Google Play Store
App Store

Ankara’nın kendine alan açtığı denge durumu Suriye’de sona erdi. Bölge siyasetinde yaşanacak makas değişikliğinin içeri yansıması kaçınılmaz. İktidarın iç politikada güncelleme yaparken yeni düşmana ihtiyacı var.

Esad gitti diye Erdoğan kalır mı?
Şam’da kutlamalar sürerken Hakan Fidan, DEM Partililere “Update’e (güncelleme) ihtiyacınız var” dedi. (Fotoğraf: AA)

Türkiye’deki İslamcılarla, onların eteklerinden bir türlü ayrılamayan liberallerin zafer çığlıkları İsrail’in Suriye’deki ilerleyişiyle bir nebze durdu. Nispi sessizlik ortamında yaşananları bir de Türkiye cephesinden değerlendirmekte fayda var.

Yandaş medyaya göre tüm oyunu Ankara kurdu ve Erdoğan da cihatçı zaferin gerçek mimarı durumunda. Ama HTŞ’nin açıklamalarının birinde bile Türkiye adı net şekilde geçmiyor. Dünya basınında HTŞ’ye destek veren ve üzerinde etkisi olan ülkeler sıralandığında Türkiye’nin ismi ABD, İngiltere, Fransa hatta Katar’dan bile sonra telaffuz ediliyor.

Öyleyse tüm bu toz bulutunun altında net bir soru soralım: Türkiye’nin en çok istediği senaryo mu gerçekleşti? Buna net şekilde evet demek çok zor. Çünkü tersini söyleyen çok fazla gelişme yaşandı

TÜRKİYE KAZANDI MI?

Bölgede IŞİD sonrası ana siyaset ABD, İsrail ekseni ile Rusya, İran ve Suriye hattı arasında oluşan denge üzerine kuruldu. Türkiye’de bu çatlaklarda kendine yaşam alanları buldu yer açtı. Bu denge siyasetini sadece Orta Doğu’da değil Ukrayna’dan Ermenistan’a kadar uzanan hatta hayata geçirmeye çalıştı.

İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla başlayan süreç artık Orta Doğu’da durumun değişmeye başladığını göstermişti. Nitekim geçen hafta Esad’ın rejimin düşmesiyle sürecin başka bir evresine geçilmiş oldu.

Her şeyden önce Ankara’nın kendine alan açtığı denge durumu Orta Doğu’da son buldu. Kazanan aslında HTŞ’yle sınırlı değil. ABD ve İsrail (Batı hattı) bölgenin asıl kazananı durumunda.

Ankara bu yeni duruma adapte olmak durumda. Dengeden çok tarafını seçme tercihiyle baş başa kaldı.

Bu bağlamda Erdoğan’ın yaz ortası ortaya attığı “Esad’a çağrı, İsrail tehdidi ve iç cephe çağrısı” bugün yaşananlar ışığında bir daha değerlendirilmeye muhtaç. Erdoğan’ın çağrısından, HTŞ zaferinden çok (ABD-İsrail) var olan dengenin devamını tercih ettiğini söyleyebiliriz. Ama artık sahada başka bir durum var ve Ankara tarafını seçmek zorunda.

Hakan Fidan’ın itidalli açıklamalarına ve Bahçeli’nin çağrılarına bakınca Ankara’nın tarafını belli ettiğini söylememiz gerekiyor. Kaba çizgilerle tarif edilirse Türkiye’nin safı ABD ve İsrail’in yanında şekillenmeye başladı bile.

Tam burada Erdoğan’ın salı günü yaptığı konuşmada altını çizdiği “önümüzdeki 2-3 ay kritik” cümlesine dikkat çekmek gerekiyor. İşte bu iki ay Orta Doğu’da oluşan yeni duruma dair Türkiye’nin içinde bulunduğu bazı aktörlerin pozisyonunun netleşeceği aylar olacak.

İÇERİDE NE OLACAK?

Cumhur İttifakı’nın bölgede yaşanan gelişmelere Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarları üzerinden ya da Orta Doğu halklarının huzurunu esas alan bir bakışla yaklaştığını söylemek fazla saflık olur. Esas Orta Doğu’da yaşanan gelişmeleri bir tür iktidarını tahkim etmenin yolu yordamı olarak gördüğü çok açık. Sahada zafer kazanamazsa bile ülke içinde ittifak dengesini kendi lehine değiştirerek, muhalefeti dış politika üzerinden etkisiz kılma hesabı yapıyor.

Bahçeli’nin Öcalan çağrıları da hiç kuşkusuz bu durumdan bağımsız okunamaz. Türkiye içinde Kürt sorununun demokratik çözümüne dair hiçbir şey önermeden Orta Doğu’da yaşanan yeni duruma uygun iç diziliş hedefinde. İktidar cenahı DEM-Öcalan görüşmesinden sonra Kürt siyasetinin en azından Saray rejiminin karşısında bir pozisyon almayacağı varsayımıyla hareket ediyor. Minimum beklenti 2010 referandumu pozisyonuna çekilmesi.

Buna bir de sağ muhafazakar partilerin Suriye politikasına verdiği destek düşünülürse muhalefet cephesinde arzulanan gedik açılmış olacak.

BİR DÜŞMAN LAZIM

Cumhur İttifakı’nın en belirgin karakteri mutlaka bir düşmanla kavgaya tutuşma gerekliliğidir. Düşmanı yoksa bu ittifakın ayakta durma şansı yok. Orta Doğu’da yaşanacak olası makas değişikliklerin içeriye de yansıması kaçınılmaz olacak. Bu da düşman tanımı da farklılaşma ihtimalini yükseltiyor.

Bugün için en uygun aday -tüm normalleşme çabalarına rağmen- CHP gözüküyor. Kafası karışık olsa da Suriye politikası konusunda karşılarına aktif bir tutum almamışsa da CHP mutlaka hedef tahtasına konulacaktır. Suriye’deki yaşananlara “emperyalist müdahale” bile diyememiş olmasına rağmen bu durum değişmez. Nitekim kayyumlarla başlayan, iktidar cenahından gelen uyarılarla devam eden süreç bu durumu doğruluyor.

Diğer bir düşman da başta solcular olmak üzere bu rejimden hakkını isteyen herkes olacak. İktidara göre “Orta Doğu’da kartlar yeniden dizilirken, Türkiye önemli bir inisiyatif alma aşamasındayken” ses çıkaran herkes bölücü ve bozguncu tanımlanacaktır.

Son altı ayda yaşananlara bakıldığında Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki döneme ilişkin kısa vadede (uzun vadeli program yapma şansları yok) yapmak istedikleri Orta Doğu’da ABD yanında kalmakla birlikte mümkün olduğu kadar karlı bir pozisyon elde etmek, bu gelişmelere bağlı olarak da içeride muhalefeti yeniden dizayn ederek kendi tarafını güçlendirmek.

ÇOK ENGEL VAR

Bu her şeyden önce Saray hesabı. Son bir hafta gösterdi ki Türkiye’nin Orta Doğu’da diğer büyük aktörler sahaya inince çok fazla ince hesap yapacak gücü yok. ABD-İsrail çizgisine uygun kendi durumunu güncellerken bu işten mümkün olduğunca zararsız çıkmanın yolunu bulma derdinde.

Muhalefetin içinde bulunduğu ruh hali düşünüldüğünde Saray rejiminin bu işten karlı çıkabileceği düşünülebilir. Ama Türkiye’de tüm geleceği partilere bağlamak büyük yanılgı olur. Bugün etkisi kalan muhalefet partilerinin tabanları dahil toplumsal kesimlerin çok önemli bölümü tüm yaşananlar baz alındığında Erdoğan’ın karşısında durmaya devam ediyor. Tüm bu tantanaya rağmen ikna edici bir noktaya gelmiş durumda değiller.

Yaklaşık 10 yıldır partiler değil toplumsal muhalefetin dizilişi siyasete yön tayin ediyor. Bugün de durum çok farklı değil.

Toplum içerisinde ABD-İsrail çizgisinin Orta Doğu’daki egemenliğine ve Türkiye’ye biçtiği rolü reddeden bir çizginin karşılığı hala çok yüksek.

Emperyalizme, BOP’a, içeride otoriterleşmeye, yoksulluk ve sefalet düzenine yüksek sesle gerçekleşecek itiraz, ortalığı kaplayan boş gürültüyü çok çabuk bastıracak güce sahip.

∗∗

YENİ ANAYASA MASAYA GELİR

İçeride yeni dizilişin olağan bir sonucu da Erdoğan'ın uzun süredir gündeme getirdiği yani bir anayasa tartışması. Bütçe görüşmeleri sırasında söz alan genel başkanların konuşmaları üzerinden yapılacak bir değerlendirmede DEM ve muhafazakar sağ partilerin bu fikre çok uzak olmadı söylenebilir. Anayasa tartışmasının yeni siyasal dizilişe etki yapmaması da mümkün değil.