“Eylülde gel!”
Yalnızca kışı mı düşüneceğiz peki, önümüz kış deyip kara kara düşüncelere mi dalacağız, bana kalırsa Eylül, yazla kışın, geçenle gelenin ortasında serince düşünme, gözden geçirme ve hazırlanma zamanı.
Ocak için çok şiir yazdım, nerdeyse her yıl, Şubat Sevgililer Gülü, onu gülle geçiştirdim desem, olmaz, hem sevgiliye hem güle, geçiştirmek olur mu, Mart için pek çok bildiri yazdım, malum hem nevruz/newroz hem dünya şiir günü, Nisan için vaktiyle şiir yazdığım vakidir, Mayıs yazılmaz olur mu, 1 Mayıs’ı var, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a ne yazık ki Üç Fidan’la bağladıkları gece var, bir de Hıdrellez var ki halkın umuduyla, inancıyla halk çocuklarının katli aynı gecede, Haziran adına kitap da yazdığım, Haziran, Tekrar, yetmedi şiirler yazdığım hem sevdiğim hem acı çektiğim ay ki Haziranda Ölmek Zor değilmiş, onu anladım, kardeş gitti, biz kaldık, Temmuz’u yine Hasan Hüseyin’in şiiriyle severdik, “Bir oğlum olacak adı Temmuz / uykusuz / korkusuz / beter mi beter / ben beynimi satarak yaşıyorum / o benden proleter”, 2 Temmuz 1993 Madımak katliamından sonra ateşle, acıyla, öfkeyle yazıyorum artık Temmuzu, adı üzerinde Kirli Ağustos, Edip Cansever’in 1970’de yayımlanan kitabı, “Başka değil, yokluğu görmek için / Kirli ağustos! Gözkapaklarımı da yaktım sonunda” dizeleriyle biter aynı adlı şiiri de, 1984 yılının “Kirli Ağustos”unda görmüştüm aynı masada Edip Cansever’le Turgut Uyar’ı, kirliydi ama yine de “ağustos birkaç yerinden güneş alıyor”du, birkaç şiir yazdım ağustosa ama, sonra ilgilenmedim, T. S. Eliot 1922’de yayımladığı şiirin başyapıtlarından Çorak Ülke’de “Ayların en zalimidir Nisan” der ama, bana göre Ağustos da Nisandan geri kalmaz zalimlikte! Yazın bittiğini alay eder gibi duyurur, yaz bir daha olacak mı sen olacak mısın, hiçbirine yanıt vermez, hepsini siler atar, seni güzle, kışla baş başa bırakır zalım!
O sırada Eylül de gelmiştir zaten, Ağustosun ardından bir ödül gibi gelir Eylül, bazen de bir teselli olarak. “Eylülde Gel” denilmiştir üstelik, yetkili olması gerekmeyen ama etkili bir ağızdan, Alpay’dan gelmiştir istek de şarkısı da. Hakikatlarını yılların sınadığı, kavi kıldığı, artık herkesin inandığı, paylaştığı duygular, durumlar vardır ve bunların çoğu da sanatçılardan, yazarlar, şairler, düşünürlerden gelir. Gerçek şaraptadır, şarap da şarkıda, yazıda, dizede, düşüncededir.
Bu düşüncelerle bu yılın hasadını toplamak, Eylülü yazmak üzere oturdum masaya, sonra kendi kendime sordum, Eylülü niye yazarız? Nazlı Babaannem, Yenigün geldiğinde, tabiat uyandığında “Şükür bu kışı da atlattık” derdi, demek yaşamı, ömrü kışla ölçüyordu, o geçince bir yıl daha kazanmış oluyordu. Düşünce, düşünmek filan diyorum ya, belki de Eylül tam bu işe göredir, hani şu “tefekkür” denilen, insanın dünya, hayat, kendisi, tabiat, “paydaş”larımız olan hayvanlar, bitkiler, gökyüzü, yeryüzü, su, hava, nefes, hastalık, iyilik, dostluk, ev, geçim, memleket, çocukluk, aşk, varlık yokluk ve kaçınılmaz olarak da ölüm hakkında ister istemez düşüncelere daldığı ay olmalı Eylül. Hele güneşli, uzun yaz günlerinin ardından, meyveler bile kırmızıdan sarıya dönerken Eylül sarısı da fikrimizden gönlümüze gezmeye başlayacaktır elbet.
Yalnızca kışı mı düşüneceğiz peki, önümüz kış deyip kara kara düşüncelere mi dalacağız, bana kalırsa Eylül, yazla kışın, geçenle gelenin ortasında serince düşünme, gözden geçirme ve hazırlanma zamanı.
Belki de Alpay “Eylülde Gel” derken, yazın başımızdan uçup giden aklımıza sesleniyor, bizi düşünmeye çağırıyordur: Eylül ayların en düşüncelisidir.