Google Play Store
App Store

Recep Tayyip Erdoğan’ın, amaç ve arzusunu hiçbir zaman gizlememiş, açık ve seçik konuşan bir siyasetçi olduğunu düşünürüm. Niyetini dile getirmek konusunda şeffaftır. Siyasi yolculuğuna, demokrasiyi istediğinde inebileceği bir tramvay olarak tarif ederek başlamıştı. Sözünde durdu, vakti geldiğinde indi. Erdoğan, hamleleri kimi zaman erken bulunsa da, ideallerini gerçekleştirmek konusunda hep kararlı davrandı. “O kadarı da olmaz, yapamaz” diyenleri yanıltmaya ve şaşırtmaya devam etti. İki yıl önce şöyle yazmıştım: “Ne demişti Erdoğan, ‘demokrasi amaç değil araçtır.’ Oysa tam tersi, demokrasi ancak bir amaca dönüştürüldüğünde hayatta kalabilir ve bu da sürekli bir çaba gerektirir. Demokrasi, en iyi yönetim şekli midir peki? Tartışılıyor. Kuşkusuz eksiklikleri var. Ancak eldekilerin en iyisi olduğu söylenebilir. Her şeyden önce, hukuki bir çerçeveye sahiptir demokratik yönetimler. Yine de özgürlük, her an mücadele gerektiren ve temel hakların sınırlandırılması ya da tamamen ortadan kaldırılması tehdidine karşı uyanık olunmasını gerektiren asgari bir toplumsal bilince de ihtiyaç duyar. Görevi, birlikte yaşam şartlarını sağlamak olan iktidar, aksi kararlar alıp özgürlükleri kısıtladığında, eğer karşısında buna direnen bireyler, muhalefet ve hukuki engel bulmazsa ona değil ‘ileri demokrasi’ geri bile diyemeyiz. Yoktur artık.”

***

19 Mart 2025, siyasi tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte İBB yönetici ve çalışanlarından oluşan 106 kişi ‘terör’ ve ‘yolsuzluk’ iddiasıyla gözaltına alındı. CHP’nin yerel seçimlerde DEM ile yaptığı ‘kent uzlaşısı’ ittifakı terörle ilişkilendirildi. Böylece iktidar, AİHM kararlarına rağmen başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, pek çok yöneticisinin hapiste tutulduğu Kürt hareketiyle kendilerinden başka zinhar kimsenin bir araya gelemeyeceğini, aksini ‘suç’ sayacağını göstermiş oldu. Tutarsızlık mı? Hayır. Erdoğan, taa en başında, gerekli bulduğu zaman demokrasi tramvayından ineceğini, demokrasiyi kendine amaç değil araç edindiğini söylemişti. Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı engellenebilir miydi? En azından bunun için çalışılacaktı. Peki, İBB’ye kayyım atanabilir miydi? “O kadarı da olmaz”, burası Van değildi, Varto değildi. Ya Ekrem İmamoğlu’nu tutuklarlarsa? “Yapamaz, o kadarına cesaret edemez” öyle mi? 19 Mart’ta yaşananlar, göstere göstere yapılan ve “o kadar da olmaz” denilen bütün anti-demokratik müdehalelerinin son halkasından başkası değil. Türkiye’nin özellikle son on yılına baktığımızda, Erdoğan’ın ne kadar tutarlı ve planlı bir siyaset izlediğini; “yapamaz” diyenlerin şaşkın bakışları altında, arzu ettiği tek adam rejimini adım adım nasıl inşa ettiğini görebiliriz.

***

Erdoğan’ın, “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün" dediği 7 Haziran 2015 seçimlerinde, AKP iktidara geldiği 2002 seçimlerinden sonra ilk kez tek başına iktidar olamadı. Türkiye’de, seçimin tekrarlandığı 1 Kasım’a kadar kanlı terör saldırıları yaşandı. Siyasi atmosfer değişti, topluma korku hakim oldu. 2016’da AKP-Gülen ortaklığı yine kanlı bir darbe girişimiyle son buldu. Kayyım uygulamaları başladı. Hemen ardından, 2017 yılında yapılan referandumla parlamenter sistemden başkanlık rejimine geçildi. Mühürsüz oylar sayıldı, seçim güvenliği ihlal geldi. 2019 yerel seçimlerinde AKP İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye başkanlıklarını kaybetti. Yüksek Seçim Kurulu, aynı zarftan çıkan dört oydan birini iptal ederek İstanbul’da seçimin tekrarına karar verdi. Ve 2023’te, adaylığı konusunda önünde hukuki hiçbir engel bulunmayan ve halkın oyuyla TİP Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ın, Anayasa Mahkemesi kararı tanınmayarak meclise girmesi engellendi. Anayasa açık bir şekilde rafa kaldırıldı. Son on yılda iktidar “böyle bir şey olabilir mi ya” diye hayret edilebilecek her şeyi yaparak halka “olur” mesajını verdi. Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmadığı bir yerde hiç kimsenin hukuki güvencesi olmadığını görüyor ve yaşananları da hukuk çerçevesinde açıklayamayacağımızı biliyoruz.

***

Adalet Bakanlığı bağımsız yargıya güvenilmesi gerektiğini söylüyor. Diğer yandan İstanbul polis ablukası altında. İnternet kısıtlı, sosyal medya platformlarına ulaşılmıyor. Hukuku dilinden düşürmeyen hükümetin kolluk gücü; kalkanı ve gazıyla tam tekmil, canından bezmiş halkın önünde dikiliyor. Bugünlere, iktidarın her adımda demokrasiyi biraz daha aşındırmasıyla geldik. Artık, İmamoğlu’nu tutuklarlar mı, İstanbul’a kayyım atarlar mı sorularına, tereddütsüz ve dümdüz “evet” diye cevap vermenin vakti geldi. Anayasanın tanınmadığı yerde her şey olur, olacaktır. Şimdi yeniden sokaktan yükselen bir ses var. CHP, ana muhalefet partisi olarak bu itirazı, Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görülen İmamoğlu etrafında örebilecek mi? Ve hakkına sahip çıkan toplum, zamana ve şartlara uygun olarak, muhalefeti daha cesur kararlar almaya itebilecek mi? Demokrasiyi amaç edinip yan yana, zorlu olduğunu bildiğimiz bir mücadeleye hazır mıyız?