Google Play Store
App Store

Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin yönetim kurulu toplantısına müşteri patron tarafından davet edilmiştim. Patron henüz gelmemişti ama yönetim kurulu üyeleri ve danışmanlar masada yerlerini almıştı. Toplantının konusu muazzam bütçelerle lansmanı yapılmış ama beklenen başarıyı gösterememiş bir üründü. Patron “Siz önceden tartışın, ben kısa süreli katılacağım” dediği için herkes mecburen fikrini söylüyordu. Sıra bana gelince üç önerme içeren tek bir cümle söyledim: “Pazar payının artması için ürün şuraya konumlandırılmalı, bu özelliği öne çıkmalı ve şu kitleyi hedeflemeli.”

Üyeler ve danışmanlar 60 yaşına gelip hala bitirdiği liseyle hava atan ilginç insanlardır. Görünüşte hepsi birbirini sever ama sırt çantalarında kazma kürek taşımayı da ihmal etmezler. Koku alma yetenekleri oranında büyüyen burunları, ağızları kadar kocaman kulakları vardır. Bu tip kurullarda iyi niyetli insanların oranı nadiren %10’u geçer. Doğal seleksiyon her zaman en vahşi yırtıcıların lehine işler.

***

Dengeleri korumak adına birbirlerinin fikirlerine tek kelime etmeyen ekip üyeleri, benim radikal önerilerimi duyunca bir doğa belgeseline konu olacak davranışlar sergilediler. Önce hepsi birden gözlerini masaya dikip gülümsedi, bundan cesaret alan biri sesli güldü, ona sesli gülerek katılan iki üç üye daha oldu ve birkaç üye sırtlarını koltuğa yaslayıp gerinerek “Ne işi var bu salağın toplantıda?” iç sesinin jestlerini sergiledi. “Ne kadar itiraz ederseniz edin, geleceğiniz nokta bu” deyince bu kez jest mimik ve gülüşlerin yerini sözler aldı: “Bu dediğin asla olmaz; Piyasa koşullarını bilmiyorsun; Saçmalık; Bunu geçelim vs” Toplantının başından beri yememeye direndiğim minik pastalara uzandım ve içimden “Ne haliniz varsa görün” dedim.

Patron odaya girdi ve selam bile vermeden konuştu: “Pazar payının artması için ürün şuraya konumlandıracağız, bu özelliği öne çıkaracağız ve şu kitleyi hedefleyeceğiz.” Benim söylediğim sözün bire bir aynısı, aynı sıralama, aynı sıfatlar, hatta eş anlamlı sözcükler içinde aynı sözcükleri seçerek. Doğa belgeseli bu noktada şenlendi. Az önce beni en açık biçimde aşağılayan Robert Kolejli ihtiyar elini masaya sertçe vurdu ve “Budur!” dedi. Aşağılama yarışında ondan geri kalmayan Sanit Benoitlu bir başka ihtiyar patronu alkışlamaya başlayarak “Dahice” diye haykırdı. Patron “Koluma taktığım bu şey meğer zamanı gösteriyormuş” gibi şaşkın bir ifadeyle saatine baktı ve salondan çıktı. Kapı kapanana kadar alkışlar devam etti ardından kısa bir sessizlik oldu. Karşımda oturan Galatasaray Liseli şık ihtiyarla önce birbirimize sonra masada kalan son minik pastaya baktık, o hızlı davranıp pastayı kaptı... “Patronun iki dakika önce açıkladığı dahice önerisini, ben sekiz dakika önce aynı sıralama, aynı sözcükler ve aynı vurgularla söylemiştim ve hepiniz hakaret etmiştiniz. Bana söylemek istediğiniz bir şey var mı?” dedim. Belgeselin final sahnesinde tüm yırtıcılar kafalarını yavaş çekimle bana çevirip aynı yavaşlıkla geri döndürdüler. Sadece bir Saint Josephli ön dişine takılmış bir yemek parçasını diliyle iter gibi “Ttthhh” diye bir ses çıkardı.

Patronla aynı şeyi düşünmüş olmakla övünmek, patronu veya kendimi mutlak doğruyu bilen kişi gibi göstermek diye bir amacım yok. İkimizin aynı sözcüklerle söylediği önermeler yanlış ve ahmakça da olabilir. En iyi fikirleri bulan bulunmaz kişi değilim. Bu kıssada konu ben veya patron değil: Ekip.

Bir başka fiyakalı şirkette 25 yıl üst düzey yöneticilik yapıp emekli olan bir tanıdığıma başarısının sırrını sormuştum: “Hiçbir şey yapmamak” diye yanıt vermişti. “Biz mükemmel bir ekiptik. Her yıl aramıza yeni bir hevesli kişi katılırdı. Biz bu kişiyi doğduğuna pişman etmek için aramızda tek kelime konuşmadan harekete geçer, on iyilik yapmışsa beşe düşürür, üç hata yapmışsa sekize çıkartırdık. Çok geçmeden bu kişi sinirli, huysuz biri haline dönüşür ve verimi düşerken hataları çoğalırdı. Nihayet birilerine küfrü basıp istifa ettiğinde biz birbirimize çak yapardık. Başarımını sırrı bu.”

İş görüşmelerinde geleneksel olarak “Ekip çalışmasına yatkın mısın?” diye sorarlardı. Joseph Heller, Henry Miller ve Julio Cortazar yakın dostlarım olduğu için, “Nasıl bir ekip olduğuna bağlı.” diye yanıt verirdim. Dergilerde, gazetelerde veya şirketlerde harika ekiplerle beraber çalıştım. Hiçbir lisenin veremeyeceği derinlikte eğitimi, yetenekli ekip arkadaşlarımı, ekipteki abla ve abilerimi gözlemleyerek aldım. Zamanla iki tip ekip olduğunu anladım: Dövüşçü ve söğüşçü ekipler.

***

Dövüşçü ekipler bu adın ilk çağrışımının aksine diyalojik iletişimin mükemmel örnekleri. Ekip üyeleri hem kendilerini (ekonomik ve sosyal şartlarını, dahası itibarlarını) koruma ve geliştirmeye, hem de içinde bulundukları yapıya katkı sağlamaya, bir basamak daha gidersek rakipleri, uçan kuş ve açan çiçek dahil tüm ekosisteme faydalı olmaya çalışırlar. Buna Nash Dengesi derler. Gerçek bir dövüş kendin dahil herkesin iyiliği için yapılandır.

Söğüşçü ekipler de yukarıda anlattığım örneklerdeki gibi faydacı tiplerdir. İster özel sektörde olun, ister kamuda, konu ticaret de olsa, siyaset de olsa her yerde en sık göreceğiniz ekipler bu söğüşçülerden oluşur. Bunlar birbirlerini şişirerek balon demeti oluştururlar. Demet büyüdükçe daha gözalıcı görünür ve uçan balonların iplerini elinde tutan patronu çocuksu bir neşe alır. Onanma bağımlısı, psikopat, narsist patronlar böyle ekiplere servet ve güç dağıtırlar. Şirketlerin ve ülkelerin başına ne gelirse bu balonlar ve balonculardan gelir. Yarattıkları tüm haşmeti yok etmek için genellikle bir iğne yeter.

İş dünyasında veya siyasette, bu delilere delirerek katılmak veya delilerin hedefi olup kovulmak an meselesidir.

Siz siz olun, ekibinizi iyi seçin.