Google Play Store
App Store

Henüz ‘kayyum’ atanmadan önce, Ruşen Keleş hocamızla birlikte Esenyurt Belediyesi’ne bir konferans için davetliydik. Belediye Başkanı değerli meslektaşım Ahmet Özer’in çağrısıyla, 18 Ekim 2024 günü gerçekleşen ‘gençlik’ konulu etkinlik oldukça kalabalıktı. Etkinliğin soru cevap kısmında salondan gelen tüm soruların belediyenin çalışmalarıyla ilgili olması özellikle dikkatimi çekmişti. Böyle olunca sahnede olmadığı halde, tüm soruları Belediye Başkanı yanıtlamıştı. Belli ki ölçüsüz rant arayışlarıyla bir beton yığınına dönüştürülmüş kentte Ahmet Özer, daha bir kaç aylık görevinde, toplumsal alana etkili dokunuşlar yapmıştı. Oysa 2000’li yıllarda Esenyurt’ta ne yapılmışsa büyük ölçüde ‘rantla iltisaklıydı’. Bana kalırsa Belediye Başkanı’nın şimdi görevden alınması da yine büyük ölçüde ‘rantla iltisaklı’ olmalıydı. Bunu anlamak için belki de Esenyurt’u görmek bile yeterli olabilir.

∗∗

Geçtiğimiz hafta sonu ise Artvin’deydim. Gerçekten büyük heyecan ve sevinçle gittiğim bu kadim coğrafyadan yine mutlulukla ayrıldığımı belirtmeliyim. Borçka Demir Elma Festivali’ne katılmak, Dağlardan Denize Artvin kitabının yazarlarıyla ve Hopa Kent Hakkı Derneği ile buluşmak çok değerliydi. Bu seyahatim, Artvin’le Esenyurt arasında bir tür başka ‘iltisaklı’ hali görmeme de vesile oldu. Öyle ki, insan, Esenyurt’u gördüğü, Artvin’i de göremediği için üzülebilir. Artvin, beton bir şehir olarak Esenyurt’tan, muhteşem coğrafyasıyla farklıdır. Hatta bu coğrafya ülkenin en büyük miraslarından birisidir. Ne var ki tam da bu nedenle, Artvin de bambaşka ‘iltisak’ların konusudur. Dağları ve ormanlarında bazı kısımlar sanki bir vahşi güç tarafından kemirilmiş gibidir. Hatta görüntü tam olarak diş izlerinin fotoğrafına benzer. HES, baraj ve madenlerin olduğu yerlerde bu manzara daha nettir. Çoğu yerde barajlar ve HES’lerle suyun sesi de kesilmiştir. Gürül gürül sesleriyle izleyenleri derin huzur dünyalarına götüren nehir suları, musalla taşında duran bir cenazeye dönüşmüştür sanki.

∗∗

Bir sınır şehri olan Artvin’de dikkatimi çeken bir başka olgu en önemli ekonomik dinamik olarak, ‘sınır ötesi’ ülke ile geliştirilen ticaretti. Bunu gösteren en büyük kanıt ise her yerin bir tür ‘tır parkı’na dönüşmüş olmasıydı. Etrafa adeta serpiştirilmiş binlerce tır olduğu için, her yerde bunlarla karşılaşmak olağandı. Demekti ki şehir, sınırın öteki tarafı ile ‘iltisaklı’ydı ve bundan da herkes memnun görünüyordu. Bu kadar çok iltisak hallerine tanıklık edince, tam da türlü ‘iltisak’ iddialarıyla görevden alınan Esenyurt Belediye Başkanımıza takılı kaldı aklım. Daha iki hafta önce Esenyurtluların iki cümle konuşmak için etrafını çevirdiği Ahmet Özer şimdi türlü ‘iltisak’ iddialarıyla cezaevindeydi.

∗∗

Türkiye uzun zamandır güne yeni sürpriz haberlerle kalktığımız bir ülke olunca Artvin sonrası da bu rutin için yeni bir örnek oldu. Yine bir kadim şehir olan Mardin ve sözcüğün gerçek anlamında bir sanayi şehri olan Batman’ın belediye başkanları da Esenyurt’un başkanı ile bir ölçüde aynı muameleye maruz kalmışlardı. Bu rutin kararların görünür gerekçesi de ‘terörle iltisak’ idi. ‘İltisak’ın bu türü öyle sihirli bir sözcüktü ki, soru sorma ihtimal ve imkanını da en baştan kapatıyordu. Ama muhtevasını dinlediğinizde/okuduğunuzda sanki gündelik hayatın rutinlerinden söz eder gibiydi. Mesela tanıdık bir aileye cenazesi nedeniyle başsağlığı dilemek, bir yayını okumak, yorum yapmak, paylaşmak gibi vb. Tuhaf ama bunların her biri ‘terörle iltisak’ gibi bir torbanın içine konulmuş görünüyordu.

∗∗

Meslektaşımız Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman, küreselleşmeyle ilgili kitabında, bu yeni dünyanın en önemli özelliğinin bir tür ‘iltisak’ olduğunu yazmıştı. İktisadi gelişmeler, iletişim teknolojilerinin ulaştığı düzey dünyayı iyice küçültmüş ve bunun da etkisiyle yeni dünyada her şey birbiriyle bir tür ‘iltisaklı’ hale gelmişti. Yani küresel dünyada ‘iltisak’ kaçınılamaz bir özellikti. Şimdi haksız-hukuksuz olarak görevden alınan ve önceki örneklerde olduğu gibi yıllarını hapishanelerde geçirmeye mecbur edilmiş belediye başkanlarına yönelik ‘iltisak’ iddialarını düşününce aklıma şu soru geliyor: Sahi, kamu yöneticileri başta olmak üzere, bu tür ‘iltisak’lardan tümüyle muaf kimse var mı acaba?