Gelişmelerin o kadar hızlı seyrettiği bir dönemden geçiyoruz ki, yarın siz bu yazıyı okurken ekonomi gündeminde neleri tartıştığımızı kestirmek hiç kolay değil. Belirsizlik öyle koyu ki, döviz kurlarının düzeyini, piyasa faizlerinin son halini, borsa endeksinin seyrini tahmin edemiyoruz. Ancak orta-uzun dönemde Türkiye ekonomisinin büyüme performansını, yatırım eğilimini, ülkenin en önemli sorunu işsizliği son derece olumsuz etkileyecek bir trendle karşı karşıya kaldığımız çok açık.

Bu arada toz duman arasında pek konuşulmadı, dün TÜİK 2020 yılı “işgücü istatistiklerini” açıkladı. Çalışma yaşındaki nüfus 1 milyon 110 bin artarken, işgücü tam 1 milyon 676 bin azalmış. İstihdam 1 milyon 268 bin kişi daralırken, insanlar işgücü piyasası dışında kalırken, yapay bir biçimde işsizlik de 408 bin kişi düşmüş. Diğer bir ifadeyle çalışma yaşındaki her 100 kişinin yarısından azı, 49.3’ü çalışma isteği belirtirken, ancak 42,8’i iş bulabilmiş. Özetle, bu son sarsıntı öncesi zaten mevcut yönetimin bir türlü çözüm üretemediği korkunç bir işsizlik tablosuyla karşı karşıyaydık.

NACİ AĞBAL NİYE GÖREVDEN ALINDI?

Merkez Bankası (MB) Başkanı Naci Ağbal’ın alışılageldik bir “Cuma gecesi kararnamesi” ile görevden alınması ile ilgili çeşitli yorumlar var. Bunlardan birisi, Naci Ağbal’ın finansal piyasalar açısından faizleri yükselterek “iyi polisi” oynadıktan sonra (bu özellikle inşaatçılar ve borçlu firmalar için “kötü polis” anlamına geliyor) misyonunu tamamlayarak, kızağa çekildiği iddiası…

İkincisi ise, tartışılan 128 milyar dolar rezerv kaybını ekonomi politikaları açısından doğrulayan, meşrulaştıran bir tutum takınmaması. Hatta bazı söylentilere göre MB içinde bir soruşturma komisyonu kurmaya yeltenmesi… Nitekim selefi Şahap Kavcıoğlu Yeni Şafak’taki köşesinde rezervlerle ilgili yorumunda “Ancak TCMB’den bir açıklama gelmeyince, sanki bu konuşulan 130 milyar dolar bir yerlere uçtu gibi algılanıyor…” şeklinde bir eleştiri yöneltmişti.

Derken üçüncü değerlendirme, adeta resmi açıklama niteliğinde AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nurettin Canikli’den geldi. Canikli, fiyat istikrarının sağlanması hedefine sadık kaldıklarının altını çizdikten sonra, pozitif reel faizin optimal seviyede kalmasının bir zorunluluk oluşturduğunu, optimal seviyenin üzerinde belirlenen reel faizin ekonomi için maliyetler ortaya çıkardığını belirtti. Mealen faizlerin yüzde 17’ye kadar artırılmasının kabul edilebilir olduğunu, 18 Mart Para Politikaları Kurulu toplantısındaki 200 baz puan artışı onaylamadıklarını ima etti. 13 maddelik ayrıntılı Twitter mesajında “Sayın Cumhurbaşkanı” sıfatını kullanmaması ve hep hükümete gönderme yapması dikkat çekti. Sanki Ağbal bir “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile görevden alınmamış gibi…

ŞAHAP KAVCIOĞLU’NUN OLUMSUZ REFERANSLARI

Şahap Kavcıoğlu açıkçası çok olumsuz referanslarla göreve başlıyor. Öncelikle MB’nin politika faizini yüzde 19’a yükseltmesinin ardından “Bu operasyonu kim adına çektiniz” diye manşet atan Yeni Şafak’ın köşe yazarı. Bu atamayla zımni olarak Tayyip Erdoğan yandaş gazetenin söz konusu tezini kabul etmiş oluyor. Kavcıoğlu’na da “operasyonu” kimin yaptığını açıklamak düşüyor.

2018’deki Rahip Brunson dönemi döviz kuru krizinde yaşandığı gibi “dış güçleri”, “üst akılı” suçlamanın Cumhur İttifakı’nın kendi tabanı açısından dahi bir inandırıcılığı yok. Yazılarından, Kavcıoğlu’nun daha usturuplu bir dille ifade edilse de “faiz sebeptir, enflasyon netice” tezinin takipçisi olduğu da anlaşılıyor. Sabık AKP milletvekilliğini bir yana bırakalım, profesör unvanı taşısa da ekonomi çevrelerinde pek adı bilinen biri olmadığı gibi, merkez bankacılığı konusunda da hiçbir deneyimi bulunmuyor. Kaldı ki yıllarca Halk Bankası’nda üst düzey görevler üstlenmesi New York’ta dava sürerken konumunu iyice tartışmalı hale getiriyor.

BİR GÜNLÜK AĞIR BİLANÇO

Finansal piyasalarda aşırı oynaklık devam ederken Ağbal operasyonunun net bir bilançosunu çıkarmak haliyle olanaksız. İzin verirseniz 22 Mart rakamlarıyla bazı kabataslak hesaplamalar yapalım. Bir anlamda sizin faturayı güncel rakamlarla tekrar hesaplamanıza olanak tanıyalım.

>> Türkiye’nin 1 yıl içerisinde çevirmesi gereken dış borç miktarı 190.3 milyar dolar. Dolar kurunun Cuma günü 7.22 lira olduğunu göz önünde bulundurursak, bu satırlar kaleme alınırkenki 7.97 lira kuru bu yıl 142.7 milyar lira ek maliyet demek.

>> Toplam dış borçlar 435.1 milyar dolar. CDS primleri bir anda 158 puan artışla, 466 puana çıktı. Türkiye’nin 5 yıl vadeli Eurobond tahvillerinin faizleri ise 170 puan sıçramayla yüzde 6.48’e vurdu. Böylelikle yurtdışı borçlanma maliyeti hızla arttı. Dış borç servisinin 1 yıllık maliyeti 7.40 milyar dolar yükseldi.

>> En son açıklanan Hazine’nin iç borç stoku 1064.3 milyar liraydı. 5 yıllık tahvillerin faiz oranı 296 baz puanlık değişimle yüzde 18.20’ye zıpladı. Bu da iç borçların faiz maliyetinin 31.5 milyar lira artışına işaret ediyor.

Ülke, demokrasi ve insan hakları standartlarının iyice düşmesi, evrensel hukuk normlarının dışına çıkılması yanında ekonomide de büyük bir karmaşaya sürüklenmiş bulunuyor. Daha eşitlikçi, paylaşımcı, kamuculuk temelli ekonomi tahayyülümüz bir yana, kapitalist aklı da zorlayan keyfi, rasgele, plansız bir seyir söz konusu. Bu gidişata bir son veremezsek, bu kaosun yaşamamıza daha fazla işsizlik, daha yüksek enflasyon, daha derin yoksullukla yansıyacağı görülüyor. O nedenle toplumsal muhalefetin özgürlük, laiklik, kadın hakları yanında iş, aş, ekmek sorunlarıyla da sahaya inmesi geleceğimiz açısından büyük önem taşıyor…