Kazananın olmadığı 14 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı yarışında, Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın gerisinde kalırken, Meclis’in gericiliği koyulaşan kompozisyonu da moralleri bozdu. Üç temel erkin cumhurbaşkanı elinde denetimsiz bir biçimde birleştiği mevcut yönetim şeklinde, o koltuğa kimin oturacağı, 28 Mayıs günü yapılacak ikinci tur oylama ile belirlenecek.

Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı koltuğunda görmek istemeyen seçmen çoğunluğu karışık duygular içinde, sonuçlara inanmak istemiyor, haksız da sayılmaz aslında, devlet olanaklarını fütursuzca kullanma, çalma-çırpma ve türlü manipülasyonlar yoluyla seçim kazanmada deneyim sahibi bir siyasi mekanizma mevcut.  Biz Ankara’da yaşayanlar Melih Gökçekli seçimlerden biliriz; Ankara kent merkezinde fark yiyerek kaybettiği –en azından son iki- seçimi Gökçek, köy, nahiye ve kimi kasabalardaki sandıklardan, tam katılım, sıfır iptal ve full Gökçek tercihli oylarla kapatır ve öne geçerdi. 

Hep olan olmaktaymış gibi de düşünmeyin lütfen. Şimdiki çalmalar, o çalmalar değil; çünkü artık sadece yönetici seçmiyoruz, nasıl bir ülkede, hangi temel ilkeler etrafında yaşayacağımızın ana güzergahını da seçmiş oluyoruz.  Ayrıca, sonlanmış bir seçim yaşanmadığı için, ne enseyi karartmak, ne de 14 Mayıs sonuçlarını değerlendirirken, başarısızlığın gerekçeleri çetelesi çıkarmak, gerekiyor.

***

Önümüzde bir referandum var; seçim sandığını kendi hükümranlığına rıza devşirmenin şekil şartından ibaret gören Cumhurbaşkanı Erdoğan’la devam mı, tamam mı seçimi gerçekleşecek. Burada muazzam bir paradoks var, zira seçim sandığı, bu ülkede, hala serbest irade ile gerçekleştiği varsayılan oy tercihlerinin ikametgâhıdır. O nedenle, mesele araklanan oylardan daha büyük ve ciddidir; zira seçim sandığına aynı anlamı yükleyen rakip taraflar bulunmuyor; Erdoğan rejimi için seçim bir şekil şartıdır, kendileri zaten seçilmiş kişidir; bu hususun aydınlanması için “Putinizm Nedir?” başlıklı bir çalışmadan küçük bir alıntı yapılabilir:

“Putin’in otoritesi Putin olmasından kaynaklanır, oy kazanmasından değil. Egemen olarak Putin aynı zamanda kişisel olmayan kuralların –ki o yasa demektir-  da üzerindedir; O yapar, değiştirir, yasaları istediği gibi görmezden gelir ve nihai karar verme yetkisini elinde tutar. Nitekim seçmenler de Putin’in gücünün kaynağı olarak kendilerini görmezler.”

Görüldüğü gibi, yeni nesil otokrat rejimlerin şahsileşmiş güç kullanıcıları, asli ve rakipsiz kurucu irade afra tafrası ile saltanat sürmekte, yönettikleri ülkelerin mazlum halklarını felaketten felakete sürüklemektedirler. O nedenle 28 Mayıs referandumundaki seçim gerçekte “kim egemen” sorusunun güncelleştiği bir seçim olarak da görülmek durumundadır. Zira temsili demokrasilerde seçimler, asli kurucu irade kaynağı olarak halk/ulus egemenliğinin gerçekleşme anlarıdır. 

Tam da bu nedenledir ki otokrasi ile demokrasi kavşağındaki seçimlerde çalınan sadece oylarımız değil, farklılaşmış oy tercihlerimizle gerçekleştirdiğimiz ulusal egemenliğimizdir; aynı şekilde Erdoğan’ın kaybetmesi ile kazanılacak olan da egemenliğin yeniden ulusa ait olduğu hususu olacaktır.  Bir ülke için kim egemen sorusu, yaşamsaldır; zira bağımsız bir varlık olarak mevcudiyetinin ön koşulu da bu sorunun yanıtıyla ilgilidir. Yeni nesil otokratların uluslararası sistemde hareket kabiliyeti kazanmak için oluşturdukları kısmi özerkliği, bağımsızlık diye sunanlara ne demeli? Özellikle de dayanakları arasında Mark ve Atatürk bulunan çevrelere…Dilimin ucuna “Allah kurtarsın” dışında bir söz gelmiyor.