Baraka, eski köle Kossola’nın anlatımlarıyla Afrika’dan köle ticaretinin dehşetini gözler önüne seriyor. Sürgünün ve göçün birçok topluluğa büyük trajediler yaşatmaya devam ettiği günümüzde, dünya tarihinin en büyük yaralarından birine dair yapılan bu çalışma büyük önem taşıyor.

Eski bir kölenin, kendi dilinden anlatılan gerçek hikâyesi

Özlem Karahan

Afrika’dan köle ticareti, on beşinci yüzyılın ortalarında Portekizliler tarafından başlatılan, insanlık tarihinin en karanlık, utanç verici ve acımasız sayfalarından biri. 1801 ile 1866 yılları arasında, yani sadece altmış beş yılda 3 milyon 873 bin 600 Afrikalının altın, silah ve başka Avrupa ve Amerika ürünleri karşılığında satıldığı tahmin ediliyor. Sadece bu rakam bile köle ticaretinin dehşet verici boyutlarının çerçevesini çizmeye yeter.

Tarihle devam edelim: İngilizler 1807, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 1808 yılında Afrikalı insanların köleleştirilerek uluslararası yolculuklara çıkarılmasını ya da daha çok kullanılan ifadeyle “Atlantik ötesi köle ticaretini” yasakladı. Ancak ticaret uzun süre yasadışı şekilde devam etti. (“1808 yılından sonra Kuzey ve Güney Amerika’ya getirilen binlerce Afrikalının sorumlusu olarak tek bir kişi ceza alıp asıldı ve o da suçsuz olduğunu iddia ederek öldü.”) Yasadışı olarak Afrika’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne getirilen son köle gemisi, Clatilda’ydı. Bu gemiyle Amerika’ya 110 Afrikalı “köle” getirildi. İşte bu son “kölelerden” biri, Cudjo “Kossola” Lewis’ti. Romancı, halkbilimci ve antropolog Zora Neale Hurston, İthaki Yayınları etiketiyle okur karşısına çıkan çalışması Baraka’da, bu eski köle Kossola’nın anlatımlarıyla Afrika’dan köle ticaretinin dehşetini gözler önüne seriyor.

Özgür yaşamdan köleliğe, sonra yeniden özgürlüğe…

Kossola henüz on dokuz yaşındayken köleleştirilmiş. Hem de “kendi insanım” dediği Afrikalılar tarafından. Bir başka kabilenin saldırısına uğrayan köylerinde ailesinin, sevdiklerinin, komşularının, liderlerinin öldürülüşüne, kafalarının kesilişine tanıklık etmiş. Onu ise öldürmek yerine köleleştirmeyi tercih etmişler. Kölelerin kilit altında, elleri ve ayakları bağlı şekilde tutulduğu “baraka”larda kalmış, çok geçmeden “beyaz adama” satılmış. Hastalıklarla ve zulümle dolu okyanus yolculuğundan sonra kendisini Amerika topraklarında bulmuş. Burada da hiçbir şey daha iyi olmamış. Kimsenin yapmak istemeyeceği ağır işleri yapmış, diğer kölelerin ölümlerine tanıklık etmiş, beyazların Eski bir kölenin, kendi dilinden anlatılan gerçek hikâyesi Baraka, eski köle Kossola’nın anlatımlarıyla Afrika’dan köle ticaretinin dehşetini gözler önüne seriyor. Sürgünün ve göçün birçok topluluğa büyük trajediler yaşatmaya devam ettiği günümüzde, dünya tarihinin en büyük yaralarından birine dair yapılan bu çalışma büyük önem taşıyor ve hatta Amerikalı diğer siyahların nefret ve aşağılamalarına maruz kalmış.

Ta ki 12 Nisan 1865’e kadar. Köleliğin yasaklanmasıyla artık “özgür insan” olan Kossola, her zaman özlemiyle yaşayacağı Afrika’ya hiçbir zaman dönememiş. Diğer Afrikalı “sürgün”lerle birlikte, her zaman “öteki” kaldığı topraklar üzerinde kendine bir hayat kurmuş. Kurduğu bu “özgür” hayatta da her zaman yakasında taşımış zorlukları. Ve Afrika hasretini…

Şimdiye kadar kölelik günlerini belgeleyen birçok araştırma, inceleme ya da ilhamını bu trajediden alan sayısız kurgusal roman yayımlandı. Afrika’dan köle olarak getirilen insanlar okuma yazma bilmediği için, onların dilinden böyle bir hikâye ise daha önce anlatılmamıştı. Baraka’nın gücünü aldığı temel noktalardan biri, Afrikalı insanların Amerika’ya nasıl geldiğinin, hem siyah hem de beyaz insanlar tarafından nasıl muamele gördüklerinin dehşet verici öyküsünü bunları bizzat yaşamış bir eski kölenin anlatımlarıyla aktarması.

Hurston, giriş ve son söz dışında, ana metinde çok az paragrafta ortaya çıkıyor. Kossola’nın kendisine anlattıklarını büyük ölçüde bir monolog olarak, birinci tekil şahısta, kendi kurgusuna dönüştürmeden yazıyor. Bu anlatı o kadar Kossola’ya ait ki, Hurston onun konuşmadaki aksanını bile metinde korumaya özen gösteriyor. Bu önemli eserin bugüne kadar hiç yayımlanmamasının nedeni de bu aksan oluyor. Kitabını bastırmak için görüştüğü yayınevleri, Kossola’ya anlatımlarındaki Afrikalı aksanını düzelttiği takdirde bu çalışmayı basacaklarını söylüyorlar. Hurston ise bu değişikliği yapmayı reddediyor. Böylece yazar Zora Neale Hurston’ın Kossola’nın aksanının “arkasında durarak”, köklerini Afrika topraklarından alan anlatım biçimine büyük saygı duyduğunu söyleyebiliriz.

Baraka’yı köleliğe odaklanan külliyat içinde özgün bir yere koyan bir diğer özelliği ise, eski bir köle olan Kossola’nın anlattıklarının kölelik günlerine odaklanmıyor oluşu. Bunun yerine Kossola, Batı Afrika’da yaşadığı hayata ve köleliğin kaldırılmasının ardından özgürleşmiş kişilerin kurduğu yerleşim yeri olan Africatown’daki hayatına odaklanıyor (Alabama’da yer alan bu yerleşimin bugünkü adı Plateu’dür).

Böylece bir yandan o yıllarda Batı Afrika’daki yaşama, geleneklere ve siyasete ilişkin bilgiler aktarıyor bir yandan da köleliğin kaldırılmasından sonra bile o eski köleler için özgür yaşamda ne tür baskılar ve ötekileştirmeler olduğunun çarpıcı bir anlatısını sunuyor. Bu, onun anlatımının en şaşırtıcı yönü olabilir. Dikkate değer bir diğer nokta Baraka’nın teknik olarak bir köle anlatısı olması. Ancak bu köle anlatısını bir köle değil, “bir zamanlar köle olan, özgür bir adamın” anlatıyor olması. Bu kitapla ilgili gözden kaçmaması gerekenlerden biri ise, bunun “Amerikan rüyasını” yaşayan birinin zamanda ileri doğru seyreden hikâyesi değil, zamanda geriye doğru ilerleyen, tersine anlatılmış bir kölelik hikâyesi olduğudur.

Bu çalışmadaki tek aksaklık, Hurston’ın çalışmanın ismi olarak Baraka’yı kullanması olabilir. O, bu ismi kaçırılan Afrikalıların Amerika’ya korkunç bir yolculuk beklerken hapsedildikleri mekâna atıfta bulunarak seçmiş. Ancak kitabın kapağını açıp da okumaya başladığımızda görüyoruz ki bu, (yukarıda da anlattığım üzere) o “Baraka”nın içinde yaşanan şeylerin ya da “bir kölenin başına gelenlerin” hikâyesinden çok daha fazlasını anlatıyor. Bu anlamda “Baraka” isminin bu kitapta anlatılanların tümünü kapsamadığı rahatlıkla söylenebilir.

ABD’deki Afrika diasporası, dünya tarihinde zorunlu göçe maruz kalmış en kalabalık insan topluluğu olma özelliği taşıyor. Sürgünün ve göçün birçok topluluğa büyük trajediler yaşatmaya devam ettiği günümüzde, dünya tarihinin bu en büyük yaralarından birine dair yapılan böyle bir çalışmanın (yaklaşık bir asır sonra olsa bile) okurla buluşması büyük önem taşıyor. Çalışmanın orijinal dilindeki editörlüğünü üstlenen Deborah G. Plant’in ifadeleriyle söylersek; Hurston’ın “kölelik ve özgürlük, açgözlülük ve şöhret, kişisel egemenlik ve ortak insanlığımız hakkında sorduğu sorular bugün de Kossola’nın yaşadığı dönemdeki kadar önemli.”