En uzun şiirdir yol
Yol başlanıncaya kadar zordur. Yola düşüldü mü, gün erken biter, gece ışıkla tez buluşur.
Özgün E. Bulut - Şair, Yazar
Yol düş ortaklığıdır. Düşü olmayanın yolu anlamsız, kuru ve belirsizdir. Tersi de mümkün tabii ki. Düş kırıklığı da yola dahildir. Gitmelerde değil, dönmelerdedir onun etkisi. Gölge gibidirler. Bazen biri, bazen diğeri gölge olup yer değiştirir. Ancak ben hep düşün büyüklüğü kısmından bakar, öyle yola düşerim. Mavi eşlik eder, berrak bir gökyüzünde bembeyaz bir bulut takipçidir. İlla ki Müslüm Gürses’in sesi vardır o yolda.
Yol aynı zamanda serüvendir. Şeyh Galip’in ölümsüz şiiri “hüsn ü aşk”tır. Bir kamyon arkası yazısında taşan felsefe olduğu kadar, TIR’ların arkasına manşet olarak giren Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya portresidir. Kamyoncuların ve TIR’ların uğradığı yol boyu lokantasıdır. Yeşillikler arasına gizlenmiş çeşme başında kurulan semaverdir. Bir dağ köyünden geçerken o köydeki yaşamla bütünleşmedir.
Yol uzundur. Uzun olduğu için yoldur. Ya da uzun yolları severim ben. Otobüs, tren, uçak, vapur yolculukları kendi içinde farklılıklar taşır. Tümü de ruhu olduğu yerden alıp, olması gereken yere götürür. İnsanın sürüklendiği bir yol mutlaka var. O yol onu çeker. İşte ben böyle yolların yolcusu oldum. O yollara daldım ve oralarda yürümeye devam ettim. Zor ve uzundu ama temizdi, duruydu. Arada kasisleri olsa da tertemizdi girdiğim yollar. Bana düşen ilerlemekti. İlerledim. Gittiğim yolda yol gösterenim hiç olmadı. Hislerime güvendim. Yol neresinden ve nasıl bakılırsa öyle görünür. Şiirdir mesela. Sağı solu ağaçlarla kaplı bir yol şiirsel bir metin gibidir. Ya da bir vadide ilerlerken, sağınızda akan ve sonra solunuza geçen suyun sesi imgenin kendisidir. Boğaz’ın kentten uzaklaşan bölümlerinde, denizde sizinle ilerleyen ay ışığının büyüsüdür.
Hüzün de çoktur yolda. Trene binerken tarih düşer önünüze. Dersimlilerin vagonlara tıkıştırıldığı istasyonlarda insanlıktan çıkılmıştır. O yoksul Dersim insanı sürgünü istasyonlarda ve vagonlarda tatmıştır. Ankara Gar katliamının tanıklığını trenler yapmıştır yine. Çorlu tren katliamı hüzne dahildir. Bazı istasyonlar da hem ayrılık hem kavuşma inceliği taşırlar. Sarılmanın sarsıntısı en çok o anda yaşanır. Ya da kopuşun hüznü.
Yol gökyüzünde mavi ile beyazın buluştuğu yerde yaşamı unutmaktır bir süreliğine ve bir kitap sayfasıyla sohbettir. Sonra aşağılara bakıp tarlaların renginden halkların kardeşliğine uzanmaktır.
Yol geceden geçip, sabahın ilk ışıklarının serinliğini yakalamaktır bir feribot iskelesi girişinde. Feribota süzülüp denizin dalgalarını yakalamaktır. Edip Cansever’in Oteller Kenti dediği kitabındaki şiirlerle buluşma vaktidir. İmroz (Gökçeada) Adası böyle bir adadır. Adeta oteller kentidir. Otel Panaya ve yan taraftaki barı Briza yolun tamamlayıcı öğeleri olarak kucaklayan taraftır. İsimleri bile insanı çeker ve yolun büyüsüne ortak olur. Panaya, Hristiyan ikonografisinde Meryem’in kucağında çocuk İsa ile karşıya baktığı pozisyondur. Aynı zamanda İmroz’da bir mahalledir. Briza ise esinti demek. Panaya Otel beni geçmişe de götürdü. Edip Cansever’in dizesi gibi. “Eskimiş, kırık dökük, yorgun / Bir otel bile değildim ki o günden bugüne / Ya çekip gitmişlerdi bir bir. Ya da / Yaşayıp ölmüşlerdi otelleriyle.” İmroz’un (Gökçeada) Rum köyleri bu dizedeki gibiydi. Çekip gitmişlerdi ve o taş evler yetimdi artık. Hep düşünürüm o evlerde yeni yaşam kuranların kulaklarına sesler düşer mi, kapılarını öpüp giden insanların nefesleri ulaşır mı?
Yol dönüştür anı yumaklarıyla. Suyun, doğanın, sesin, duygunun, kucaklaşmanın anlam yüklediği ve artık her şeyin şarkılara teslim edildiği, şiirin büyüdüğü, ağaçların boynunu büktüğü, kahvenin acılaştığı, telvenin bir tarafta toplandığı keder yumağıdır. İçinde gözyaşının olduğu, kalbin bile bavula doldurulduğu son dizesidir şiirin.
Yol göç mevsimidir kaplumbağa telaşıyla. Sırtında evi ile göçebe olmadır. Bir yere yetişememe ve ait olamama halidir. Tüm bunlara rağmen sabahın seherinde, tan vaktinde ıslıkla şiir söylemedir. Rüzgârla hemhal olup ıslığını uzaklara doğru gönderme çabasıdır.
Yol başlanıncaya kadar zordur. Yola düşüldü mü, gün erken biter, gece ışıkla tez buluşur. Şayet arabanız yoksa, yolun bittiği yer otogar, istasyon, havaalanı ve limandır. Ben çocukluğu istasyon altında geçen biri olarak istasyoncuyumdur. En çok istasyonlardaki sarılmalara iman eder ve oradaki sese bağlanırım. “Bawo dewé cemed hatiye.”*
*“Baba, soğuk ayran gelmiş.”