Eline ne geçirse fırlatıyor
Televizyon haberlerini izlerken, Silivri zindanı önünde umut içinde evlatlarının tahliyesini bekleyen ana babalardan birinin şöyle bir sözüne tanık oldum:
“Bu çocuklar niye sokağa çıkmış da yürümüş? Demek ki sen memleketi doğru dürüst yönetemiyorsun ve rahatsızlar. Herşey yolunda olsa, niye protesto etsinler ki?..”
Bundan daha güzel ifade edilemezdi durum.
Rejimi temsil edenler öyle bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar ki, sanki birileri “hobi olsun, boş vakitler dolsun ve sırf gürültü çıksın diye” isyanlarını dile getirmek üzere sokakları dolduruyorlar. Öğrenciler ve öğretmenler derslerini bırakıp, işçiler üretimi bırakıp, sağlık emekçileri hastalarını terkedip, işsiz ve emekliler can sıkıntısından, mühendis ve mimarlar hesap kitaptan yorulup başka meşgale filan aradıklarından, ev kadınları sırf merak saikiyle meydanlara akın akın geliyorlar.
Aslında muktedir kendisi de biliyor durumun böyle olmadığını. Ama artık bunu idrak edip de faklı davranabileceği bir noktayı çoktan geçmiş durumda. Bal gibi biliyor, işlerin kendi kontrolundan çıktığını ve ne yaparsa yapsın artık eski gücünü yakalayamayacağını. Öyle bir farkında ki, çürüyüp yokolma sürecinde hızla ilerlediğinin, çaresizliğini iliklerinde hissediyor, adeta.
O yüzden de rejim kendi kendini daha da zavallı göstermek pahasına, zalimane olduğu kadar komik, azgın olduğu kadar trajikomik yöntemlere başvurmaktan geri durmuyor.
Hani, (benzetmek gibi olsun) okul bahçesinde kalabalık bir insan grubuna hakaret edip edip, sessiz kalmalarından cesaret alıp daha fazla hakaret edip, bir anda topluca kımıldadıklarını gördüğünde de tabanları yağlayıp kaçmaya başlayan iri yarı zorba çocuğun kaçarkenki tavrına benziyor bu hal ve tavırlar. Kaçarken bir yandan da, eline ne geçerse fırlatıyor muhaliflerinin üzerine…
Muhalifinin sosyal medya hesabını engelliyor.
Kafasına her estiğinde, interneti ya yavaşlatıp ya da durdurarak toplumun en doğal ve en hayati ihtiyacı olan haberleşmeyi engelliyor.
Meydana toplanan insanları karanlıkta bırakmak adına aydınlatma araçlarının, muhlif liderin konuşmasını sabote etmek için parti otobüsünün oraya gelişini engelliyor.
Ekranlardan ya da radyolardan kendisini eleştiren sesler duyulmasın diye, “sivri dilli” konukların kanallara davet edilmesini engelliyor.
RTÜK’e zırt pırt kestirdiği cezalarla, kamuoyunun “bağımsız haber kaynaklarından” bilgi almasını, işine gelmeyen haberlere internette erişilmesini engelliyor.
Öğrencilerin bilim değil hurafe öğrenmelerini sağlamak, kaliteli eğitimden mahrum kalmaları için, hacıların hocaların önünü açıp, kaliteli, yüksek kalibreli eğitimcilerin görev yapmasını engelliyor.
Uyguladığı akıl dışı ekonomi politikaları nedeniyle emekçi ve emekli on milyonlarca insanı yoksullaştırıp, insanca yaşamalarını engelliyor.
Siyasi hataları ve göz göre göre siyasi rakiplerine karşı gerçekleştirdiği darbe nedeniyle oluşan ilave ekonomik felaketi durdurabilmek adına bu milletin 50 milyardan fazla rezerv dövizini yakıp, olası bir tamiratı engelliyor.
Rejimle, siyasi iradeyle artık adeta bir “emir – komuta” ilişkisi içine girdiği açıkça ortada olan savcı ve yargıçlara verdiği talimatlarla, adaletin tecellisini engelliyor.
Özetle: Tahribat üzerine tahribat yaparak, koskoca memleketin geleceğe umutla bakmasını engelliyor.
Öylesine tükenmiş bir halde ve çaresizlik içinde kıvranıyor ki, bu “eline ne geçerse karşıtlarının üzerine fırlatma halini” abartmaktan da geri durmuyor.
Hani, elinden gelse muhaliflerinin çeşmelerinden su akmasına, fırınlarından ekmek alabilmelerine, sobasına atacak odun bulabilmesine bile mani olacak. O derece aymazlık içinde.
Ne kadar izole olduklarının farkında bile olmadığına inanıyorum, rejimin temsilcilerinin. Yandaş ve yalancı üç beş TV kanalının, oralarda her gece şakıyan yılışık rejim bülbüllerinin çaresiz serenadlarından başka bir şey duymayı reddediyor kulakları. Onların “pohpoh”ları kulaklarına bir “hoş veda şarkısı gibi” geliyor rejim mensuplarının.
Zaman zaman muhalif cenahta yazılıp çizilen şu “Rejim içinde bazı aparatlar bile kaygılı, endişeliymiş” söylentilerine bile inanası gelmiyor artık insanın. Muktedir cenahta o tür şeyleri seslendirenlerin nasıl hunharca (oh olsun) hızla yokuş aşağı giden vagonların pencerelerinden raylar üzerine atıldıklarını unuttuk sanıyorlar. Pek çoğu, zaten utanmadan aramızda dolaşıp (maalesef) izzet ve itibar görmüyorlar mı o tür eski ve sefil “sözde” itirazcıların?
Dertlerinin halkın ve memleketin hayrı değil, “Rejimin muteber koltuklarında artık bir yer bulamamaktan” ibaret olduğunu bilmediğimizi mi sanıyorlar?
Biz ise mağdur ama boyun eğmeyen halk kitleleri olarak işimize bakıyoruz.
Rejimin, bu son demlerinde içine düştüğü ve giderek daha da artan saldırganlığına vereceğimiz cevaba odaklanıyoruz.
Üzerimize ne fırlatırsa fırlatsın, zulmünü ne kadar arttırırsa arttırsın, göğsümüzü bu hayasızca akına siper edip daha da kenetleneceğiz. Fabrikada, tarlada, şantiyede, ofiste, okulda, dükkanda, atölyede, hastanede daha da örgütlü daha da bilinçli ve farkında olarak çığ gibi büyüteceğiz toplumsal muhalefeti.
Hükümdarların saraylarını, meydanların kararlı sesi, er ya da geç mağlup edecek.
“Sufleyi” kimden aldığımız belli.
“Milletini istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyen, tarihin en büyük savaşçılarından birinden, Kurucu Önderimiz’den alıyoruz.