Eleştiriyi ayağa kaldırmak
Edebiyat dergilerinin ya kapandığı ya da ayakta durmakta zorlandığı; bir dönem edebiyat ortamını, okur tercihlerini etkileyen kitap eklerinin sayısının bu kadar azaldığı bir dönemde eleştirinin hayat bulacağı alanlara ihtiyacımız var. Bunun yanı sıra eleştirinin sosyal medya lafazanlığı ile akademik donukluk arasına sıkışmasını da engellememiz gerekiyor.

Doğuş SARPKAYA
Eleştirinin öldüğü uzun süredir dillendirilen bir iddia. Bunu dile getirenler, modern dönemde nesnel bir eleştirel hattın oluşturulamayacağını mevzubahis ediyorlar. Sosyal medya ve yapay zekâ çağında eleştiriye ihtiyaç duyulmadığı, bir eser üzerine yapılacak uzun değerlendirmelerin döneminin geçtiğinde ısrarcı bir güruh var. Başka bir görüş ise edebiyatın kapitalist üretim ilişkileri çarkından geçtiğini ve tarih boyunca hiç olmadığı kadar piyasalaştırıldığını vurguluyor. Bu bakış açısına göre edebiyat üzerine söz alan birçok yazar, aslında bir ürünün parlatılmasını görev edinerek reklam metinleri kaleme alıyor. Eleştiri ile tanıtım yazısı arasındaki ayrım azaldıkça, nitelikli değerlendirmeler için alan daralıyor ya da nitelikli değerlendirmeler sadece akademik alana terkediliyor. Akademi ise ya bütünlüklü bir değerlendirme yerine spesifik olana yönelerek ya da tadı tuzu olmayan bir dilsel alana hapsolarak eleştirinin filizlenmesinin önünü tıkıyor. Bu da ister istemez eleştiriyi sancılı bir ölüme sürüklüyor. Bu kötümser değerlendirmeler ister istemez geleceğe dair umutları da sönükleştiriyor.
Edebiyat dergilerinin ya kapandığı ya da ayakta durmakta zorlandığı; bir dönem edebiyat ortamını, okur tercihlerini etkileyen kitap eklerinin sayısının bu kadar azaldığı bir dönemde eleştirinin hayat bulacağı alanlara ihtiyacımız var. Bunun yanı sıra eleştirinin sosyal medya lafazanlığı ile akademik donukluk arasına sıkışmasını da engellememiz gerekiyor. Bunun için hem diyalektik düşünen hem de farklı disiplinlerle dirsek teması kurabilecek düşünsel bir hatta ihtiyacımız var. Bu hattı kuracak yazı yoldaşlıkları kurmak teorik bir yeniden yapılanmanın önünü açabilir.
HÂLÂ UMUT VAR
Oylum Yılmaz’ın son kitabı Doğa Yürüyüşleri bu anlamda umut verici bir çaba olarak göze çarpıyor. Bir taraftan eleştirinin ölümünü iddia edenlere inat, edebiyat üzerine derinlikli bir düşünce hattı oluştururken bir taraftan da edebî dostluğa, usta-çırak ilişkisine, yazı yoldaşlığına saygı duruşunda bulunmamızı öneriyor Yılmaz, son kitabında.
Şunu baştan belirteyim: Bu kısa yazıda kitaptaki denemeleri tek tek değerlendirmek yerine Oylum Yılmaz’ın takip ettiği düşünsel hattın peşine düşmek niyetindeyim. Kitabın isminden anlaşılacağı gibi, yazar doğa-insan ilişkisi ile edebiyat arasında bir köprü kurmayı dert edinmiş eserinde. Bireysel deneyimle nesnel değerlendirmenin paralel bir şekilde ilerlediği bir hat oluşuyor Doğa Yürüyüşleri’nde. Artık kendi edebî hattını oluşturmuş ya da en azından bir pusulası olduğuna inandığımız bir yazarın beslendiği kaynakları da takip edebiliyoruz sayfalar ilerledikçe. Aynı zamanda Yılmaz’a yazarlık hayatı boyunca ona rehberlik eden bazı isimlerle karşılaşıyoruz yazılarda: Latife Tekin, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Ursula K. Le Guin, Virginia Woolf ve daha niceleri.
Lakin kitabın asıl gücü, bütünlüklü bir bakış açısını diyalektik bir yöntemle oluşturma becerisinde. Peki bunu nasıl başarıyor, Oylum Yılmaz? İlk olarak bireyselle toplumsal arasında bir bağ oluşturmayı önüne koyarak. Doğa Yürüyüşleri’nde belli bir alana sıkışmış, tek yönlü bir bakış açısının dayatıldığı denemelerle karşılaşmıyorsunuz. Bir eser değerlendirilirken onun hem edebî anlamda kıymetini hem de toplumsal karşılığı tartıştırıyor, Yılmaz. Bunu öncelikle ilk büyük kopuşumuz üzerinden gerçekleştiriyor. İnsanın doğa ile ilişkisindeki büyük yarılmayı kitabın merkezinde hissediyoruz. Bu çelişkinin kapitalizmle ilişkisini de sorgulayan bir hattın oluşmasıyla parça ile bütün arasındaki dinamik ilişkiye yer açılıyor metinlerde.
Diğer taraftan toplumsal cinsiyet ile edebiyat arasındaki ilişki de tüm kitap boyunca işlendiğini vurgulamalıyız. Erkek egemen bir edebiyat piyasasının içinde olduğumuz aşikâr. Kadın yazarların sistematik bir şekilde kanon dışına itilmesi neredeyse normalleştiriliyor. Oylum Yılmaz tam da bu kemikleşmiş bakış açısını karşısına alarak bir kadın yazar yoldaşlığına ihtiyacımız olduğunu savunuyor. Bu sadece kadın yazarlar için değil tüm edebiyat ortamı için dönüştürücü bir öneri.
Doğa-insan ilişkisi ve toplumsal cinsiyetin yanında kültürel dünyadaki piyasa ilişkilerini tartışmayı unutmuyor yazar. Ekonomik alt yapının kültürel altyapıya nasıl etki ettiğini, bu etkinin edebî ortamı nasıl dönüştürdüğünü de takip edebiliyoruz Doğa Yürüyüşleri'nin satır aralarında. Aynı zamanda yazarların telif çilesini de yazarak yaşamanın neredeyse imkânsızlaşmasını da dile getiriyor, Oylum Yılmaz. Doğa Yürüyüşleri'ndeki yazıları kıymetli kılan diğer bir nokta ise salt içerik okumasına dayanmamaları. Oylum Yılmaz, üzerine tartıştığı eserlerin biçimle ilişkisi üzerine düşünen bir eleştirmen. Denemelerinde doğrudan yapısal analizler yapmasa da biçimle içerik arasındaki dinamik ilişkiye içselleştirmiş bir yazarın cümlelerini okuduğumuzu hissediyoruz kitap ilerledikçe.
Oylum Yılmaz, eleştiri öldü diyen felaket tellallarına bir cevap veriyor bu kitabında. Edebî tartışmanın ne akademi koridorlarına ne sosyal medya gönderilerine sıkıştırılmaması gerektiğini hatırlatarak…


