Eleştiriyor musun? Etki ajanı olabilirsin!
Kafama göre başkanlık sisteminin 2024 model alâmeti farikalarından olan 9. Yargı Paketi (YP) olarak sunulacak kanun teklifinde etki ajanlığı olarak bilinen TCK m.339/A maddesinin taslağını okuduk. Anayasa Madde 38’in itinayla buharlaştırıldığı ülke ikliminde, bu teklifin karşısında güçlü şekilde durulmaz ise, aşağıda yer alan maddenin yasaya ekleneceği açık.
“Diğer faaliyetler
Madde 339/A- (1) Bu Bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;
a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar,
b) Türkiye’de suç işleyenler,
Hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fiilin, bu Bölümde düzenlenen suçlar dışında başka bir suç oluşturması halinde hem bu suçtan hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır”.
Düzenleme, TCK’ ye yapılmaya çalışılan bir ek. Eklendiği bölümün başlığı da ‘Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’. Esasen yapılmaya çalışılan ekin içeriğiyle bölümün başlığı da tam olarak örtüşmüyor. Söz konusu ek, bölümün amacının ötesine geçiyor. Örneğin ekte “araştırma yapmak” gibi çok geniş bir fiil suç sayılıyor. Sorgulayan, eleştiren, araştıran herkes tehdit altında. Vahim olanı da taslak maddesinin varsayımlara dayanmakta olması. Oysa muğlaklık hukukta en riskli durum. Devletin güvenliği, iç ve dış siyasal yararları gibi kavramlar zaten oldukça göreceli ve tanımlanması güç kavramlar. Bu istibdat maddesi ile esasen Akp politikalarının dokunulmazlığının altı çizilmeye çalışılmakta. Ezcümle, AKP; “AKP’nin iç ve dış politikalarını eleştiremezsin!” diye parmağını sallayıp, akabinde “sakıncalı” yöntemleri de belirliyor. Herhangi bir araştırma yaparsan veya yaptırırsan bunları suça konu olabilecek fiil ve faaliyet olarak görebilirim diyor. Bu kıstaslar ile ele alırsak yüksek lisans ve doktora tezleri bile bu ölçüde değerlendirilebilir.
Açık kaynaklarda bulunan bilgilere dayanarak makale, kitap yazarsan da, açık kaynak falan dinlemem, otoriter rejimin gereğini yaparım; fikirlerini, yayınlarını kontrol altında tutmak için tepende sallanan Demokles’in kılıçlarına bir yenisini daha bu madde ile eklerim. Bittabi, içinde bulunduğumuz çağın teknolojik olanakları karşısında bilgi akışını külliyen kesmem mümkün değil ama engellemek için elimden geleni ardıma koymam, ki yaparım bilirsin. diyor. Sözün özü; başka bir şeyle kıyası yapılarak küçümsenemeyecek ağırlıkta bir faşist düzenleme ile karşı karşıyayız. Yani bırakın Anayasa’nın güvencesi altında bulunan ifade ve basın hürriyetleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kısıtlama getirilmesini, “niyet okuyuculuğu” yaparak, ceza soruşturmasına ve kovuşturmasına konu edebilmemiz çok kolay. “Yok canım o kadar da değil” diyenlere bakmayın. O kadar! Nedeni de basit. Teklif edilen TCK m.339/A’nın tanımı; “kanunilik” ilkesi bakımından öngörülebilirliği, belirliliği ve bilinirliği oldukça zorlayan, temel hak ve hürriyetlere kolay müdahalenin önünü açan gri alanlardan mütevellit.
KİM TAYİN EDECEK
Peki, eleştiri ile etki ajanlığının sınırları nelerdir? Bunu kim, nasıl belirleyecek? Örneğin önüne gelen dosyada sınırları tayin edecek olan savcının sübjektif görüşüne kalacak bir sonuç karşısında bu ülkenin yurttaşları olarak kendimizi nasıl koruyacağız? “Ben böyle görüyorum” denirse “ Ben öyle görmüyorum.” diyerek kendimizi savunmamız yeterli olmayacağına göre, pek çok konu yoruma kalacak. Fikirlerimizi dillendirmemizle, yazdığımız kitap, makale ile şahsımıza ilişkin “istikrar bozucu” gibi nitelendirmeler sonucunda; yaratılacak düşmanlarla, açılan soruşturmalarla, aylarca, belki senelerce beklenen iddianamelerle ömürler otokrasinin yakıcı yağmuru altında akıp gidecek.
Faşizm, pek çok durumda faili belirsiz veya anonimdir, bazen fark edilmez, bazen de normalleştirilir. Halbuki oldukça ciddi bir politik sorun olup faşizmi üreten ‘normalliği’ değiştirmek uzun soluklu bir mücadelenin konusudur. Tıpkı bu taslağa karşı çıkmamız gerektiği gibi. Bu taslak yasalaşırsa Türkiye’deki otoriter rejimin kurumsallaşmasına bir tuğla daha eklenmiş olacak. Yumuşama/normalleşme gibi şeker ifadelerin tuzağına düşmeden faşizmi normalleştirmeye hizmet etmemek gerekmekte.
Adalet Bakanı Tunç, meclis tatile girmeden 9.YP’nin gündeme getirileceğini söyledi. Yani önümüzde tam bir aylık bir süreç var. İktidarını kaybetmemek için her yola başvuran AKP; kendine itiraz eden, karşı çıkan her kesimi susturmaya çalışıyor. Ana muhalefet partisi ise esastan muhalefet eden mi? Yoksa biçimsel muhalefet eden mi olduğuna hala karar verememiş durumda. Bu baskıcı anlayıştan ne normalleşme ne de yumuşama çıkacağını; kaldı ki yurdun iklimini sertleştirenin, anormalleştirenin, ötekileştirenin de muktedir olduğunu birileri ana muhalefet partisine anlatsın bir zahmet. Demokratik, özgürlükçü, insan haklarına dayalı bir hukuk devleti isteyen herkesin; bu vahim teklifin 1 Temmuz’dan evvel geri çekilmesi için ses çıkarma, mücadele etme zamanıdır.