Google Play Store
App Store

Kültüre, geleneğe sahip çıkmak, atalara öykünme vb kulağa hoş gelse de “neyin atalara ait/gelenek” olduğu her zaman tartışmalıdır ve bunların tümü hem politik hem de sınıfsal kökenlere sahiptir.

Etnospor: Kültürün yeniden icadı
Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, Bilal Erdoğan ve Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı

Yavuz ÇOBANOĞLU*

Etnospor… İlk duyulduğunda bir anlam verilemeyen, “yeni bir spor” kulübü mü ya da hangi semtin futbol takımı sorularını beraberinde getiren bir kelime… Biraz kurcalandığında 2015’te kurulan ve merkezi İstanbul olan Dünya Etnospor Konfederasyonu (DEK) adındaki bir kuruma ulaşılıyor. DEK ise “milletlere mâl olmuş geleneksel sporların ve oyunların yeniden canlanması, bilinirliklerinin artması ve yaygınlaşması için çalışan, … kuşaktan kuşağa aktarılan geleneksel sporlar ve oyunlara, bu etkinliklerin muhafazası, icrası ve sürdürülebilirliği adına destek olan, uluslararası organizasyonlar düzenleyen” bir kurum şeklinde tanımlanıyor.

İşte bu kurumun düzenlediği 6. Etnospor Kültür Festivali de iki hafta önce sona erdi. 30 ülkeden katılım sağlandığı söylenen festivalde, geleneksel sporlar (ok atma, ata binme, yağlı güreşler, cirit atma) ve oyunlar, geleneksel sanatlar, gastronomi, sahne sanatları gibi birçok başlıkta etkinlikler düzenlenmiş. Türkiye’den şehirlerin de tanıtıldığı festivalde, kıl çadırlarında oba yaşamı hayat bulmuş, el sanatları atölyeleri kurulmuş, birçok gösteri ve aktiviteler yapılmış. Liste uzayıp gitse de bu ve benzeri etkinlikler üzerine düşündüğümüzde, bu kez “etnospor” başlığı altında yine bir rejimin kendini inşa faaliyetiyle karşılaşıyoruz.

Zira AKP’nin kurmaya çalıştığı bu yeni rejimin ideolojisi olan Türkçülük katkılı İslamcılık, esasen yerelliklerden beslenen bir düşünce olduğu için, birtakım sportif etkinliklerin “geleneksel sporlar” adıyla etnospor etrafında toplanmasında şaşılacak bir durum yok. Nitekim yerellik de zaten, unutulmuş veya unutulmaya yüz tutan, önemini yitirmiş ya da artık daha az önemli görülen bazı kültürel unsurların, uyudukları tarih haznelerinden çıkarılıp yeniden canlandırılmasına dayanıyor. Böylece bu amaçlar etrafında geçmiş özenle eşeleniyor, orada kullanıma münasip bir kişilik, bir savaş, bir tarihsel an, bir sembol, bir şehir ya da kültüre ait herhangi bir nesne veya yiyecek maddesi yeniden keşfediliyor. Unuttuğumuz, eski rejimdekilerin “bizleri köklerimizden uzaklaştırmak” için “bilinçli biçimde” ihmal ettiği düşünülen ne kadar keşif varsa tümü bir zafer edasıyla gün ışığına çıkarılıyor.

Sonrasında ise reji aşaması başlar. Günün şartlarına uygun biçimde tekrardan kurgulanan bu keşiflerin içerikleri, yeni söylemlerle doldurulur. Onlara yeni kıymetler atfedilir; önemsenmesi için kitle iletişim araçlarında sürekli tekrarlanır; devlet büyükleri veya toplumsal şahsiyetler bunları önemsediklerini belirten açıklamalar yaparlar; rejimin kalemleri tarafından üzerlerine yeni destanlar yazılır; ders kitaplarına girer; adına besteler bile düzenlenebilir; hatta filmleri ya da dizileri çekilir ve en nihayetinde kitlenin tüketimine hazır hale getirilir. Kısacası bu yolla bir rejim, birtakım tarihsel kurgusallıklar etrafında kendi kültürel ideolojisini meşru kılmaya çalışır.

Öyle ki etnospor listesindeki etkinliklerine baktığımızda, geçmişe, tarihe, atalara, kültüre içkin olduğu düşünülen/öyle sunulan, kitleye “-den geldiğini” anımsatacağı hangi spor dalı ve kültürel unsur varsa onlarla karşılaşıyoruz. Bu yüzden ata binmek, ok ve cirit atıp, kıl çadırda gözleme eşliğinde (kımız olmasa da) ayran içerek ecdatla kucaklaştığını düşlemek, geçmişe özlem duyma hissinin verdiği huzur ve konfor eşliğinde kısa da olsa o ânı yaşamak, bazıları için kıymetli olabilir. Keza bu hissiyat, yerellik düşüncesinin de yaygın özlemlerindendir. Hele ki her ânın bir gösteri ve sosyal medya paylaşımına dönüştüğü bir dünyada, bir tarafta “modern” diğer taraftan yerel olunabildiğini hissetmenin keyfi fazlasıyla çekicidir. Hatta aynı ruh halini, (ekonomik refah, adil bir devlet yaklaşımı, özgür ve eşit yurttaşlık vb konularda değil ama) “ülkenin yeniden dirilişi” şeklinde ifade edenler de mutlaka olacaktır. Yine de bu durum yitip gitmiş bir geçmişe duyulan kitlesel özlemlerin ötesinde başka anlamlara da sahiptir.

Nitekim buradaki olguya, yeni rejimin kendi kültürel ideolojisini etkin, kıymetli ve yasal kılma, norma dönüştürme, yaygınlaştırma ve rejimin olası karşıtlarıyla sınırları çizme mücadelesi olarak da bakmak gerekmektedir. Bu sebeple etnospor etrafında kurulan dil ve söylemler sürekli “başkalarının önemsemediği yerli ve millî değerlere bazılarının sahip çıktığı” vurgusu etrafında kümelenir. İhmal edilmiş bir milletin, “unutturulmuş” değerleri yeniden hatırlanmaktadır. Hatta bu değerlerle Batı’nın karşısına çıkılıp, tarihsel rövanşların alınacağı da aynı hesaplar arasındadır.

Dahası etnospor olgusunun bir başka yüzü de ekonomiktir ve yeni rejimin kendi kültürel çevresindeki bazı dinî grupları desteklemesinin yolu da bu gibi organizasyonlardan geçiyor. Öyle ki, Etnospor Kültür Festivali’nin destekçilerine baktığımızda kamu kurumları ve kamu bankalarıyla karşılaşıyoruz. Yine etnospor adı altında yapılan spor branşlarının illerde AKP ve ona bağlı örgütlerce kurulup, yönetildiğini görüyoruz. “Ne var bunda, gençler spor yapıyor?” diye soracak olanlara da söyleyelim, kamu kaynakları keyfî şekilde harcanmadığı, denetlenebilir olduğu; maddi desteklerin belli bazı dinî gruplar etrafında paylaşılmadığı; kulüplerde spor yanında ideolojik örgütlenme ve bilinç aktarma vb faaliyetler yapılmadığı sürece tabii ki sorun yok! Peki bunların yapılmadığı iddia edilebilir mi?

Sonuç olarak, kültüre, geleneğe sahip çıkmak, atalara öykünme vb kulağa hoş gelse de “neyin atalara ait/gelenek” olduğu her zaman tartışmalıdır ve bunların tümü hem politik hem de sınıfsal kökenlere sahiptir. Bu yüzden “spora siyaset bulaştırmayalım” konformizminin gölgesi etnospor, bir yerel ideoloji olan İslamcılığın bir kültürel icadıdır, geleneğin gösteri hali, arzular ile gastronominin buluşmasıdır ve tabii ki tüm kurguların o kaçınılmaz döngüsel yazgısını taşır: Ölümlü olma!

*Sosyolog