Google Play Store
App Store
Erdoğan’ın sorununu çözüm süreci

CHP’li Esenyurt Belediyesi’nin ardından önceki gün DEM Parti’nin yönetimindeki Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine de kayyum atandı. Bir yandan kamuoyuna “süreç” tartıştıran iktidar böylece demokrasinin tabutuna üç kallavi çivi daha çaktı.

Herkesin aklında, “Bu nasıl bir süreç?” sorusu var. Bu tam da böyle bir “havuç-sopa” süreci ve AKP-MHP iktidarının karakteristik özellikleriyle gayet uyumlu. Bir kere adı kesinlikle “çözüm süreci” olamaz çünkü Öcalan’a Meclis’te konuşma teklifi yapan Bahçeli, “Kürt sorunu yoktur” diyor. Sorun yoksa, haliyle çözülecek bir mesele de yok.

Peki bu süreç ne için? Onu da bizzat Bahçeli söyledi; Erdoğan’ı yeniden, yani 4. defa seçtirebilmek için! Bahçeli dün açık açık şöyle dedi: “Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, enflasyon canavarına darbe indirilirse, Türkiye istikrarın zirvesine çıkarsa Cumhurbaşkanımızın bir kez daha seçilmesi doğru bir tercih değil midir?”

Tersinden düşünürsek, aslında Bahçeli’nin sözleri şu an ülkeyi Erdoğan’ın yönetmemesi gerektiğine işaret ediyor. Zira Erdoğan terör sökülüp atıldığında, enflasyon canavarına darbe indirildiğinde, Türkiye istikrarın zirvesine çıktığında bir kez daha seçilmeyi hak edecekse, şu an o şartlar cari olmadığından ve bu sorunların sebebi de kendi yönetimi olduğundan, ülke için yanlış tercih demektir.

1 Ekim’den bu yana yapılan her şey, işte o Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için yapılıyor. Bunun hangi yöntemle yapılmaya çalışacağını siyasetin dinamikleri gösterecek. Ancak şurası net ki Öcalan’a parlamento kapısının açılması da muhalefetin belediyelerine kayyumların atanması da bu hedefe ulaşmak için kullanılan enstrümanlar. İktidar, iki uç yöntemi de belli bir tempoda kullanarak sonuç almak istiyor.

Bahçeli dün, “belediye başkanlarının terör örgütüyle irtibat, iltisak ve illiyet bağları” olduğunu iddia ederek belediyelere yapılan kayyum atamalarına sahip çıktı. Yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ten ise “Ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş bulunan ve köklü bir aileye mensup olduğu da bilinen Kürt ağası Sayın Ahmet Türk” olarak bahsetti. Ahmet Türk aynı konuşmada hem “terörle irtibat ve iltisaklı” oldu hem de buna rağmen “sayın”… Hem “sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş ve köklü bir ailenin mensubu” hem de “Kürt ağası”

Bu sözler teknik bakımdan çelişkili olsa da “siyaseten” (Bahçeli’nin kelimeye yüklediği anlama referansla) bütünlüklü ve anlaşılır. AKP-MHP iktidarı tarafından belli başlı alt kırılımları olan bir plan işletiliyor. Öcalan’a yapılan çağrılar ve tarihi olaylar üzerinden Kürt seçmene popülist bir dille göz kırpılırken, eş zamanlı olarak eldeki sağ tabanı kaçırmamak için de “terörle mücadele”nin tavizsiz sürdüğü algısı diri tutuluyor. “Devlet aklı” bir cebi doldururken diğer cebin boşalmasını engellemek istiyor.

Rejim bu süreçte PKK’yi bir tarafa, Öcalan ve DEM Parti’yi ise diğer tarafa koyuyor. PKK’ye müsamaha göstermiyor ancak istenilen çağrıyı yapacak duruma gelirse Öcalan’a gösterilebileceğinin işaretini veriyor. Bu yüzden Bahçeli dün bir kez daha Öcalan çağrısını yineledi ve sözlerinin arkasında olduğunu vurguladı. İş hedeflenen noktaya taşınırsa, DEM Parti’den de Öcalan’ın çizdiği rotaya sadık kalıp siyaset yürütmesi beklenecek. Rejimin arzu ettiği denklem kurulamazsa, Mardin’de, Batman’da ve Halfeti de olanlar DEM’in başına gelmeye gelecek. İşte o yüzden bir elde havuç bir elde sopa tutuluyor.

Nereden mi belli? Bahçeli dün onu da net şekilde söyledi. Ahmet Türk hakkındaki sözlerinin devamını şöyle bağladı: “Ahmet Türk’ün istismar edilmesi, İmralı’yla DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri, CHP’nin başını çektiği kara kampanyanın dış bağlantılı mahsulüdür.”

Tekrar edelim: “İmralı ile DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri”… Yani rejim, DEM Parti’nin Öcalan ile arasına mesafe koymasına karşı çıkıyor. DEM Parti’nin Öcalan’a tabi olmasını savunuyor. Buna karşı çıkanları da “dış bağlantılı kara kampanya”nın parçası olmakla itham ediyor. Kulağa garip geliyor ama tam olarak süreç böyle yürütülüyor.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, dün Bahçeli’ye seslendi ve “Bize uzattığın eli biz tuttuk. Ama diğer elini ortağın parçaladı. Bize uzattığın elde sorun yok, diğer elini baltalayan ortağında sorun var. Madem bir çözüm istiyorsun, kayyum anlayışından vazgeç. Madem çözüm istiyorsun, önce tecridi kaldır. Madem çözüm istiyorsun, hukuka uygula” dedi.

Buradan anlıyoruz ki DEM Parti kapıyı tam olarak kapatmış değil ve Bahçeli ile Erdoğan'ı ayrı yerlere koyuyor. Hâlâ iktidarın bazı adımlar atması durumunda “çözümün” olabileceği pozisyonunda duruyor. Fakat işin ilginç tarafı, iktidar bloku “Kürt sorunu yoktur” diyor ve herhangi bir şekilde “çözüm”den bahsetmiyor. Muktedirler bu kelimeyi ağızlarına dahi almazken hem DEM Parti yöneticilerinin hem de sol içindeki bazı çevrelerin 1 Ekim’den bu yana “çözüm” vurgulu mesajlar vermesi, herhalde geçmiş tecrübelerden kaynaklanan bir yanılsama olsa gerek.

İktidarın niyeti basit. Kürt hareketine şunu soruyor: “Erdoğan bir daha seçilecek, siz bu işte var mısınız yok musunuz?” “Varsanız, gelin anlaşalım” diyor. Bu anlaşma “Kürt sorununun çözümü” gibi makro bir temaya sahip değil ancak Kürt hareketinin bazı taleplerini karşılayabilir. Taleplerin hangi seviyeye kadar karşılanabileceği de iktidar tarafından açıklıkla ifade ediliyor. Cumhur İttifakı, anlaşmaya varılırsa, Öcalan’ın “umut hakkı”ndan faydalandırılıp ev hapsine alınabileceğini içeren formülü gizleme gereği duymuyor.

Üçüncü kez görevden alınan Ahmet Türk, “Atanan kayyumlar bu iktidarın ne Kürt sorununu ne de demokrasi sorununu çözme niyeti olmadığını ortaya koyuyor” dedi. Siyaseten (Bu kez Bahçeli’nin kastettiği anlamda değil!) doğru tutum, bu sözlerle tutarlı bir pratikten çıkabilir. Rejime taviz veren, onu yenme hedefini ikincilleştiren, hatta rejime bizzat onun ürettiği ya da derinleştirdiği problemleri çözme kredisi tanıyan yaklaşımlar, dibe batan ülkenin ayağındaki ağırlığı artırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.