Enkaz altında kalan barınma hakkımız
Fotoğraf: DepoPhotos

Cansu Tekin

Yazıya bu basit ama elzem hakkı yüksek sesle hatırlatarak başlamak gerekiyor. Bir İnsan Hakkı olarak barınma hakkı, bugün enkaz altında… Barınma hakkımızı savunmayı uzun zaman önce bıraktık ve artık barınmanın bir insan hakkı olduğunu unuttuk. Bugün ise, 6 Şubat’ta yaşanan depremden sonra Dünya Bankasının tahminiyle 1 milyon 250 bin kişi evsiz kaldı. İnsan onuruna yakışan barınma hakkını geri çağırmanın tam zamanı…


Barınma hakkı, 1948 yılında Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. Maddesinde “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır” maddesiyle kabul edilmişti. 1966 yılında Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile sözleşmeye taraf olan devletlere de konut hakkı konusunda bir sorumluluk yüklenmişti. Haliyle, aslında çok uzun zaman önce sadece vatandaş olmaktan kaynaklı olarak tanımlanabilecek ve talep edilebilecek bir barınma hakkı söz konusu.

Birleşmiş Milletler tarafından bu hakkın tanınmasıyla beraber elverişli konut hakkı, onurlu yaşama hakkının ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Ancak bugün gördüğümüz, tamamen kaderine terk edilmiş, haklarından azade bırakılmış vatandaşlar ve öte yanda ödevlerini ve sorumluluklarını kadere bırakmış bir devlet… Bize kalansa enkaz altındaki barınma hakkımız…

Türkiye’de konut sorunun çözümünün tarihine bakıldığında, işçi ve memurlara yönelik yapılan lojmanların yanı sıra gecekondu, yoksul halk kitleleri için kendine yardım stratejisi olarak uzun bir süre ön plana çıktı. Apartmanlaşma ve 1980 sonrasında hız kazanan imar aflarıyla beraber kentlerdeki kamusal alanların özel girişimciliğe açılması söz konusuyken, diğer yandan yasaya aykırı yapılan, bugün açık bir şekilde afete dayanaksız olduğunu gördüğümüz konutların hızla artışı söz konusuydu. 1999 depremiyle gündeme gelen deprem vergilerinin, imar barışlarından toplanan paraların, 2b arazilerinin satışlarından elde edilen vergilerin kentsel dönüşüme harcanmadığını ise bugün 50 bin vatandaşımızın kaybıyla acı şekilde öğrendik. Tüm bunlar kamusal alanların, özel yapılaşmaya kurban edilmesinden başka bir işe yaramadı.

Diğer yandan ise konut sorununa bir çözüm üretmesi amacıyla 1984 yılında kurulan Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ), sosyal konut üretme şiarıyla yola çıkmasına rağmen zaman içerisinde gerçekleştirdiği uygulamalarda bu amacından uzaklaştığını söylemek gerekiyor. Dahası 2000’ler ile birlikte inşaatın, ekonomik kalkınmanın önemli motoru haline gelmesiyle sadece konut değil pek çok farklı inşaat kalemini gerçekleştirildiğini hep birlikte gördük. Hızla kentlerin, özellikle konutun, finans piyasalarına açılması söz konusu oldu.

Barınma kadar temel bir insan hakkı finansallaşmaya açıldığı için bugün yükselen kiralardan, yıkılan binalardan, malzemelerden çalan müteahhitlerden, denetlenmeyen yapılardan bahsediyoruz. Bu nedenledir ki depremde yuvanızı kaybetseniz dahi sizlere sosyal devlet olmanın bir gereği olarak barınma sorununuzun insan onuruna yakışır şekilde çözülmesinden ziyade, kredi ödeme seçenekleri sunulur. Deprem vergilerinin akıbetini sormanın ise hiçbir zaman sırası gelmez.

Devletin sorumluluk devri: Depremzedelere konut satışı

Eğer siz, sosyal devletin görevlerini serbest piyasaya ve sivil toplum örgütleri tarafından organize edilen hayırseverlik faaliyetlerine devrederseniz, bugün konutların neden kullanıcı katkısı olmaksızın üretilemiyor oluşunu pek de sorgulamazsınız. Eğer siz, barınma kadar temel bir insan hakkını yatırım aracı gibi görerek finansallaşmanın ellerine bırakırsanız, bugün konut piyasasındaki yeni konutların inşaat maliyetleri de kırılgan ve öngörülemeyen ekonominiz nedeniyle sürekli olarak hayalî bir yükselme içerisine girmesini olağan karşılarsınız.
Toplu Konut İdaresi yoluyla konutun finansallaşması ve yoksulluğun Kentsel Dönüşüm adı altında satışa çıkarılması1 son 20 yılda hızlandı. İmalat sanayi ve ihracatı artırmak adına TL’nin değeri düşürülürken, yirmi yıldır istihdam yaratma ve büyümenin en önemli kalemi haline gelen inşaat sektöründe de dövize dayalı inşaat maliyetleri de kur atakları nedeniyle sürekli dalgalanma halinde. Yapılan inşaatlar ise TOKİ’nin ihale verdiği inşaat şirketlerinin TOKİ’nin kuruluş amacı olan sosyal konut üretimi yerine, mahallelerin içinin boşaltılmasına neden olduğu ve birçok mahalle sakininin kentsel dönüşümün maliyetini karşılayamaması nedeniyle mahallelerinden gitmesiyle sonuçlanıyor.

Barınmanın bir hak olarak kurgulanmasından daha çok hem iktisadi hem de psikolojik açıdan oldukça kırılgan durumdaki insanlara ödeme planları çıkarmaktan öte bir politika üretilebilmiş değil. Üstelik depremde kaç konutunuz yıkılmış olursa olsun yalnızca bir konut için bu plana dahil edilmeniz söz konusu. Vatandaş olarak kendiniz önlem almak ve binanızı teste tabi tutmak isteyebilirsiz. Eğer kendi konutunuzun yaptırdığınız testler sonucunda depreme dayanıksız olduğunu öğrenirseniz bu durumda da yine 85 metrekare bir daire başına 1-1,5 milyon liradan başlayan bir maliyeti tek başınıza göğüslemeniz gerekiyor. Bu nedenle pek çok ev sahibi bu testi yaptırmaktan kaçınmaya çalışıyor.

Yuvayı savunmak

Konut sorununu daha rafine bir şekilde ele almak gerekiyor. Bir yıl içerisinde bu bölgelerde konut yapımının tamamlanacağına dair planlar alelacele, bilimden uzak, tehlikesi bol, insanca yaşamdan bihaber olma ihtimali yüksektir. Buradaki meseleye sadece yeni konutların inşa edilmesi olarak bakmamak gerekir. Konut, sadece barınma amacını karşılamaz. Bir yuvadır. Her mahallenin bir ruhu vardır. Dayanışmanın yükseldiği temellerin dikkate alınmadan, ruhsuz, insan ihtiyaçlarını gözetmeyen yapıların hızlıca yapılması çözüm üretmez. Bireyler düzeyinde iktisadi bir yanı olmakla en az onun kadar önemli olan diğer mesele de yuvayı kaybetmektir. Tanışıklıkların, kırk yıllık komşulukların olduğu, mahalle kültürünün de enkaz altından çıkarılması gerekiyor. Tüm anılarınızın, hafızanızın, tarihinizin bir gecede yok olmasının yarattığı psikolojik tahribata ilişkin de sosyal politikaların geliştirilmesi gerek.

Öyleyse depremzedelere konut satışının gayriahlaki yönünü sorgulamak gerekiyor. Eğer konut sorunu samimiyetle çözülmek istenseydi, bugün ödeme planlarını konuşmazdık. Ödeme planları yerine vatandaşlık hakkından kaynaklanan ve vergilerle finanse edilen bir barınma hakkının BM ilgili maddelerini temele alarak savunusunu başlatmak gerekiyor. Özellikle de böyle bir felaketten sonra bunu daha yüksek sesle söylemek gerekiyor; Barınma hakkı insan hakkıdır…

1Ben buna yoksulluğun metalaştırılması diyorum. İlgililer için bknz. Tekin, Cansu (2022), Fransa’da ve Türkiye’de Yoksulluğun Silüetleri: Yuvayı Kaybetmek, Karşılaştırmalı Konut sorunu, İstanbul: Notabene Yayınları.