Google Play Store
App Store

İsrail’in en değerli muhalif gazetelerinden Haaretz’in yazarı Amira Hass, annesinin yaşadığı sarsıcı bir ‘kültürel karşılaşma’yı anlatıyor: Annesi, Fransız yazar Simone de Beauvoir’ın anılarını okurken, özellikle Simone’un 2. Dünya Savaşı sırasında dağlarda özgürce ve keyifle bisiklete bindiğini anlattığı sayfalarda şoke olmuş. Çünkü aynı günler, kendisinin Bergen-Belsen Toplama Kampı’nda öldürülmeyi beklediği günlermiş.

“Bir yerde soykırım işlenirken başka bir yerde mutlu yaşamanın mümkün olduğunu fark etmiştim o an...” diyen anne Hass, Likud/Netanyahu İsrailinin 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de yaptıklarına dair şunları söylemiş: “Bugün bunu benim halkım yapıyor. Şimdi bisiklete binen biziz.” (Aktaran, Gideon Lewis-Kraus, “The Angst and Sorrow of Jewish Currents”, The New Yorker, 9 Eylül 2024)

∗∗∗

Hümanist kültürümüzün en önemli unsurlarından biri ‘empati’dir. Türümüz için o kadar yaşamsal bir duygu ki bu, insan beyninde empatiye  ayrılmış özel bir bölüm bile var. Hatta seri katillerin psikopatolojisi üstüne yapılan bazı çalışmalarda ortaya çıkan, bu insanların beyninde empati duygusunu sağlayan bölgenin gelişmemiş olduğuna dair bulgular da var.

Empati duygusunun -yeteneğinin- bireysel ve kitlesel karakteristik yanlarına dair çalışmalar da söz konusu. Buna göre, bir vahşet eylemini tek başınayken asla aklına getirmeyecek, hatta karşı çıkacak biri, kitle psikolojisiyle hareket etmeye başladığı an o vahşetin uygulayıcılarından birine dönüşebiliyor. Başta Ruanda ve Srebrenica olmak üzere, özellikle ‘90’lı yıllarda yaşanan soykırım ve katliamları çözümlemeye çalışırken sorulan temel sorulardan biri bu yüzden şudur: “Komşularını neden öldürdüler?” Ne oldu da insanı diğer tüm canlılardan ayıran o temel unsuru, empati duygusunu kaybettiler?

‘Organize kötülük’, ‘örgütlü kötülük’ gibi kavramlar bu doğaları gereği bir dehşet potansiyeli taşır. Ama bu potansiyelin varlığı, bireysel akıl ve vicdan sorumluluğunu ortadan kaldırır mı?!

∗∗∗

Peki, 8 yaşındaki bir çocuğu öldürürken, “Al şunu bir çuvala koy, dereye at!” derken, “Henüz bende değil, daha ölmemiş...” derken, basın karşısında sanki o çocuğu tamamen yerli ve milli ailesi değil de MOSSAD ve CIA ajanları öldürmüş gibi "Bu tür vahşilikler, vandallıklar içimizden çıkmayacak. Bunlar bizim kültürümüz değil, bunlar Avrupa’nın, Amerika’nın, İsrail’in kültürü. Bu kültürü kimler ne amaçla aramıza koydu onu araştırmak lazım" diye konuşurken, hakikaten seri katilleri bile şaşırtacak bir soğukkanlılıkla “koca bir ailenin karalanmasını birtakım dış güçler ve onların yerli uzantılarına bağlamaktayız” diye basın açıklaması yazarken nasıl bir empati yoksunluğu, nasıl bir vicdansızlık devreye girer?

Koca bir sülale, bir köy halkı, iktidar partisinin milletvekili, bir çocuğun öldürülmesinde, cesedinin saklanmasında, bildiklerini anlatmamalarında, verdikleri yalan dolan ifadelerde kendilerini hangi gerekçelerle haklı görebilir? Köy halkı ve aile fertleri tarafından şaşırtıcı bir insafsızlıkla sürekli dile getirilen “Belki görmemesi gereken bir şey görmüşse...” ifadesi, ceza yasasına da girer mi?!

Gazze’de hastane ve okul bombalayarak çocuk öldüren Likud/Netanyahu zihniyetiyle, 8 yaşında bir çocuğun yaşama hakkını organize biçimde elinden alan zihniyet birbirinden ne kadar farklıdır?

1940’ların, 1990’ların dünyasından çok farklı olduğunu sandığımız bu yeni dünyada, tüm bisikletlerin tekerlekleri çatır çatır kırılmaz mı?!