Engels burjuvazinin egemenliği altındayken cumhuriyet rejiminin sosyalist görevler üstleneceğini düşünmenin temelsiz bir yanılsama olduğunu savunuyordu: “Ondan ödünler koparabiliriz, ama […] bizim kendi sorunlarımızın başarılmasını ondan asla istememeliyiz.”

Engels, Siyasal Rejim ve Genel Seçimler: Biçim-içerik diyalektiğiyle siyaseti okumak

Ateş USLU

Friedrich Engels, ömrünün son yıllarında üretken bir yazar olmasının yanında Alman sosyalist hareketi içinde son derece aktifti. Almanya Sosyalist İşçiler Partisi 1875’te kurulmasından üç yıl sonra yasaklanmış, “Anti-Sosyalist Yasalar Dönemi” adıyla hatırlanan on iki yıllık dönemin sonunda, 1890’da Almanya Sosyal Demokrat Partisi adıyla yeniden kurulmuştu.

Bu arada hem imparatorluk düzeyinde hem de federe devletler düzeyinde çok sayıda seçim düzenlenmişti. Dönem boyunca yürürlükte olan Ceza Kanununun 95. maddesi yalnızca imparatora karşı propagandayı değil, imparatorluk bünyesinde bulunan yirmi iki monarşik devletin başında bulunan kişilere karşı propagandayı da iki aydan başlayan (ve üst sınırı belirtilmemiş olan) bir hapis cezasıyla cezalandırıyordu. Bu madde pek çok defa sosyalistlere karşı işletilmişti.

Engels sosyal demokrat hareketin önde gelen teorisyenlerinden biri olarak bu süreç içinde siyasal rejim ve seçimler konusunda pek çok metin kaleme almıştı. 24 Mart 1884 tarihli bir mektubunda demokrasiyi ele alırken bunun siyasal biçimlerden biri olduğunu hatırlatıyordu: Demos (halk) değiştikçe demokrasi kavramı da değişiyordu. Tüm siyasal biçimler gibi demokrasi de proletarya için yalnızca bir araçtı. Proletaryanın gelişkin olduğu ülkelerde demokratik cumhuriyet biçimi (egemen sınıflar için) tehlikeli hale gelse de bu biçim burjuva egemenliğinin tutarlı biçimi olma özelliğini koruyordu. Burjuva egemenliğinin kuruluş aşamasında ve proletarya karşısında tehlikeye girdiği sıralarda liberal anayasal monarşi uygun siyasal biçim haline gelebilirdi, ancak bunun dışında burjuvazi demokratik cumhuriyet biçimini tercih ediyordu. 

Engels genel oy hakkını işçi sınıfının olgunluğunu ölçen bir gösterge, onun elinde büyük bir silah olarak görüyordu. Almanya’da sosyal demokrat adayların aldıkları oy oranı ve kazandıkları sandalye sayısından heyecan veya yılgınlık duymuyor, partinin büyümesinin ve etki kazanmasının göstergeleri olduğu ölçüde seçim sonuçlarını önemsiyordu. Onun düşüncesinde, parlamenter politikanın yanında devrimci şiddetin sosyal demokrasinin siyaset yapma yöntemleri arasında olduğu tartışma götürmezdi. Seçimler devrim öncesindeki hazırlık süreci için bir anlam ifade edebilirdi (Nimtz, s. 371-375).

Engels’in rejim demokrasiye ve seçimlere dair söyledikleri, örtülü olarak içerik-biçim diyalektiğine dair imalar içeriyordu: Siyasal rejim ve onun unsurları (partiler ve seçimler) biçimdi, esas olan bunların zemininde yatan maddi gerçekliği (sınıfsal çatışmalarıyla toplumu) dikkate almak ve dönüştürmekti. Anti-Dühring gibi önceki çalışmalarında pek karşımıza çıkmayan biçim-içerik diyalektiği, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu’nda (1886) çok daha açık hale gelmişti; anlaşıldığı kadarıyla Engels Hegel’in eserlerine döndükçe giderek daha fazla içerik ve biçim ayrımını gündeme getirmeye başlamıştı. Hegel, Mantık Bilimi’nde biçimi öze, maddeye ve içeriğe karşı duran bir kategori olarak ele almıştı. Bir şeyin biçimsel varlığından özüne, maddesine ya da içeriğine doğru ilerlemek onu diyalektik bir yöntemle değerlendirmenin ilk adımıydı. 

Engels, Ludwig Feuerbach metninde biçim-içerik diyalektiğini çok çeşitli örneklere uyguluyordu. Yaygın fikre göre belirleyici unsur devletti, sivil toplum (ve iktisadi ilişkiler alanı) ise ikincildi, Engels’e göreyse tarihteki (“hiç değilse modern tarihteki”) bütün siyasal mücadeleler sınıf mücadeleleriydi, sınıf mücadeleleri siyasal biçimler alsalar da esas olan iktisadi kurtuluş sorunuydu. Engels devletin iradesi söz konusu olduğunda da içerik-biçim ikiliğine başvuruyordu: Bu irade yalnızca biçimseldi, esas mesele bunun içeriğinin ne olduğunu, nereden geldiğini, “neden özellikle şu şeyin değil de bu şeyin istendiği”ni bulmaktı. Ve bu arayışın sonucunda kaçınılmaz olarak “devlet iradesi”nin bir sınıfın diğerine üstünlüğüyle, üretici güçlerin ve mübadele ilişkilerinin gelişimiyle belirlendiği görülecekti. 

Engels, Fransız sosyalistlerin Fransa’daki cumhuriyet rejiminin kendiliğinden ilerici bir nitelik taşıdığına dair görüşlerini eleştirmek için yazdığı bir mektupta (6 Mart 1894) siyasal rejimlere dair açıklamalarını sıralarken içerik-öz ikiliğine başvurmuştu. Bu konudaki satırlarını aktaralım: "her hükümet biçimini olduğu gibi cumhuriyeti de içeriği belirler; bir burjuva egemenlik biçimi olduğu sürece, bize, herhangi bir monarşi kadar hasımdır (yalnızca bu hükümetin biçimleri farklıdır).” Engels bu nedenle burjuvazinin egemenliği altındayken cumhuriyet rejiminin sosyalist görevler üstleneceğini düşünmenin temelsiz bir yanılsama olduğunu savunuyordu: “Ondan ödünler koparabiliriz, ama […] bizim kendi sorunlarımızın başarılmasını ondan asla istememeliyiz.” Burada da Engels biçimin içerikle karıştırılması tehlikesine dikkat çekiyordu: Toplumsal-iktisadi içeriğin, yani sınıfsal niteliğin göz ardı edilerek belirli bir rejimin övgüsüyle yetinmek ona göre temel bir yanılsamaydı.
Bütün bu fikirlerden hareketle Engels’in siyasal biçimi (ve bunun çeşitli boyutları olan rejim meselesini, genel seçimleri, parti politikasını ve mecliste sosyalist partilerin faaliyetlerini) üzerine konuşulmaya değmeyen nitelikte konular olarak gördüğü ve dar anlamda siyasal meseleleri toplumsal-iktisadi dinamiklerin doğrudan sonucu olarak değerlendirdiğini söyleyebilir miyiz? Yanıt vermek için bir defa daha Hegel’in Mantık Bilimi’ne dönelim.

Hegel’in anlayışına göre içerik ve biçim birbirinden ayrı kategoriler olsa da bunlar birbirinden keskin bir şekilde ayrıştırılamaz nitelikteydi; kaldı ki içeriksiz biçim olamayacağı gibi biçimsiz içerikten de bahsetmek mümkün değildir. Engels’i dikkatle okuduğumuzda tavrının çok farklı olmadığını görebiliriz: O, seçimleri “araç” olarak nitelese bile onların önemini azımsamaktan uzaktı, aksine, bu “biçim”lerin içeriği değiştirmenin kaçınılmaz yollarından olduğunun da farkındaydı. Ezilen sınıfın egemen sınıfa karşı savaşının zorunlu olarak öncelikle bu sınıfın politik egemenliğine karşı politik bir kavga haline geliyordu. Esas sorun, politik mücadelenin sınıf mücadelesini gölgede bırakacak bir hal almasındaydı. Bu arada politik mücadele ile onun ekonomik temeli arasındaki bağlantının bilincinin körelmesi ve bazen tümden yok olması tehlikesi her zaman bakiydi. Dolayısıyla siyasal biçimler ancak toplumsal-iktisadi dinamikler (“içerik”) üzerinden anlaşılıp dönüştürülebilse de siyasal analiz ve mücadele bu bütünsel, içeriğe dair analiz ve mücadelenin ayrılmaz bir parçasıydı.

KAYNAKÇA
Bonnell, Andrew G., Red Banners, Books and Beer Mugs: The Mental World of German Social Democrats, 1863-1914, Boston: Brill, 2021, s. 176-177
Engels, Friedrich, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev. Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları, 1992.
Marx, Karl ve Engels, Friedrich, Seçme Yazışmalar 2: 1870-1895, Ankara: Sol Yayınları, 1996, s. 179-180, 304.
Nimtz, August H., Demokrasi Savaşçıları Olarak Marx ve Engels, çev. Can Saday, İstanbul: Yordam Kitap, 2012.