Hâlâ dünyanın yarısından çoğu, tüfek çelik ve mikroba, teknolojiye hükmedenlerin değirmenine su taşımak için çalışıyor. Tüm bunlar dünyanın iyiliğine mi yarıyor?

Eşitsizlik öldürür!

Doğada birlikte olduğu birçok türe göre fiziksel olarak kırılgan olan insan; var olabilmek ve türünü devam ettirebilmek için çağlar boyu hayatta kalma mücadelesi verdi. Ve bu mücadelede en ‘uygun olan’ bugüne kadar gelebildi. Ama bu ‘en uygunluk’ en mükemmel olan demek değildi. Evrimin hedefi yok. Şartlara göre kendini değiştiriyor. ‘Doğal seçilimde’, hayatta kalmayı ve türünü devam ettirmeyi başarmış olanlar, bulunduğu şartlara en uygun olanlar demek oluyor*. Bugünkü şartlarda hayatta kalmak türümüzün önceki mücadelelerinden çok farklı yetenek ve özellikler gerektiriyor. Çok da gurur duyulacak yetenekler değil gördüğümüz kadarı ile. İnsan etkisi ile gerçekleşen yapay seçilimin sonuçları bilim insanlarını şimdiden düşündürüyor.


Değişim, evrim bir yandan devam ediyor. Yaklaşık iki yüz yıla yakın bir zamandır, sanayi, teknoloji ve şehirleşmenin artması ile doğadan kopuk, hatta ölümlü olduğumuzu bile unutmuş bir halde doludizgin ‘gelişiyoruz’. Oysa hâlâ daha yıldırım çarpıp, sel önüne katıp, dolu tüm tarlayı harap edip, deprem ‘gelişmiş’ şahane şehirlerimizi tepemize yıkıyor, ama biz girdiğimiz yoldan vazgeçmiyoruz. Günlük hayat mücadelemiz bambaşka bir boyuta dönüşmüş durumda. Doğadaki besin zincirinin en alt halkalarından neredeyse en tepeye geçtik. Ama şimdi başka ölümlülerin, başka nesnelerin esiri olduk. Hayatta kalma mücadelesinde yenmemiz gereken tehlike, yakalamamız gereken ‘av’ aslanın ağzından da daha zor yerlerde.

İlk çağlarda, insanın vahşi doğada tek başına hayatta kalabilmesi mümkün değildi. Kırılgan ve zayıf yapısı ile yemek, barınmak, üremek için diğerleriyle işbirliği yapmak zorundaydı. Biliyoruz ki en ufak bir grup işlevselliği için bile bir örgütlülük, iş birliği ve adil paylaşım gerekir. Avcı ve toplayıcı grupların eşitlikçiliği, kaynakların nasıl paylaşılacağı konusundaki titizliği evrimsel bir değer taşıyor*. Birlikte ava gittiğimiz kişi sürekli en büyük parçayı kendine alıyorsa bir daha onunla ava çıkmayız. Yalnız da avlanamayız! Adil olmayanlar, kaba kuvvet zoru dışında, hiçbir grupta barınamazlar. İşte bu kaba şiddetin yerini ekonomik şiddet aldı. Aslında adalet duygusu kadim, içgüdüsel bir davranış. Küçük bir çocuk bile kesilen pastanın dilimlerini takip eder; sürekli küçük dilim veriliyorsa küser, itiraz eder, ağlar. O küçücük çocuk bile pasta dilimlerinin adil paylaşılmasını bekler. Ama ne yazık ki buna rağmen sürekli pastanın en büyük diliminde ısrar edenler, pastanın hepsi zaten benim ve önce benim yakınlarımın diyenler, pastayı hep ben kesip dağıtacağım diyenler olacaktır. Bu yüzden kurallar konulur, yasalar yapılır. İlk bildiğimiz anlamda yasalar MÖ 1750 yılına tarihlendirilen Hammurabi Kanunları ve o zamandan beri de toplum düzeni için ‘hukuk’ var.

Örgütlü yaşamın olmazsa olmazlarından ‘hukuk’ ve ‘adalet’. Günümüzde de hep diyoruz ya ‘hukuk herkese lazım’ diye ama yasaları yazmakla iş bitmiyor. Uygulanmaları, hem de doğru, eşit ve zamanında uygulanmaları gerekiyor. Adalet ve eşitlik terazisini elinde tutan tanrıça Themis’in gözleri o yüzden bağlı temsil edilmiş. Ama şimdi Anayasa Mahkemesi önüne dikilen heykeldeki gibi, göz bağını çıkartıp atan gözü açık adalet; kimine fıldır fıldır bakıyor, kimisini ise görmezden geliyor. Adalet duygumuzun incinmesi acı bir tat bırakıyor, öldürüyor, süründürüyor. İnsan vicdanı, toplum vicdanı yaralanıyor. Vicdan yaraları hiç geçmiyor. Nefrete, kine dönüşüyor. Toplum işlevselliğini kaybediyor. Hasta bir toplum, hasta bir dünya yaratılıyor.

Bugün ‘Uygarlık’ dediğimiz tarih “Tüfek, Çelik, Mikrop”** ile kazananlar tarafından yazıldı. Ve bugün hâlâ değişen bir şey yok. Hâlâ dünyanın yarısından çoğu, tüfek çelik ve mikroba, teknolojiye hükmedenlerin değirmenine su taşımak için çalışıyor. Tüm bunlar dünyanın iyiliğine mi yarıyor? Koca koca devlet adamları Ukrayna’da kim daha çok öldürdü diye yarışıyor. Hangi silaha kim sahip, kim yapmış, en öldürücü hangisi diye seviniyor, övünüyor.

Bir arpa boyu bile yol almamış medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarımız vahşi doğadan bile daha vahşi. Uğruna ömrümüzü verdiklerimiz ne? Uğruna ölünenler ne? Günlük yaşam? Bilinenlere göre, hayat suda başladı ve çoğalan türlerle bazı canlılar sonradan karaya çıktı. Çıkmaz olaydık dediniz mi hiç? ‘İleri medeniyet’ kurmuş ‘zeki’ bir türün, ‘iyi eğitim’ almış ‘zeki’ bir üyesi olarak ben; 25-30 yılımı sabahtan akşama bir ofis odasında çalışarak geçirdim. Karı koca, elimizde sırçadan bir kâse ile on takla atarak çocuk büyüttük. Oysa bir yunus olarak kalsaydım, yavrularımla sularda şen şakrak yüzecektim***. Ama gene de ne şanslıydım ki çalışacak bir işim oldu, düzenli alabildiğim bir maaşım oldu. Büyük ödül! Ama bugün gelinen noktada artık bu plan bile işe yaramıyor; 25-30 yıl çalışılabilecek iş kalmadı, aylık sabit gelir ile bir hayat kurmak, yaşamak hayal oldu, emeklilik parası pul oldu. Bir yunus olsaydık iyi de, bir gün birden büyük balık gelir, küçük balığı yutar tehlikesi var diyenler olabilir. Aslında ileri medeniyetimizde yutulmak yok ama yutulmaktan da beter olmak, kuyruğumuzdan yakalanıp ömrümüz boyunca süründürülmek var.

Son iki yılık salgının başlangıcında biraz umutlanmıştık, dünya bir silkinir, kendine gelir. Yeniden hayat odaklı, dayanışma odaklı, yaşam odaklı, dünya odaklı, adil bir düzene geçiş olur, sağlam hastanın, zengin fakirin halinden anlar diye. Tıp dergisi Lancet’de yayımlanan bir araştırma yazısına göre; salgında, resmi rakamlara göre 5 milyon civarında, kayıt dışılar göz önüne alındığında da 18 milyon civarında insan hayatını kaybetti. Ölüm sayıları en yüksek olan yerler ise Latin Amerika, Orta ve Doğu Avrupa ve Afrika’nın güney kesimleri oldu. Oxfam’ın raporlarına göre de, tabii ki o bölgelerden olmayan dünyanın en zenginleri ise bu iki yılda servetlerini üçe beşe katladılar. 2014’ten bu yana en çok kâr ettikleri zaman oldu bu iki yıl. Kapanmalar nedeni ile ekonomiyi güçlendirme önlemleri de en çok onlara yaradı. Bu yetmemiş olmalı ki, zenginleri daha zengin edecek bir de savaşımız oldu. Artık krizde olmayan ülkeler de krizde. Oligarklar ise vergisiz servetlerini saklayacak delik arıyor. Minareyi çalan kılıfını hazırlarmış atasözüne göre de çoktan yerlerini bulmuşlardır. Rus oligark Türkiye’ye gelir, Türkler İsviçre, Hollanda, Malta’ya götürür. Yeter ki paran olsun her şeye bir çare bulunur. Ölüme bile. Sağlık sistemine ulaşamadığı için ölen zengin var mıdır? Ya da savaşta veya maden ocağında?

Ayrıca para kazanmakla da bitmiyor. Çok kazanmak gerekiyor. Yoksa eriyip gidiyor. Çünkü para parayı çekiyor. Tasarruf edip ayırabileceğin üç kuruşun varsa, onu da bir kumarbaz mahareti ile idare etmen gerekiyor. Yatır anacım son üç kuruşunu Bitcoin’e, şu bu mevduata, metaverse’den yer almayı da unutma! Altın mı inmiş, dolar mı çıkmış, euro ne olmuş? Kripto para borsacısı 2 milyar dolarlık kripto para ile yurtdışına kaçıyor. Yaprak kıpırdamıyor! Dünyanın öbür ucundan gelen kargo gemileri sakin sakin limanlarımıza uyuşturucu taşıyor. Biz Alman olan eşimin dayısından gelen Noel hediyesi çikolata kurabiye paketini gümrükten alabilmek için on takla atıyoruz, paketin içindekinin kaç katı gümrük ödüyoruz ve çareyi, ne olur bir şey göndermeyin, demekte buluyoruz. Şaşkın şaşkın bakıyoruz ülkeye ve dünyaya.

Bir hafta sonrasını bile göremiyoruz. Bu mudur? Son uzatmalar bu mudur? Yurtdışında, dünyayı tekeline almış zenginler uzay turistliği rüyalarını gerçekleştiriyor. Bizimkiler İstanbul kanalı hülyası peşinde koşuyorlar. Hepsi kime ne faydası olduğu belirsiz fakat dünyaya bedeli çok fazla rüyalar.

Her yeni ‘ilerleme’ dedikleri ile bir kez daha kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz.

Bir süre önce bilim dünyasında bir araştırmanın sonuçları paylaşıldı. Son bir iki yüzyıldır dişleri için çok sayıda yasadışı avlanan filler nedeni ile filler dişsiz olacak şekilde evrimleşmeye başlamışlar. Bir genin mutasyonu nedeni ile dişsiz doğan fil oranı 1930 öncesi yüzde 1-2 iken, bugün çok büyük oranlara yükselmiş. Fildişi avında, dişleri olmayan fillere dokunulmadığı için bu dişilerin üremesi ile genlerini yavrulara aktarabilme şansı arttığından, bazı bölgelerde, dişsiz filler artık çoğunluk haline gelmiş durumda. Ayrıca, dişsiz doğuma neden olan mutasyona uğramış gen, erkek yavrularda ölüme sebep olduğundan dişi fil nüfusu da artmakta*. Fillerin ağaç kabuklarını soymak, birbirleri ile savaşmak, topraktan kökleri kazmak ve suya ulaşmak için bu dişlere ihtiyaçları var. İnsan eli ile yaratılan bu değişim, zincirleme o kadar çok değişime neden olacak ki, erkek ve dişi fil nüfusunun da farklılaşması beslenme farklılıkları nedeni ile bitki örtüsünü bile etkileyecek. Afrika’daki savaşların tetiklediği, silah parası için fildişi avı sırasında avantaj olan dişsiz doğmak, belki ileride bir dezavantaj olarak tüm fil topluluğunu ve çevresini etkileyecek, daha ağır bedelleri olacak.

İnsanın; fillerde doğal seçilimi bozarak kısa sürede yarattığı keskin sonuçlar gibi gelecekte daha neler neler bizi bekliyor acaba? Bu büyük küresel sağlık ve ekonomik kriz çocukların gelişimini nasıl etkileyecek? Bir kaç nesil sonra neler değişecek?

Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk kesim, gelirin yüzde 54’ünü alıyor, en yoksul yüzde 50’lik kesim ise gelirin sadece yüzde 12’sini. Nüfusumuzun yarısı!... Zaten tahılla beslenen ülkemizde artık hiç protein, meyve, sebze vitamin alamadan büyüyen çocuklarla et, meyve şu bu yiyebilerek büyüyen çocuklar arasındaki ayrım kaç nesile ve zincirleme olarak nelere yansıyacak? Bir nesil değil, kim bilir kaç nesil heba edilecek? Araba nasıl yakıtsız gidemez ise insan bedeni de geniş bir gıda çeşitliliği olmadan gelişip büyüyemez.

Eşitsizlik öldürür! Bedeni, ruhu, geleceği, her şeyi!

Daha önce hiç böylesine yavaş yavaş ölmedik.

Öldürmeyin, süründürmeyin, Kanal İstanbul’u yapmayın, İstanbul Sözleşmesi’ni geri imzalayın. Bezos’lar filan da istedikleri yere uçsunlar, ama atmosferdeki kirlerini de kendileri temizlesinler.

Bedeli zaten borçlu doğacak çocuklarımıza, torunlarımıza ödetmeyin. Son dönemin en çok kâr eden firmaları için canı pahasına çalışan kuryelerin, kapınıza kargo getirip sonra koşarcasına merdivenlere yönelen, kan ter içindeki gencecik çocuğun geleceğini düşünüp, arkasından gözleriniz dolmuyorsa insanım demeyin. Bu durumları değiştirebilecek makamlarda olup da hiçbir şey yapmıyorsanız da gidin!

*https://www.youtube.com › İnsanlığın Evrim Tarihi, Thomas Zimmerman
**Kitap: Tüfek Mikrop Çelik , Jared Diamond
***Kitap: Otostopçunun Galaksi Rehberi, Douglas Adams