Kaldı 6 gün. Yirmi küsur yıllık karanlıktaki son yazıyı yazmakta olduğuma o kadar eminim ki artık! İçim rahat. Gidip oy kullanmak kaldı geriye sadece...

Geçen günlerde yazmıştım “Emre, yapma kardeşim” diye. Azılı bir Muharrem İnce taraftarıydı Emre. O da vazgeçmiş. Hatta ablası Cemre de. Sevindim. Sadece onlar değil, etrafımdaki Z kuşağı kardeşlerimden de haberler geliyor. Vazgeçiyor hepsi akın akın. Bana kalırsa önümüzdeki günlerde İnce, bizzat kendisi de vazgeçecek ve Kılıçdaroğlu lehine çekilecek. Doğrusu bu olur. Aklın yolu birdir. Bunu yapmasa da hiç önemli değil. En başından beri söylediğim gibi, öyle ahım şahım bir oyu hiç bir zaman olmadı. Yüzde iki oy alsa buna bile mucize oldu derim. Ama oldukça meşgul etti gündemi Brütüs. Bundan da hayli keyif aldı, mutlu oldu. “Peki çekilse ne olur, çekilmese ne olur” diyeceksiniz. Çekilse kendisi için iyi olur. Şu anda bitmiş görünen kariyerinde belki oradan buradan bir şekilde devam etmek için ufak da olsa bir şansı olur. “Peki madem bu adamın bir etkisi yok artık, neden yazıyorsun” diyeceksiniz. Tarihe notumu düşmek için yazıyorum. “Ben demiştim” demek için yazıyorum. Çok bayıldığım bir şey değildir bu “ben demiştim” demek ama yine de en çok başıma gelendir. Çünkü genelde demişimdir.

Millet İttifakı harika bir kampanya yürüttü, yürütüyor. Mafyanın, gözden düşmüş rüşvetçi iş adamlarının kasetleri falan filan bile kullanılmıyor. Hiç gerek yok çünkü. Her gün proje anlatıyor en tepedeki Kemal Kılıçdaroğlu’sundan en aşağıdaki başka bir bileşenine kadar bu ittifak! Helal olsun!

Cumhurbaşkanı uçmayan uçaktan, yürümeyen tanktan, çıkmamış petrolden bahsederken muhalefet, sadece Millet İttifakı değil tüm muhalefet, 15 Mayıs günü itibariyle neler olacağını anlatıyor en ayakları yere basan cümleleriyle.

Gezi Tutsakları’nın serbest kalması için gün sayıyorum. Selahattin Demirtaş’ın da, hukuksuzca zindanlarda esir tutulan gazetecilerin de, yazarların da, hukukçuların da, yani hukuksuzca tutuklananların çıkacakları günü sabırsızlıkla bekliyorum. Özgürlükten daha elzem bir şey yoktur.

13. Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde geçtiğimiz gün gerçekleşen Millet İttifakı’nın “Büyük İstanbul Mitingi” gelecek güzel günlerin adeta habercisiydi. Hele dünkü Cumhur İttifakı mitingi ile kıyaslandığında fark çok açık ortadaydı.

Millet İttifakı Doğu’da da esip gürlüyor. Bu güne kadar hiç tanık olmadığımız kalabalıklar karşılıyor Doğu’da da muhalefeti.

İktidarın nefret dili iki zümreye karşı “en çok” kirlenmişti. İktidarın kindar sözcüleri hem LGBT-İ’lere hem Kürt yurttaşlara ağıza alınmayacak sözler söyledi, hakaretler etti. Sandıkta da işte bu iki zümre tarafından en ağır şekilde cezalandırılacağa benzerler.

***

Devlet Bahçeli’nin Balıkesir’deki “İki Keklik” performansını izlediniz mi? İzlemediyseniz izleyiniz… Hayır, ben Devlet Bey ile dalga geçmeyeceğim. Yazık, sempatik bile buldum. Arada yapıyor böyle şeyler. Olsun, renktir. Ama aklıma bir şey takıldı:

Bu Türkü iki yörede söylenir. Biri Devlet Bey’in söylediği Balıkesir versiyonu. Bir diğeri de Elazığ yöresinde söylenen şeklidir. Sayın Bahçeli’ye Elazığ mitingi -yaptı mı bilmiyorum- yaparsa kullanması için o yörenin sözlerini şuraya bırakayım:

“İki keklik bir derede imanım da ötüyor

İki keklik bir derede imanım da ötüyor

Ötme de keklik benim benim derdim artıyor, sana hayran, artıyor

Ötme de keklik benim benim derdim artıyor, sana hayran, artıyor

Emine hanım konyak içmiş karyolada yatıyor

Emine hanım konyak içmiş karyolada yatıyor

Yazması oyalı, kundurası boyalı yar yar benim olsan, yar yar

Uzun da geceler dilim yari heceler yar yar benim olsan, yar yar

Emine hanım yeni çıkmış imanım da hamamdan

Emine hanım yeni çıkmış imanım da hamamdan

Yazması oyalı, kundurası boyalı yar yar benim olsan, yar yar

Uzun da geceler dilim yari heceler, yar yar benim olsan, yar yar”

***

Geçtiğimiz gün canım Füsun Akatlı’nın doğum günüydü. 13 yıl olmuş Füsun Hanım aramızdan ayrılalı. Öncelikle dostum Zeynep Altıok Akatlı’ya sonra hepinize güzel bir hafta dilerken yazımı Füsun Akatlı’dan bir paragraf ile bitirmek istiyorum:

“Kısalı-uzunlu, uzak-yakın dostluklardan fire verdikçe, her seferinde kısalı-uzunlu, geçici-kalıcı acılar yaşarsınız. Bir yol ayrılması bile olmayan, olamayan ayrılışlardır bunlar. Vefanın olmadığı yerde, vedanın hiçbir anlamı yoktur. Vedalaşmazlar. Ama neden hep onlar giderler, siz kalırsınız? Bir keresinde de siz gitseniz? Belki gidilen o yerlerde daha güzel, daha anlamlı bir şeyler vardır da, ona ve onun için gidiliyordur! ‘Orası’ neresidir? Öğrenemezsiniz... Siz hep kalırsınız. ‘Partir... c’est mourir un peu’ (Ayrılmak biraz ölmektir) sözünü hep doğru bellemişsinizdir ama, nice yıllardan sonra, bir sevgili sesin fısıltısını sanki ilk kez/ yeniden duyarsınız: Hayır. Aslında ‘Rester... c’est mourir un peu!’ (Kalmak... Ölmek budur [asıl] biraz)" (Acıyla, Sevgiyle Kahramanca...)”