Ekim Devrimi’nin güncelliği…
Bugün anlaşılmasında çok büyük bir yarar gördüğümüz Sovyet Devrimi, parti ve toplumsal hareket ilişkileri, özyönetim, sınıf dayanışması, ulusçuluğu aşan özgür ulusların birliği olan “Sovyetler Birliği ve çoğulculuk” gibi başlıklar altında ele alınan muazzam zenginlikte bir deneyim olmaya devam ediyor. 21. yüzyıl sosyalizmi bu deneyimler üzerinden şekillenecek.
İbrahim AYDIN / BirGün Yönetim Kurulu Başkanı
Rus proletaryasının Bolşevik Parti önderliğinde gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’nin 106. yıldönümü. Ekim Devrimi, işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı sınıfsız sömürüsüz bir dünyanın kurulacağına dair ilk eylemi olan 1871 Paris Komünü’nden sonra atılan en somut adımının adı. Ekim Devrimi, tüm insanlığı sarsan, yeni bir çağ açan, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluş umutlarını görülmemiş ölçüde büyütmekle kalmayıp, bunu bizzat açtığı çığır içinde somutlaştıran, bir gerçeklik haline getiren muazzam önemde ve kapsamda tarihsel bir olaydır. Ekim Devrimi’ni sadece bir tarih olarak ele almayıp, Sosyalizm mücadelesinin bir mirası ve bugünün dünyasının sorunlarına yanıt verebilecek pratik-politik bir süreç, bir laboratuvar olarak da görmemiz gerekiyor.
DEVRİME GİDEN YOL
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yenilmiş ve adeta çürümüş olan çarlık rejimi, 1917 Şubat ve Kasım ayları arasında kurulan geçici burjuva hükümeti (Şubat Devrimi) ile az da olsa varlığını sürdürmek ister, ancak kitlelerin barış, ekmek ve toprak taleplerine hiçbir şekilde yanıt veremez. Barış ve toprak talebiyle ortaya çıkan Bolşeviklerin, kitlelerin desteğine sahip olmayan geçici burjuva hükümetini alaşağı etmekten başka yapabilecek bir şeyleri yoktu. Ekim Devrimi’nin başarısının anahtarı, devrimin saf bir devrim olmayacağı ve burjuva demokratik devrim ile proleter devrim arasındaki diyalektiği kavrayan politik ve örgütsel özneye sahip olmasıdır. Lenin, 1917 yılında Rusya’ya döner dönmez, “Tüm iktidar Sovyetlere” çağrısını yaptığında, Bolşeviklerin işçi sınıfı içinde azınlıkta olduğunu ve işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kazanmak zorunda olduğunu dile getiriyordu. Sovyetler, işçi demokrasisinin özyönetim organlarıydı. Bolşevik Partisinin barış, ekmek ve toprak talebi proletaryanın ve ezilen köylülerin örgütlendiği Sovyetlerden büyük destek görmüş, iktidarın ele geçirilmesinde çok güçlü bir kitle desteği sağlamıştı.
Ekonomik ve sosyal olarak geri bir ülkede iktidarı ele geçirmiş bulunan Rus proletaryasının önünde, iktidarını korumak ve sosyalizmin inşası gibi büyük bir sorumluluk durmaktaydı. Devrim, Marksist şemaya uygun beklendiği gibi ekonomik ve sosyal açıdan ileri kapitalist ülkelerde değil, emperyalist-kapitalist sistem zincirinin en zayıf halkası olan Rusya’da gerçekleşmişti. Lenin, ekonomik ve politik açıdan geri bir ülkede sosyalizmin inşa edileceğine inanıyordu. Ancak bu inanç Avrupa proletaryasından gelecek bir devrime yani enternasyonal desteğe ve köylülüğünün devrimin tarafına çekilmesine bağlıydı. Avrupa işçi devrimlerinin mümkün ve yakın olduğu bir görünüm sergiliyor olmasına rağmen Macaristan işçileri bunu başardı ama kısa sürede yenildi. Çekoslovakya’da da kısa süreli bir işçi iktidarı deneyimi yaşamasına rağmen uzun sürmedi. Çok güçlü bir işçi sınıfı mücadele geleneğine sahip Almanya ise Sosyal Demokrat Parti’nin devrimci kanadı olan Spartaküslerin Ocak 1919’da Berlin’de başlattığı ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmış, hareketin liderlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmesiyle de Avrupa’daki devrim beklentisi kapanmış oldu.
Bütün bunlar, sosyalizmin uzak bir düş değil, gerçekleşmesi gündemde olan bir olanak olduğu görüşünü güçlendiriyordu. Ne var ki her ülkede tarih aynı yönde ilerlemiyor. Öngörülen Avrupa devrimler dalgasının gerçekleşmemesi, Sovyet Devrimi’nin yalnız kalmasına neden oldu. Rus proletaryası emperyalist-kapitalist dünya sistemi karşısında tek başına kalan, ekonomik ve sosyal açıdan geri bir ülkede, yeni bir devrimci dalga yükselene kadar iktidarı elinde tutma görevi ile karşı karşıya kalmıştı. Bu koşullar hızlı sanayileşme, kalkınma ve devrimin korunması hedefi üzerinden biçimlenen ve kendine has bir sosyalizm anlayışını ortaya çıkardı.
74 YILLIK DENEYİM
Tarihi bir muhasebe defterine dönüştürüp doğrular bir tarafa yanlışlar bir tarafa yazarak geçmişin anlaşılamayacağı kanaatindeyiz. Her şeyden önce Ekim Devrimi, kapitalizme karşı ezilenlerin ve sömürülenlerin bir başka “dünya hayali”nin ete kemiğe bürünmesidir. Hiçbir şekilde küçümsenmeyecek bir mücadele deneyimidir. Bolşevikler nasıl bir sosyalizm inşa edeceklerini düşünürken en büyük esin kaynakları birkaç ay yaşamış olan Paris Komünü’ydü. Lenin, devrimin hemen sonrasında Avrupa proletaryasının enternasyonal desteğinin gelmeme ve yenilgi ihtimalini de düşünerek, tarihe bir not düşmek kaygısıyla bir proletarya iktidarının neler yapması gerektiğine ilişkin hızla birtakım uygulamalar içine girmişti. Parti programında belirtildiği gibi “tüm halkın üretim ve tüketim komünlerinde örgütlenmesi” hedefine bağlı olarak ticaret olmayacaktı. Bütün ürünler devlet tarafından sağlanacaktı. Sanayi, tarımsal ürünler merkezîleştirilecek, pazar ve para ortadan kaldırılacaktı. Ancak bu uygulamalardan kısa süre sonra vazgeçilerek, NEP olarak anılan daha esnek bir sürece evirildi. Başta Lenin olmak üzere bütün kurucu kadroların sosyalizm uygulamalarına ilişkin uygulanabilir somut bir şablonları yoktu. Verili koşullar içinde devrimi yaşatmak ve ileriye taşıma hedefine uygun tartışmalar içindeydiler. Sanayinin geri, işçi sınıfının zayıf olduğu bir coğrafyada sosyalizmin inşası zorunlu olarak “yukarıdan aşağıya” parti eliyle gerçekleştiriliyordu.
Lenin’in Sovyet sosyalizmini, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin doğrudan demokrasisini esas alan bir sistem olarak tarif ediyordu. Ancak başlangıçta işçi sınıfının kültürel geri kalmışlığı demokratik katılıma uygun olmayınca ekonomik ve siyasal hayata tümüyle devlet ve parti aygıtı hâkim oldu ve süreç içerisinde kalıcılaştı. Karar ve yönetim süreçleri devlet mekanizmasına daraldıkça işçi sınıfının ve emekçi halkın sisteme yabancılaşması da kaçınılmaz hale geldi. Toplumsal üretim ve tüketimi belirleyen merkezî planlamada aynı sorun yaşanıyordu. Emekçi kitlelerinin “özgür üreticilerin birliği”nin egemen olmadığı bir süreçte kaçınılmaz olarak devlet mülkiyeti ve devlet planlamasına dayanan devasa bürokratik devlet sosyalizmi ortaya çıktı.
Başlangıçta zorunlu olan bu tür uygulamalar süreç içerisinde kalıcılaşıp Sovyet modeli olarak anılmaya başlandı. Bu model başından beri birçok tartışmaya konu olmaktaydı, ancak 1990’larda ortadan kalkmasıyla birlikte “nasıl bir sosyalizm” tartışmaları gündemimizin ana konusu haline geldi.
Sonuç olarak;
Bugün anlaşılmasında çok büyük bir yarar gördüğümüz Sovyet Devrimi, parti ve toplumsal hareket ilişkileri, özyönetim, sınıf dayanışması, ulusçuluğu aşan özgür ulusların birliği olan “Sovyetler Birliği ve çoğulculuk” gibi başlıklar altında ele alınan muazzam zenginlikte bir deneyim olmaya devam ediyor. 21. yüzyıl sosyalizmi bu deneyimler üzerinden şekillenecek.
106 yıl öncesinde işçi ve emekçilerin neyi başardığına dönüp baktığımızda, Ekim Devrimi’nin geçmiş değil gelecek olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.
Yakın bir geçmişe kadar, “Toplumsal devrimler çağının bittiğini”, “büyük anlatıların” hiçbir inandırıcılığının kalmadığını anlatan burjuva düşünürler bile bugün Marx’ın teorisinin haklılığını teslim edip kapitalizmi esastan sorgulamaya başladılar. Tarih yeniden hızlanıyor ve devrim imkânı bir kez daha güncel hale geliyor. Bugün, neoliberal kapitalizm söylemi de eylemi de çöktü. ABD ve AB ile diğer kapitalist ülkelerde kriz reçetelerinden de sonuç alınamıyor. Her biri felakete dönüşen iklim krizinden göç hareketlerine, savaşlardan, küresel düzlemde seyreden salgınlara kadar her problem insanlığın geleceğini tehdit ediyor.
Kapitalist sistem, giderek derinleşen ekonomik ve siyasal krizler ve dünyaya yayılan bölgesel savaşlar içinde kıvranıyor. Kapitalizm her dönem krizini küresel veya bölgesel savaşlarla aşmaya çalıştı. Dünya bugün bir kez daha küresel savaş tehdidi altında. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında dünyanın tek süper gücü konumuna gelen ABD, sistemin içinde bulunduğu kriz ve farklı güç alanlarının ortaya çıkması nedeniyle dünya üzerindeki hegemonyasını hızla yitiriyor. Bunun için Ukrayna üzerinden Rusya’yı etkisizleştirip kendi hegemonyasını tehdit eden Çin’i geriletme stratejisi içinde. Almanya bile ekonomik gücünü askerî güce çevirmeye çalışıyor. Kapitalist emperyalist sistem kendi doğası gereği, dünyayı geri dönüşü olmayan bir yok oluş içine soktu.
İnsanlığın içinde bulunduğu bu kısırdöngüyü tersine çevirecek olan ise 21. yüzyılın sosyalizmi olacak. Bugünün sosyalizmi ise reel sosyalizm deneyimlerinin eleştirel bilinci üzerine yükselecektir. Bu deneyimlerden çıkardığımız belki de en önemlisi ders, toplumun sınıf adına bir parti iktidarı olarak biçimlenmesi yerine, özgür üreticilerin birliği üzerine yükselmesi olacaktır.