Ekonomik kriz sınıfı nasıl etkiledi?
Fotoğraf: Depo Photos

Türkiye 2020 yılında Covid-19 pandemisinin yol açtığı ekonomik/toplumsal bunalıma girmeden önce de sert bir bölüşüm şokunu yaşamaktaydı. 2016’dan itibaren dış kaynak sorunları yaşamaya başlayan ve içerde de özelleştirme gelirlerinden mahrum kalmaya başlayan sermaye iktidarı, bölüşüm ilişkilerini emekçi kesimler aleyhine bozarak bir çıkış aradı. 2018’den itibaren geçilen faşizan “başkancı rejim”, sermayeye işçi sınıfı karşısında “dikensiz gül bahçesi” oluşturmanın tüm zeminini hazırladı.

Pandemiyle mücadele konusunda sağlık ve iktisat politikalarının yetersizliği nedeniyle, Covid-19 virüsünün en fazla tehdit ettiği kesimler emekçi sınıflar ve onların emeklileri oldu. Pandemide yaşamını yitirenlerin sayısı 100 bini aştı; ama çeşitli kaynaklar bunun iki katından fazlasına işaret etmekte. Virüsün kalıcı etkilerinin iş kapasitelerini zayıflatması ayrı bir sorun olarak yaşandı. Pandeminin ekonomik etkileri emekçi sınıfları çok daha yaygın bir biçimde vurdu. Özellikle hizmetler sektöründe birçok işyerinin kapanması nedeniyle ücretli kesimlerin iş güvenceleri ciddi sarsıntıya uğradı. Bunlardan kayıtdışı çalışanlar açısından hiçbir telafi mekanizması da çalışmadı. Evden çalışma düzenine geçebilenler açısından da önemli hak kayıpları ortaya çıkabildi. Her durumda, işsiz sayısında ciddi artışlar görüldü. Ancak, 2020 yılında Çin’in sanayi üretimi ve ihracatındaki gerilemeler, Türkiye gibi ülkelerde sanayi çarklarının daha hızlı dönmesine yol açtı, bu da imalat sanayiinde işçi sağlığının geri plana atılmasının bir başka nedenini oluşturdu.

PANDEMİDE BÜTÇE YERİNE İŞSİZLİK SİGORTASI FONU DEVREDE

İşçi sınıfının ücret kayıplarının telafisi için AKP rejimi bütçe kaynaklarını harekete geçirmemek için direndi. Tek yaptığı şey, Mart 2020-Haziran 2021 döneminde, İşsizlik Sigortası Fonu (İSF) kaynaklarını ilk kez ağırlıkla işçi sınıfına yönlendirmek oldu. Ancak bu durum İşsizlik Ödeneği’nden (İÖ) yararlanma koşullarının yumuşatılması üzerinden olmadı; sermaye iktidarının eli böylesine bir kalıcı düzeltmeye gitmedi. Yapılan, asgari ücretin yarısını aşamayan bir “Kısa Çalışma Ödeneği”nin (KÇÖ) yeniden devreye sokulması oldu. Buna, sermayenin talebiyle, 16 Nisan 2020’de istihdam/gelir güvencesizliğini artıran bir “Nakdi Ücret Desteği” (NÜD) uygulaması da eklendi.  Sayıların diliyle konuşursak, İSF’nin emeğe dönük toplam destekleri 2019’da 10,4 milyar TL olup bunun 10 milyarı İÖ’den oluşuyordu. 2020’de ise emeğe destek 42,4 milyar TL’ye çıkmakta, ancak İÖ 8,4 milyara gerilemektedir. En büyük payı 27,4 milyar TL ile KÇÖ alırken, NÜD de 6,5 milyarı bulmaktadır. 2021’in ilk yarısında da durum benzerdir. Sonuçta, 2020-21’de İSF’de emek destekleri istisnai olarak sermaye desteklerini aşabilmiştir. Ama bu yıllarda bile sermayeye yapılan destekler sermayenin prim katkılarını aşmaktaydı! Bütçeden yapılan destekler ise sadece Sosyal Destek Programı çerçevesinde bir anlam taşımıştır. Her durumda, gerçek destekler toplamı GSYH’nin yüzde 1,5’i civarında kalmıştır. AKP Türkiye’si bu koşullarda bile emek aleyhtarı programıyla dünyadan olumsuz anlamda ayrışmıştır.

2022-2023 BUNALIMI

2021 sonundan itibaren ise Saray/AKP yönetimi büyümeyi pompalamak adına yanlış bir yol tutturmuş, faizi düşürme saplantısıyla bu sapmayı daha da vahimleştirmiştir. Böylece enflasyon önceki dönemlerde eşi görülmemiş bir hızda yükselmiş, ücretler geriden geldiği için de geniş emekçi kitleler üzerinde yeni bir bölüşüm şoku yaratmıştır. KKM uygulaması ile dövizi tutma çabaları, sonuçta Hazine ve TCMB üzerine 183 milyar TL’lik bir maliyet yıkmış, buna kur farkları için tanınan vergi istisnaları da eklenmiş, böylece geniş vergi mükellefi kitlesinden bir avuç yüksek tasarruf sahibine gelir transferleri yapılmıştır. Dış açıkların büyümesi, döviz kurlarının daima patlama eşiğin etrafında dolanması nedeniyle, ithalata aşırı bağımlı ekonominin TL cinsinden kazanan sabit gelirliler üzerindeki yıkıcı etkileri büyümüştür.

2016’da GSYH içinde yüzde 36 dolayında paya sahip olan ücret gelirlerinin 2022’de yüzde 26 düzeyine gerilemesinin anlamı, çok kısa bir zaman dilimi içinde emek aleyhine büyük bir bölüşüm şoku yaşandığıdır. Gelirler içinde payı bu kadar hızlı gerileyen ücretli kesimin Gelir Vergisi içindeki payının ise tam tersine yüzde 80’i aşması, bu kesim üzerindeki Gelir Vergisi baskısının 2-2,5 kattan 3 katın üzerine çıkması anlamına gelmiştir. Üstelik dolaylı vergilerin baş kahramanı da emekçi kesimlerken… Bütün bu olumsuzluklar üzerine gelen Maraş depremleri, toplumun emekçi kesimlerini daha çok vuran yapısıyla, sınıf dengelerini daha da sarsmıştır.  Sonuçta, ekonomik büyümeyi eksiye çeviren uzun süreli bir küçülme yaşanmamış olmasına rağmen, söz konusu dönemde işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi sınıflar ancak bir kriz döneminde yaşanabilecek kadar büyük bir ekonomik kriz içine yuvarlanmışlardır. Sermaye sınıfı açısından ise tam tersi geçerli olmuştur. Artık ekonomik krizde bile göreli bir “eşitlik”, yani her kesimin çeşitli derecelerde bir kriz algısı yaşadığı dönemlerden eser kalmamıştır.

Mayıs 2023 seçimleri bu bakımdan da çok önemlidir. Emekçi sınıfların çubuğu lehlerine bükebilecek şekilde örgütlenme-mücadele güçlerini geliştirecek yeni bir siyasi iklime olan ihtiyaçları, bu seçimlerdeki konumlarını da belirlemelidir. 1 Mayıs bu sınıf kararlılığını pekiştirmenin fırsatı olabilir.