Başlıktaki önerme belki iddialı gelmiş olabilir. Nihayetinde Ekşi Sözlük, internet denen devasa yapı içerisinde sadece bir site ya da platform. Onun, hukuka sığmayan bir kararla erişime kapatılmış olması, tümden internete erişimimizi kaybetmiş olmamız anlamına gelmez. Ancak durup düşününce, herhangi bir internet sitesinin bu kadar keyfi bir kararla kapatılmasının, internetin geri kalanı için de potansiyel bir kapatılma kararı ve gözdağı olduğunu anlamak zor değil. Böyle olunca, ne bir ifade özgürlüğünden ne de düzgün işleyen bir internetten söz edebiliyoruz. Bir yandan da Ekşi Sözlük’ün herhangi bir site olmadığını, Türkiye internet tarihinin önemli bir mihenk taşı olduğunu hatırlamak lazım. Ekşi Sözlük, Türkiye’de bir kuşağın internetle tanıştığı yerdir. Öyle ki; Twitter, Facebook, Instagram gibi dev sosyal mecraların hiçbiri ortada yokken Ekşi Sözlük vardı ve yerli bir platform olarak dünya internet tarihinin öncü, gurur verici girişimlerinden biriydi. Eğer hikâyesi ABD’de başlamış olsaydı, muhtemelen şimdi dünyanın en değerli şirketleri arasında sayılırdı. Hikâyesi Türkiye’de başladığı için olacak, yetkililerine herhangi bir karar tebliğ etmeye bile gerek duymadan apar topar erişime kapatılabiliyor.

SARTRE FRANSA’DIR”

Ekşi Sözlük’ün ilk yıllarından beri okuru ve yazarı olarak içinde bulunmuş, hatta ilk yazma pratiklerini orada yapmış biri olarak, dönüştüğü durumla ilgili eleştiri ve hayal kırıklıklarımı -erişim engeli olduğu süre boyunca- tekrarlamanın yararı yok. Haliyle nasıl Twitter, Facebook, Instagram, TikTok gibi dünya çapında platformlarla ilgili her hafta bu köşede eleştiri ve fikirlerimi paylaşıyorsam, Ekşi Sözlük ve işleyişi için de epey eleştiri rezervim var. Diğer yandan, artısıyla, eksisiyle Ekşi Sözlük’ün Türkiye’de internet kültürüne yaptığı katkıyı çok değerli buluyorum. Biraz da bu yüzden başlıkta “Ekşi Sözlük internettir” dedim. Çünkü, bana kalırsa General De Gaulle’un, ünlü düşünür Jean Paul Sartre’ı tutuklatmasını isteyenlere söylediği “Sartre Fransa’dır, tutuklanamaz” lafındaki gibi bir durumla karşı karşıyayız. Öyle ya, De Gaulle’ün, kendisine ve kendisinin Cezayir’e karşı başlattığı kanlı girişime cepheden karşı çıkan Sartre için söylediği bu söz, bugün Ekşi Sözlük’ü kendisine karşı gören herkesin üzerine düşünmesi gereken de bir söz. De Gaulle, burada Sartre’ın ya da Voltaire’in temsil ettiği değerleri, Fransa ile özdeşleştiriyordu. Bugün 21. yüzyılda, bir deprem felaketi üzerine Ekşi Sözlük’e erişimi engellemek, Sartre’ı tutuklamak gibi bir şey. Evet, Ekşi Sözlük bir kişi değil, bir kişi olsa, Sartre’ın yanından geçmez ama Sözlük on binlerce kişi demek aynı zamanda; iyi yanıyla, kötü yanıyla Türkiye’deki internet kültürünü temsil ediyor. İster istemez sokakta dolaştığınız zaman duyacağınız ve duymak istemeyeceğiniz bazı söylemleri de içeriyor. Bu söylemlerle, erişim engeliyle mücadele etmeye çalışmak, sokakta insanlar çok konuşuyor diye, sokağa çıkma yasağı çıkarmaya benziyor. Oysa o sokakta, eğer varsa yasalara aykırı konuşanlara yaptırım uygulayarak da sorunu çözebilirsiniz. Bu nedenle, erişimi engeli, Sözlük Kurucusu Sedat Kapanoğlu’nun (ssg) bir tweetinde söylediği gibi, “bilgi çağında işine gelmeyen bilgiyle başa çıkabilme kabiliyetinden yoksun olmak” anlamına da geliyor.

O SIRADA ABD’DE

Biz Türkiye’de Ekşi Sözlük’e erişim sorununu konuşurken, yine aynı günlerde ABD’de bu köşede daha önce de dikkat çektiğim iki önemli dava görülmeye başladı. Bu davaların biri Youtube’a (Google aynı zamanda), diğeri Twitter’a açılmıştı. İlki ABD vatandaşı Nohami Gonzalez’in (23), Paris’te eğitim gördüğü sırada IŞİD saldırısında öldürülmesiyle ilgili. Gonzalez’in ailesi, IŞİD’in, Google'ın sahibi olduğu YouTube'da "şiddeti kışkırtan ve potansiyel destekçileri toplayan yüzlerce radikalleştirici video" yayınladığını, YouTube algoritmalarının bu içeriği, bu içerikle ilgilenmesi muhtemel insanlarla buluşturacak şekilde öne çıkardığını iddia ediyor. Dolayısıyla IŞİD’in bu kadar büyümesi ve taraftar toplamasında Google ve ona bağlı YouTube’un sorumluluğu olduğunu iddia ediyor. İşte bu iddia, aslında 1996’da ABD’de çıkarılan ve sosyal medyayı yaratan yasa maddesi olarak bilinen Kısım 230 ile çelişiyor. Çünkü Kısım 230, platformları kullanıcıların yazdıkları içeriğin yasal sorumluluğundan azade tutuyor. Eğer böyle bir istisna olmasaydı ve bu ABD’den tüm dünyaya yayılmasaydı, Ekşi Sözlük dahil hiçbir sosyal medya mecrası kurulamaz ya da yaşayamazdı. İşte ABD, uzun zamandır bu istisnayı kısıtlamayı tartışıyor. Bununla ilgili görülen ikinci dava da IŞİD’in Türkiye’de 2017 yılındaki REİNA saldırısında hayatını kaybeden Nawras Alassaf’ın aile üyeleri tarafından, Twitter, Facebook’a ve Google’a açılmış dava. Alassaf’ın ailesi bu sosyal medya platformları olmasa, IŞİD’in bu kadar hızlı büyüyüp böyle eylemler gerçekleştiremeyeceğini iddia ediyor. Davalar henüz karara bağlanmadı ama yüksek mahkeme üyelerinin bu davalara çok temkinli yaklaştığı hissediliyor. Çünkü burada verecekleri bir karar, internetin genel işleyişini tamamen değiştirebilir. Bana sorarsanız, bu konuda topu yasa yapıcılara yani Kongre’ye atıp çok ciddi kararlar veremeyeceklerdir.

SOSYAL MEDYA: PLATFORM MU, YAYINCI MI?

Bu davalardan çıkacak sonuç ne olursa olsun, Kısım 230 başlığı altındaki istisna, internetin bugünkü koşullarına cevap vermiyor ve tartışılmaya devam edecek. Muhtemelen bazı kısıtlamalar getirilecek. Çünkü 1996 yılında bu istisna yasalaşırken, internet böyle dev merkezi platformların olmadığı bir internetti. Ayrıca kullanıcı yorumları, bugünkü gibi ilgiyi artırmak ve dikkat çekmek için seçilip algoritmalarla öne çıkarılmıyordu. Kronolojik veya ters kronolojik akış esastı. Deprem felaketinde ters kronolojik akışa en çok ihtiyacımız varken, eski tarihli paylaşımların öne çıkmasını ve tekrar tekrar dolaşıma girmesini düşünün. İşleri ne kadar zorlaştırdığı ortadaydı. İşte bu yüzden, bugün algoritmaları platformları bir yayıncı haline getiriyor. O halde içeriğin bir kısmından da sorumlu olmak zorundalar. Hem bu istisnadan yararlanıp hem de yazılanların içeriği beni ilgilendirmez denilemez. İşte platformlarla ilgili asıl tartışmamız gereken de bu. ABD hem davalar hem de siyaset yoluyla bunu tartışıyor. Tartışmak yerine, bizim gibi erişim engeli getirip işi kökünden halledebilirlerdi. Aradaki bu medeniyet farkı, duymak isteyene, deprem sonrası yaşanan yıkım ve öncesindeki ihmallerle ilgili de bir şeyler söyleyebilir.