Google Play Store
App Store

Emperyalizm, dekolonizasyonun etkilerini tersine çevirmek için dünyaya neoliberal düzeni dayatıyor. Bunun yetersiz kaldığı yerde savaşların önünü açıyor.

Emperyalizm ve genişleme arzusu
Fotoğraf: Depo Photos

Prabhat PATNAIK

Emperyalizm, dekolonizasyonun etkilerini tersine çevirmek için dünyaya neoliberal düzeni dayatıyor. Bunun yetersiz kaldığı yerde savaşların önünü açıyor

Lenin’in Emperyalizm’de bahsettiği finans kapitalin kaçınılmaz çabası, “etki alanlarını, hatta doğrudan kendi alanını” büyütmektir. Lenin, bu sözleri emperyalizm içi rekabetin belirlediği bir dünyada yazıyordu, bu çaba rakip finans kapitaller arasındaki rekabetçi mücadele biçimini alarak dünya hiçbir “boş alan” kalmayacak şekilde hızla bölüştürülüyordu; artık yalnızca rakip finansal oligarşiler arası savaşla gerçekleşebilecek bir yeniden bölüştürme mümkündü. Ancak izin verilen savaşlar emperyalizmin zayıflamasına ve dünyanın kimi kısımlarının sosyalist devrimler ve sosyalizmin rehberliğinde ortaya çıkan dekolonizasyon süreciyle emperyalizmin hegemonyasından kopmasına sebep oldu.

Sermayenin merkezileşmesine yönelik daha ileri gelişmeler, konsolide edilebilmesi için hem emperyalizm içi rekabet bitirilmişti. Çünkü artık sermaye, hareket alanında herhangi bir sınırlandırma kalmadığı için rakip güçler arasındaki etki alanlarını değil tüm dünyayı istiyordu; hem de şimdi birleşmiş durumdaki emperyalizm daha önce kopan bölgelerdeki hegemonyasını yeniden sağlamaya çalışıyordu. Bu ikincisi için emperyalizmin kullandığı iki silah var: Esasen dekolonizasyonun etkilerini tersine çevirmek için dünyaya neoliberal düzeni dayatmak ve bu ilk enstrümanın yetersiz kaldığı yerde savaşların önünü açmak.

SINIFI ZAYIFLATMA ÇABASI

Neoliberal rejim dünyanın her yerinde işçi sınıfını zayıflatmayı amaçlıyor. İlk olarak uygulamaya konulduğu gelişmiş ülkelerde üçüncü dünyadan gelen ucuz emek gücü tarafından yerinden edilme tehdidi büyük çaplı bir emek rezervi yarattı, bu sebeple de ücretler geriledi. Üçüncü dünya ülkelerinde böyle bir yer değiştirme emek rezervinin göreli boyutunu düşürmedi çünkü burada da gerçek ücretler geriledi. Dolayısıyla tüm dünyada gerçek ücretle vektörü durgunlaşırken, her yerde emek verimliliği daha fazla yükselerek hem tekil olarak ülkelerde hem de bütün olarak tüm dünyada ekonomik artı değerin payının yükselmesine sebep oldu. Bu yalnızca ekonomik adaletsizlikte keskin bir yükselişi (ve üçüncü dünyanın çoğunda nüfusun önemli bir kısmında gıdaya ulaşım sorununu) getirmedi, ayrıca tam bu sebepten aşırı üretime yönelik bir eğilimi de yarattı, sonuçta çalışanlar bu artı değerle geçinenlere kıyasla gelirlerinin daha büyük bir kısmını tüketiyorlar.

NEOFAŞİZMLE İTTİFAK

Neoliberal kapitalizme içkin olan aşırı üretime yönelik bu eğilimle tüm dünya durağanlığa sürüklendikçe neofaşizm de yükseliyor, sermaye oyalayıcı bir anlatı sunan neofaşist unsurlarla müttefikleşme yoluna gidiyor. Bu anlatı hayatın maddi koşullarıyla ilgilenmektense “öteki” olarak temsil edilen talihsiz bir dini ya da etnik azınlığa karşı nefret üretiyor. Neofaşist unsurlar kimi ülkelerde iktidarı ele geçirirken diğerlerinde sırasını bekliyor, liberal demokraside gücü ele geçirerek faşist bir devlet kurma yolculuğu daha uzun. Ancak neofaşist unsurların iktidarı ele geçirdiği ülkeler bile aşırı üretime yönelik bu eğilimin üstesinden gelemiyor: Devlet küresel hareketlilikteki finansla karşı karşıya bir ulus devlet olarak kaldıkça, neofaşist bir hükümetin kontrolünde bile olsa toplam talebi yükseltebilmek için mali açık ya da zenginlerin vergilendirilmesi yoluyla hükümet harcaması yapabilmek konusundaki yetersizlikleri değişmiyor. Şu sorulabilir: Ulus devletin durgunlaşmaya yönelik eğilimle mücadeledeki yetersizliğinin ve dolayısıyla neofaşizmin yükselişinin suçu neden emperyalizmde olsun? Basit cevabı, herhangi bir ulusun kendini küresel finans girdabından koparma ve devleti talebi yükseltmek için kullanma girişimi ABD liderliğindeki emperyal devletlerin topyekûn ekonomik ambargo uygulamasıyla karşılaşır. Emperyalizmin hegemonyasını tahkim edebilmek için kullanacağı ilk silah, kısacası dünyanın her yerinde insanları sefalete sürükler ve neofaşizmle neticelenir.

SAVAŞLARLA TAHKİM

Emperyalizmin kendisinden kopan bölgelerinde hegemonyasını tahkim edebilmesinin yolu olan savaşlar şu an dünyayı bir felakete sürüklüyor. Şu an sürmekte olan her iki savaş da emperyalizm tarafından teşvik edilip sürdürülüyor ve her ikisi de nükleer savaşa tırmanma potansiyeline sahip. İlk olarak Ukrayna Savaşı’nı ele alalım. Sovyetler Birliği çöktüğünde Mikhail Gorbaçov, NATO’nun doğuya genişlemeyeceği sözünü almıştı. Ancak NATO Ukrayna’ya kadar doğuya genişledi. Ukrayna’nın kendisi NATO’ya katılmak istemedi, seçilmiş devlet başkanı Viktor Yanukoviç böyle bir fikre karşı olduğu için, ABD’li yetkili Victoria Nuland’ın gözetiminde tasarlanan darbeyle koltuğundan edildi ve yerine ikinci dünya savaşı sırasında Hitler’in birlikleriyle iş birliği yapan Stepan Bandera’nın destekçileri geldi. Yeni hükümet yalnızca NATO’ya katılma arzusunu ifade etmedi ayrıca Rusça konuşulan Donbas bölgesinde çatışma çıkararak Rusya müdahalesine kadar binlerce insanın yaşamını yitirmesine sebep oldu.

Bu konularda turnusol yerine geçen soruyu soralım: Ukrayna geriliminde barış anlaşmasından yana olan kim karşısında olan kim? Fransa ve Almanya’nın yardımıyla Rusya ve Ukrayna arasında uzlaşmaya varılan Minsk anlaşması ABD ve Britanya tarafından sabote edildi, hatta Boris Johnson Kiev’e uçarak Ukrayna tarafını vazgeçmeye ikna etti. Ve her ne kadar farklı emperyalist güçlerden farklı sesler çıkmasına rağmen, dönemin Almanya şansölyesi Angela Merkel şimdilerde Minsk anlaşmasının Ukrayna’ya savaşa hazırlanması için zaman kazandırmaya yönelik bir üçkâğıt olduğunu itiraf etti. Doğruluğu şüphe götürmeyecek tek gerçek Ukrayna’daki savaşın temelde Rusya’ya emperyalizmin hâkimiyetini dayatabilmek ki Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri sürdürülen bu emperyalist proje Boris Yeltsin’in başkanlığında da neredeyse başarıya ulaşacaktı.

BARIŞIN ÖNÜNDE DURUYOR

Şimdi diğer savaşa geçelim, İsrail’in Filistin halkına şimdi bir de Lübnan’a karşı sürdürdüğü vahşet ve acımasızlığa. İsrail’in Amerikan emperyalizmi tarafından topyekûn desteği ilkten Amerikan siyasetinde Siyonist lobinin gücünün bir yansıması olarak görülüyor, emperyalist bir plandansa. Ancak bu görünüm yanıltıcı. Emperyalizm yalnızca İsrail’in bugün soykırımla yarın kitlesel etnik temizlikle sürdürdüğü “yerleşimci kolonyalizminin” suç ortağı değil, İsrail eliyle tüm bir bölgeyi kontrol etme projesine sahip.

Yine turnusolumuzu koyalım: Bugün kim barışın önünde duruyor? ABD resmi olarak “iki devletli” çözümü savunuyor ancak ne zaman “iki devletli” çözümün ilk adımı olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin’i 194’üncü üye ülke olarak kabul edecek olsa ABD veto ediyor. Dolayısıyla otantik “iki devletli” çözüme yönelik destekleri tamamen uydurma. Dahası ne zaman İsrail ve düşmanları arasındaki ateşkes anlaşmaları kritik bir eşiğe gelse, bu ister İsmail Haniye olsun ister Hasan Nasrallah, İsrail bu liderlere suikast düzenliyor. Dolayısıyla ateşkes anlaşmaları İsrail açısından bir üçkâğıt ve Amerikan emperyalizmi de bunun suç ortağı. İsrail’in yerleşimci kolonyalizmi Amerikan emperyalizminin tahsisiyle biçimlenmiş, emperyalizmin yerel jandarmalığı rolü. Ve savaş tırmanırken, nükleer bir karşılaşma riski giderek artıyor.

Neoliberal ekonomik düzen dayatması ve savaşların emperyalizmin hâkimiyetini tahkim edebilmek için kullandığı iki silah olduğunu söylemiştim. Ancak bunlardan biri neofaşizme yol açıyorsa diğeri tüm insanlığı felakete sürüklüyor.

Çeviren: Yusuf Tuna KOÇ

Kaynak: mr.online.org