“En kötüsü işçi sınıfı kuşatılmış halde” diyen Prof. Dr. Bahçe, bu kuşatılmışlığın sınıfın sıradan üyelerinin özbilincini yaraladığına dikkat çekiyor. Bahçe, örgütlü olmanın ne kadar önemli olduğuna değiniyor.

En kötüsü işçi sınıfı kuşatılmış halde

Yazı Dizisi - Sınıf ayağa kalkarken 1 mayıs

Hazırlayan: Dilan ESEN

Pandemi ve ardından gelen ekonomik kriz, toplumun en düşük ücretlere mahkûm edilen kesimlerinden olan işçileri, neredeyse açlığa mahkûm etti. Prof. Dr. Serdal Bahçe ile işçi sınıfının içinde bulunduğu yoksulluğu ve bundan çıkış yollarını, nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiğini konuştuk.

Türkiye özellikle son yıllarını ekonomik krizin ve pandeminin yarattığı yoksulluğa mahkûm edildi, bunlardan da en çok etkilenenin işçiler olduğu söyleniyor. İşçiler, nasıl bir buhranın içinde?

Türkiye işçi sınıfı son dört yıl içinde ülkenin başına gelen üç büyük çöküntüden –ekonomik kriz, pandemi ve deprem– en fazla etkilenen toplumsal kesimdir. İşçilerin içinde bulundukları buhran yeni değil. Örgütsüzlük, çalışma rejiminin esnekleşmesi, sendikasızlaşma, çalışma ile ilgili yasal mevzuatın sermaye lehine değiştirilmesi; tüm bunlar işçi sınıfında hem fiziksel hem de moral bir buhranı çoktandır beslemekteydi. Şu son dört yıl buhranı yaratmadı, onun derinliğini gösterdi. Peki, bu buhran nasıl bir buhran? Öncelikle özellikle son dört yıldır işçilerin hem milli gelirden aldıkları pay hem de reel ücretleri hızla aşınmaktadır. Bu ikisi birleştiğinde ortalama bir işçi ailesinin kapitalizmin yarattığı ekonomik zorluklarla baş etme kapasitesi giderek eridi. Bugün işçilerin yüzde 50-60’ı asgari ücret civarında ücret almaktadır. Asgari ücret ise yoksulluğun ötesinde, açlığa işaret etmektedir.

İkincisi işçi sınıfının maddi refahına ilişkin göstergeler de tepe aşağı gitmektedir. Örneğin işçi sınıfı içinde ev sahipliği oranı sürekli düşmektedir. İşçi sınıfımız borçlu bir işçi sınıfıdır, en temel hayati gereksinimlerini karşılamak için bile borçlanmak zorunda kalmaktadır. Borçlanan bir işçi sınıfı ise direnme kapasitesini yitirmektedir. İşçi sınıfı ayrıca örgütsüz ve sendikasızdır.

Toplu sözleşmelerin kapsamı altındaki işçi sayısı tüm işçi sınıfının çok ama çok küçük bir oranıdır. Kısacası kendi emek gücü için pazarlık edebilme yetisine sahip çok az sayıda işçi vardır. Bu durum kuşkusuz işçi sınıfının özgüvenini onarılamayacak derecede yaralamaktadır. Ancak en kötüsü işçi sınıfı kuşatılmış haldedir. Bu kuşatılmışlık sınıfın sıradan üyelerinin özbilincini yaralamaktadır. Türkiye’de işçi sınıfının yoğun olarak bulunduğu bölgelerdeki siyasal tercihlere bir bakın bu kuşatılmışlığın boyutlarını anlarsınız. Direnişin yerini tevekkülün, sınıfın örgütlü gücünün yerini dağınıklığın, sınıf bilincinin yerini ise çaresiz bir kölelik bilincinin aldığı görülüyor.Kısacası işçi sınıfının ekonomik buhranı moral ve fiziksel buhranını besliyor, bu ise içinde bulunduğu ekonomik buhranı derinleştiriyor. Emekçiler yoğun darboğazın içinde olduklarından sık sık ek zam talep ediyor.

Ek zam neden en acil talebe dönüştü?

Son 3-4 yıldır yaşanan enflasyonist sürecin başında maliyetleri artıran gelişmeler vardı. Ancak sermaye bu süreci şimdi kârlılığı artırmak ya da en azından sabit bir seviyede tutabilmek için süreci bir silah olarak kullanmaktadır. İçinden geçtiğimiz süreç enflasyonun teknik iktisadi bir sorun olmadığını, bir bölüşüm kavgasının dışa vurumu olduğunu göstermektedir. Sermaye emekçinin payını düşürmek, onun emek gücünün değerini düşürebildiği yere kadar düşürmek için süreci kullanmaktadır. Burjuva iktisatçılarından bazıları bu en düşük seviyenin geçimlik seviye olduğunu söylerlerdi. Türkiye işçi sınıfının şimdi acıyla deneyimlediği süreci gözlemleselerdi herhalde reel ücretlerin düşürülebileceği en düşük seviye ile ilgili görüşlerini revize ederlerdi. Çünkü bugün reel ücretler bu ülkede açlık sınırının altındadır. İşçiler fiziksel açlık tehlikesiyle yüz yüzedirler. Ek zam talepleri bu nedenle acil bir talebe dönüştü. İşçiler ek zammı sahip oldukları refah seviyesini korumak için talep etmiyorlar, fiziksel açlıkla baş edebilmek için talep ediyorlar. İşin acı tarafı da bu zaten. Daha acı tarafı ise haşmetli kapitalist devletimiz krizi atlatsın diye sermayeye yağlı ballı bir sürü kaynak aktarırken sayıları milyonları bulan kocaman bir kitleyi kendi haline bırakmıştır. Özellikle temel tüketim kalemlerindeki fiyat artışları, işçi sınıfını insanca yaşamak bir yana, yaşamak ya da yaşayamamak ikilemiyle baş başa bırakmıştır. Bu çerçeve içinde ek zam talepleri daha iyi bir evde yaşayabilmekten, çocuğuna daha iyi bir eğitim aldırabilmekten, insanca tatil yapabilmekten öte ekmek, soğan alabilme, işe gidebilme, fiziksel varoluşunu devam ettirebilmeye yönelik taleplerdir esasında. Özetle ek zam talebi acil bir yaşayabilme talebidir.

Sınıfın bu darboğaz halinden kurtulabilmesi için ne yapmak gerekir?

Burada işçi sınıfının buhranından ya da bunalımından her söz edildiğinde gündeme gelen mutat önerileri tekrarlamak adettendir: Örgütlenme ve direnme. Ancak bir teşhiste bulunalım. Bu sadece sınıfın değil toplumun da bunalımı. Diğer bir ifadeyle sorun artık sadece örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmak ya da yasal mevzuatı işçi sınıfı lehine değiştirmek değildir. Pek tabii ki bunlar için mücadele sürmelidir. Hatta sınıf bilincini yeninden yaratabilmek adına yeni yöntemler de tasarlanmalıdır. Ancak bugünkü darboğazın en temelde bize gösterdiği bir şey var; ekonomik ve siyasal mücadele ayrımı artık anlamsızıdır. İşçi sınıfının kendi ekonomik bunalımını aşma çabası aynı zamanda sonuna kadar siyasal bir mücadeledir. Ancak siyasal mücadele kendi halinde işçi sınıfı olarak yürütemeyeceği bir mücadeledir. Kısacası nesne olarak değil, özne olarak yürütmesi gereken bir mücadeledir. Örneğin artık ücret mücadelesi siyasal bir mücadeledir. Kısacası basitçe ücret artışı için bir mücadelenin ötesindedir. Ücret mücadelesi aynı zamanda artık büyük bir bölümü işçileşmiş bir toplumda sermayeyi ve onun devletini dizginleme, onları bertaraf etme mücadelesidir. Bu nedenle ekonomik hedeflerin ötesinde bir örgütlenme ve mücadele gereklidir. Diğer bir ifadeyle işçi sınıfı önce bir sınıf olarak, yani hem bir ekonomik çıkar grubu olarak hem de kendine ait siyasal gündemi olan ayrıksı bir sınıf olarak taleplerini dile getirmek zorundadır. Örneğin ücret mücadelesi artık devletin, rejimin temel yapı taşlarını sorgulamadan verilecek bir mücadele değildir. Kısacası işçi sınıfı devletin, başkanlık rejiminin sermaye yandaşlığını teşhir ederek mücadele etmek zorundadır. Üstüne bindirilmiş darboğazdan kurutabilmesi için saf bir ekonomik mücadele değil, siyasal bir mücadele vermelidir işçi sınıfı.

1 Mayıs’a giderken işçiler ne talep etmeli?

1 Mayıs’ta işçi sınıfı insanca yaşam için ücretin ötesinde taleplerde bulunmalıdır. Çünkü ancak bunun ötesine geçen bir talep listesindeki hedefler gerçekleşirse ücret artışları kalıcı hale gelecektir. Örneğin asgari ücret komisyonundaki temsilin işçiler lehine yeniden düzenlenmesi talebi önemlidir. Keza grevlerin yürütme gücünün keyfi karalarıyla durdurulmasının engellenmesi önemli bir taleptir. İşçiler kıdem tazminatının hemhal edilmesine kesinlikle karşı çıkmalıdırlar. İşçiler işyerinde sendikal faaliyetin, örgütlenmenin ve eğitimin önündeki engellerin kaldırılmasını ısrarla talep etmelidirler. İşsizlik sigortası fonundan yararlanma şartlarının sınıf lehine düzenlenmesi talebi önemdir. Hatta işsizlik sigortası fonunun sermayeye peşkeş çekilmesinin engellenmesi önemli bir talep olmalıdır. Vergilerin çoğunun ücret yerine kâra yüklenmesi talep edilmelidir mutlaka. Talep listesi genişledikçe sınıfın siyasallaşması kolaylaşacaktır.

***

EMEK ÖRGÜTLERİ ALANLARA ÇAĞIRDI

Ankara, İzmir ve Samsun’da emek örgütleri, halkı "Aydınlık yarınlar için" 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü alanlara davet etti.  Ankara’da DİSK, KESK Ankara Şubeler Platformu, TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu ve Ankara Tabip Odası üyeleri, dün Ulus Meydanı Atatürk Anıtı önünde toplandı. Grup adına konuşan DİSK İç Anadolu Bölge Temsilcisi Tayfun Görgün, her yıl coşkuyla hazırlanan işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs’ı bu yıl, deprem nedeniyle yasla karşıladıklarını söyledi. İyi bir Türkiye ve dünya için mücadele ettiklerini belirten Görgün, "1 Mayıslar her yıl emeğin, dayanışmanın, yarınları kurmak isteyenlerin omuz omuza olduğu gündür" dedi. Görgün, 1 Mayıs’ta Ankara Tandoğan Meydanı’nda kutlayacaklarını duyurdu.  

İzmir’de TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, İzmir Barosu ve İzmir Tabip Odası bileşenlerinden oluşan 1 Mayıs Tertip Komitesi, Konak meydanında basın açıklaması yaptı. Komite adına açıklama yapan Türk-İş Ege Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak, “Adalet barış, demokrasi ve kardeşliği yeniden inşa etmek için 1 Mayıs'ta alanlardayız. ‘En güzel şiir barıştır’ demek için 1 Mayıs'ta alanlardayız. Çocuk istismarına, şiddete, mobbinge, tacize, tecavüze ve kadın cinayetlerine karşı 1 Mayıs'ta alanlardayız. Aydınlık yarınlar için Gündoğdu Meydanı’ndayız" dedi.  

Samsun'da da TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB Samsun şubeleri ve Samsun Tabip Odası, 1 Mayıs öncesi basın açıklaması yaparak emekçilere alanları doldurma çağrısı yaptı. Kurum temsilcileri daha sonra yurttaşlara bildiri dağıttı.