasından müzisyenler İlker Demiral, Eleanna Yiannakopulu ve Erdem Güreler’in katıldığı 24 yıllık dostluğumuzu kutladığımız gecede kucaklaştık. Midilli Belediye Başkanı Panayotis Hritofas’ın ekibiyle katılımı ve Midilli Valiliği temsilcileri, sivil toplum temsilcileri ve gazetecilerle geniş katılım önümüzdeki yıl birlikte atacağımız adımlar için esin ve güç kaynağı olduğunu şimdiden söyleyebilirim. Bu buluşmanın ardından kaleme alınan ortak dostluk bildirisini basından ve sosyal medyadan takip edebilirsiniz. Şimdilik iki yakada eş zamanlı ırkçılık ve faşizm karşıtı ortak bir barış festivali için destek arayışlarına başladığımızı ve heyecanlı olduğumuzu söyleyebiliriz.

Mazlum Çimen “Hızla kirlenen bu dünya ve bu zamanda kardeşliğimizin farkında olarak yaşıyoruz. Bu kirliliği aşmak için bu kardeşlik duygusu her zamankinden daha önemli” dedikten sonra geceye bıraktığı Metin Altıok şarkısıyla mühürledi tüm söyleyebileceklerimizi. ‘Üstünü acıyla pulladığımız menevişli kuş’ Ege denizi üzerinde hepimizin ıslığıyla kanat çırpmayı sürdürecek.