Erken seçim çare olur mu?
Önümüzdeki dört yıl ülkenin geleceği açısından çok önemli. AKP’nin IMF’ci programlara devam etmesi, OVP de ısrarcı olması halkın içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştirecek.

Ali UĞURLU*
Yazının başlığı böyle olunca yanıtı da olumsuz gibi geliyor insana değil mi? Nefes alamadığımız günlerden geçiyoruz. Eskiden yazıya başlarken zor günlerden geçiyoruz derdik. Ama artık zorluk derecesi nefes alamamaya eşdeğer hale geldi. Hakikaten ülke bir avuç azınlığın dışında nefes alamıyor. Meteorolojik olarak arada seller yağışlar oluyorsa da siyaseten ve ekonomik olarak bırakalım seli, yağmur bile yağmıyor. Bütün bunlar tek adam rejiminin, dolayısıyla AKP’li dönemlerin Kalkınma Planlarının, 2024 yılı Bütçe Kanunun, NATO’nun, Dünya Bankasının (DB), siyasal İslam’ın; bizatihi AKP’nin ezcümle Neoliberalizmin sonuçları.
İşsizlik %25, yaklaşık 4 milyon emekli 10 bin lirayla açlık sınırının altında geçinmek zorunda, Asgari ücret açlık sınırının altında ve önümüzdeki altı ay boyunca da böyle kalacak. Çalışanlar, üretenler bu ülkenin emekçileri parya gibi yaşıyor. Çünkü bu kesimi ekonomik olarak tanımlayabilmek için eskiden kullandığımız mavi yakalı, beyaz yakalı, işçi sınıfı gibi tanımlar artık yetersiz kalıyor. Her gün her şeye zam geliyor. Bugün aldığımız şeyi bir daha aldığımızda eski fiyatıyla bulmak olanaksız. İnsanlar karnını ekmekle dahi doyurmakta zorlanıyor. Sadece ekonomi mi? Demokrasi, laiklik, siyaset de Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar zorlanıyor. Siyasal İslam birçok tarikat eliyle devlete nüfuz etmiş durumda. ÇEDES Projesi, Milli Maarif Modeli, Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi uygulamalarla ilkokuldan başlayarak küçük beyinlerin yıkanması için devlet eliyle yasalar, yönetmelikler hazırlanıyor. Bu anlamda siyasallaşmamış, politize olmamış hiçbir kurum yok. AKP tarafından sivil toplum kuruluşu olarak tanımlanan birçok tarikat kurdukları ya da işbirliği yaptıkları şirketler yardımıyla da ekonomiden hiç olmadığı kadar pay alıyorlar. Özelleştirmeler, piyasalaştırmalar kesintisiz devam ediyor.
Ülke yaşanmaz bir hale gelmiştir. Yoksulluk ve işsizlik Cumhuriyet tarihinin nüfusa göre en yüksek düzeyindedir. İşsizlerin sayısı 17 milyona yaklaşmaktadır. Genç nüfusun %30’u işsizdir. Ülkemiz OECD ülkeleri içinde resmî enflasyonu en yüksek ülkedir. Cumhuriyetin yarattığı sanayi tesisleri ve KİT’ler yok pahasına satılmış binlerce emekçi işsiz bırakılmıştır. Dünyada gıda enflasyonu düşerken bizde artmaya devam etmektedir. OECD ülkelerinde Gıda enflasyonu ortalaması %8 iken, biz de %72 ile bunun tam 9 katı bir gıda enflasyonu yaşanmaktadır. Ülkenin yaklaşık %60’ı açlık sınırında yaşamaktadır. 85 milyonluk nüfusun 51 milyonu açlık sınırında, 32 milyonu ise yoksulluk sınırı altında bir yaşam savaşı vermektedir. Ülkenin büyük bir bölümü asgari ücret ile çalıştırılmaktadır. Üniversite mezunları arasında işsizlik had safhadadır. Mühendislerin en az %35’ i işsizdir, geri kalanın yarısı da asgari ücretle istihdam edilmektedir. Keza emeklilerin yaklaşık %30’u da açlık sınırının altında bir maaşa mahkûm edilmiştir. Artan ekonomik kriz karşısında halkın güvenceli bir geleceğe sahip olması, insanca yaşayabilmesi mümkün değildir.
Gerek ulusal ve halktan yana bir planlamadan vazgeçilmesi ve gerekse de kamucu bir bütçenin yapılmayışının miladı 24 Ocak kararları sonrasına rastlar. 1982 Anayasasında “kalkınma planlaması” devletin “temel görevleri”nden çıkarılarak, “ekonomik hükümler” kısmına aktarılmıştır. 12 Eylül ile devlet ve sosyoekonomik yapı yeniden yapılandırılmış, Dünya Bankası ile imzalanan beş ayrı yapısal uyum kredi anlaşmasıyla ihracata yönelik sanayi modeli yanı sıra özelleştirme, kamu yatırımlarının azaltılması, finans hareketlerinin serbestleştirilmesi, sanayi ve tarımda devlet tekelinin kırılması, destek ve sübvansiyonların kaldırılması; kamu idari yapısı ile sağlık, eğitim, yerel yönetimler ve giderek her alanda neoliberal dönüşümlerle yeniden yapılanma gündeme getirilmiştir. Kısacası; 1980 sonrasında, planlama fiilen devre dışı bırakılmış; planın yerini uygulamada Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), IMF gibi emperyalist sistemin uluslararası kuruluşlarının dayattığı emek düşmanı “ekonomik istikrar programları” almıştır. Devlet yapısı ve bürokrasisi de bu dönüşümden nasibini alarak yapısal uyum politikaları ile kamuda büyük bir neoliberal dönüşüm yaşanmıştır. Bugün geldiğimiz noktada devlet Cumhuriyetin ilk yıllarında hayata geçirilen kamucu anlayıştan ve halktan yana bir planlamadan vazgeçmiş durumdadır. Çarpık kapitalizm ve onun bütünleşmiş olduğu emperyalizmin bağımlı ilişkileri giderek ülkenin politikası haline gelmiştir.
Yıllardır emperyalizmin istekleri doğrultusunda uygulanan politikalarla, üretim için yatırım, sanayileşme, teknoloji, bilim-teknik ortadan kaldırılmış, kamu yararını gözeten planlama yönelimi dışlanmıştır. Bu süreçte, Türkiye genelinde sübvansiyonlar büyük ölçüde kaldırılmış, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) özelleştirilerek kapatılmış, yatırımları durdurulmuş, büyük ölçekli sanayi kuruluşları ile stratejik kuruluşlar satılmış, sabit sermaye yatırımlarında gerileme yaşanmış, Gümrük Birliği Anlaşmaları sonucu tüm sektörlerde korumacılık asgariye indirilmiş, Türkiye sanayisi eşitsiz koşullarda küresel rekabete açılmıştır. Öz kaynaklardan çok ithal kaynaklar girdi olarak kullanılmış, küresel güçlerin dayattığı fason üretim ve taşeronlaşma egemen kılınmış, piyasalar ve borçlanma yoluyla sağlandığı bir sanayi/sanayisizleşme politikaları hâkim olmuştur.
Şimdilerde de Başkanlık rejimi tarafından her gün bir başka acı reçete hazırlanmakta, neoliberal sistematiğin sermaye çıkarları doğrultusundaki programları ile halkın sırtındaki yük ağırlaşmaktadır. Acı reçete halka kesilmektedir. KDV ve ÖTV oranlarının artırılması sonucu iğneden ipliğe her şeye zam gelmektedir. Kötü ekonomi ile birlikte rasyonel olan politikalardan da vazgeçilmiş pozitivizm inkârına dayanan gerici, tarikatçı bir sosyal yapının kurgulanması ve örgütlenmesi de hızlanmıştır.
AKP bu planları siyasi ve spekülatif uzun vadeli planları için kullanmaktadır. 12. Plan 2024 ve 2028 arasındaki süreç için yazılmasına rağmen nihai hedefin 2053 siyasi vizyonu olduğu söyleniyor. Siyaset iddia işi olabilir ama planların spekülatif olmaması gerekir. Örneğin 12. Planda kadının işgücüne katılım oranının %60 olacağı, yükseköğrenim mezunlarının işgücü içinde %55 oranında olacağını, tarımsal kalkınmada Dünyada 7. Sıraya yükseleceğimiz söyleniyor. Keza yeşil ve dijital dönüşümden bahsedilerek sıfır emisyon vaat edilmektedir. Çelişki şurada, bunu diyenler ülkedeki en yüksek CO2 emisyonunu yayan kömür yakıtlı termik santrallere hâlâ teşvikler vermekte ve ek üniteler inşa etmektedirler.
Sermaye egemenliğinin halka dayanmayacağı adından bellidir. Bellidir de ülke muhalefeti bütün bu olup biteni rasyonel olarak okuyamıyorsa düzenin biteviye sürüp gitmesi kaçınılmazdır. Ana Muhalefet partisi yerel seçimlerden birinci parti olarak çıktıktan sonra neoliberal sistemin mağdurları öyle ya da böyle yıllardan bu yana ilk kez umutlandılar. Yıllardır arkasında durdukları AKP’den vazgeçerek muhalefete yönelen destek ne yazık ki muhalefet partisi tarafından yeterince anlaşılmamıştır. Çünkü muhalefet ne yapacağını bilmez şekilde hâlâ yalpalıyor. Bir sağa bir sola… Tabii bu arada ana muhalefetin yönetim kadrolarının da genel başkan düzeyinde değişmesi halkın bir de bunları deneyelim pragmatizmine yol açmıştır. Yoksa CHP’nin bu örgüt yapısı ve bu kadroları ile seçimden birinci parti olarak çıkması mümkün değildir. Evet halk bir şans verdi. İş kaldı bu şansı kullanmaya ve değerlendirmeye. Helalleşme, yumuşama, normalleşme, karşılıklı ziyaretler, gölge bakanların hükümetin bakanlarını ziyaret ülkenin sorunlarının çözümü konusunda, ya da çözüm algısı konusunda ne yazık ki hiçbir değer yaratmadı. Bunun böyle olacağı belliydi, özgüvensiz bu çabalar seçimden ikinci parti olarak çıkmış, 22 yıl sonra ciddi olarak yenilmiş AKP’nin tekrar özgüven kazanmasından başka hiçbir işe yaramadı. Halk ana muhalefet partisine deyim yerindeyse “bizi kurtar” demiştir. Bunun meşru yolu erken seçimdir. Partinin liderliği bu konuda hiç olmadığı kadar çelişik açıklamalar yapmaktadır. Erken seçimi istediğini mahcup bir şekilde kısık sesle telaffuz etmekte tarih olarak da 1,5 ve 2,5 yıl sonrasını işaret etmektedir. Bu tarihlerde ne olacağını ise biz bilmiyoruz. Herhalde AKP yenilgi psikozundan çıkacak… Beklenen o mu? Her şeyin çürüdüğü, dibe vurduğu, Cumhuriyet kurumlarının siyasal İslam ve faşizm eliyle dönüştürüldüğü, halkın açlıktan sürüm sürüm süründüğü bir zamanda erken seçim istememenin altında ne yattığını bilemiyoruz. Ana muhalefet partisine hâkim olan determinizm bu yönetimde de kendini gösteriyor. Herhalde AKP’nin kendi kendini tasfiye etmesi bekleniliyor. Erken seçim isteniyorsa neden zorlanmıyor, neden buna göre bir politik çizgi belirlenmiyor diye sormazlar mı? Tek adam rejimi eleştirisini ağzına almayan, neoliberal sisteme karşı politik bir durum belgesi açıklamayan, kamuculuktan bahsetmeyen, ezkaza iktidar olursa neler yapacağını söyleyemeyen bir ana muhalefet kitlelere güven vermez.
Önümüzdeki dört yıl ülkenin geleceği açısından çok önemlidir. AKP’nin IMF’ci programlara devam etmesi, OVP de ısrarcı olması halkın içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştirecektir. Erdoğan’ın, Mehmet Şimşek’in ve Merkez Bankasının verdiği reaksiyon bu programların devam edeceği yolundadır. Bu nedenle halkın olduğu kadar AKP’nin de işi zordur. AKP’nin iktisatçıları iki yıl sonunda programın başarılı olacağı ve halka yine mutlu mesut günler yaşatacaklarının inancı içerisindedirler. Gözden kaçırılan bir gerçek vardır ki halk iki yıl bu programa dayanacak güçte değildir ve sonucun da ezilen kesimler için mutlu mesut bir gelecek getireceği mümkün değildir. Bu nedenle muhalefetin bu süreçte atacağı adımlar belirleyici olacaktır. Bu anlamda birçok belediyenin kazanılmış olması sosyal politikalar ve kamucu uygulamalarla halka dokunmak için büyük bir fırsat olarak önümüze çıkmaktadır.
Bundan sonra yapılması gereken muhalefetin tek adam rejimini bir erken seçime zorlamasıdır. Ülkenin 4 yıl IMF uygulamaları ile geçirecek hali, takati kalmamıştır. Bu, kendiliğinden ortaya çıkabilecek gelişmelerle gerçekleşebilecek bir durum değildir. Beklemek, deterministik yaklaşımlara sığınmak AKP’yi yeniden güçlendirecektir. Muhalefet sınıf çelişkilerini, ücretli emeğin sömürüsünü, sermayenin son yıllardaki semirmesini, neoliberalizmi, siyasal İslamı bütünleşik bir mücadele hattı örerek önüne koymalıdır.
* Mühendis