Google Play Store
App Store

“Tamamı 35 mm filmle çekilmiştir.”

Strange Darling/Sevgilim, Kaç! (2023) bu bilgiyle başlıyor. Sinemada gösterime giren bir filmin başlangıcında seyirciye böyle bir bilgi sunulmasının özel bir anlamı olsa gerek. Yönetmen ve yapımcı, örneğin dijital görüntü üretim tekniklerinin kolaylaştırıcı yönlerinden yararlanmadıklarını söylemek istiyor olabilirler.

35 mm film materyali hem pahalıdır, hem de uzun kimyasal işlemler gerektirir. Bugün dijital teknoloji sayesinde, yaptığınız bir çekimi hemen o an kontrol edebilir, memnun kalmazsanız cihazın bellek kapasitesine göre istediğiniz kadar tekrar çekim yapabilirsiniz. Ama filmle çalışıyorsanız işiniz inanılmaz derecede zorlaşır: Öncelikle, bir makara filmle en fazla 11 dakika çekim yapabilirsiniz. Bu da, çekim tekrarını en aza indirmek için hem yapım-yönetim ekibine hem de oyunculara daha fazla iş düşmesi anlamına gelir. Artı, film makarasının hiç ışık görmeden kameraya takılması, çekim bittikten sonra yine ışık görmeden çıkarılıp laboratuvara gönderilmesi gerekir. Banyo işlemi bitip de film bir projektöre takılana kadar tam olarak ne çektiğinizi göremezsiniz. Bazen kötü kazalar da olur: Andrei Tarkovsky Solaris’i (1972) yaparken, filmlerin banyo işleminde yaşanan bir aksaklık nedeniyle bazı sahneleri yeniden çekmek zorunda kalmıştı.

Günümüzde çoğu film, görüntü kalitesi analog filminkini aratmayacak denli gelişmiş dijital kameralarla çekiliyor. Bu hem çekim sürecini, hem de kurgu aşamasını çok rahatlatıyor. Yine de, bugün bile pek çok sinemacı 35 mm, hatta bazen 70 mm ile çalışmayı tercih ediyor -örneğin Tarantino. Hâlâ birçok filmin bitiş jeneriğinin son kısımlarında hangi marka kamera ve filmle çekildiği bilgisini görebilirsiniz. Ve bu filmlerin hiçbiri, “Bakın, biz 35 mm çekildik haa!” demiyor.

Strange Darling’i yapanların gözümüze sokarak zor ve pahalı yöntemle çalıştıkları bilgisini vermesi, seyircide kaçınılmaz olarak bunun çok özel ve önemli bir anlatı olacağı beklentisini doğuruyor. “Siz değerli müşterilerimiz için hiçbir masraf ve zorluktan kaçınmadan...”

Bu beklenti yüzünden, film bitince kendinizi şunu sorarken bulabilirsiniz, benim gibi: “Eee, şimdi bunu cep telefonuyla çekseniz film ne kaybederdi ki?!”

***

(Yazının bundan sonrası, film hakkında feci biçimde spoiler içermektedir. Sürprizin bozulmasını istemiyorsanız, bundan sonrasını okumayın derim.)

Strange Darling’in başlangıç jeneriğinde, bunun altı bölümden oluşan bir gerilim filmi olduğu bilgisi de veriliyor. Bu yüzden film 1. değil de 3. bölümle başlayınca seyirci bir an şaşırıyor. Ama sonra, sırasıyla 5, 1, 4, 2 ve 6. bölümleri izlerken, bunun aslında son derece sıradan, içerik açısından değersiz bir öyküyü biçem süslemeleriyle satma girişimi olduğu anlaşılıyor.

Zamansal akışta ileri-geri oynayan bu sıçramalı anlatım biçemi, izleme sürecini epey keyifli kılıyor tabii, ama sıradan öyküyü sıradışı bir hale getirmiyor.

Ama filmin çok daha büyük bir sorunu var: Kadın düşmanlığı (mizojini).

Katil kadınlar vardır, kötülük yapan ve bundan zevk alan kadınlar vardır, doğru. Böyle bir kadın karakterle ilgili film yapmak veya roman yazmak da doğrudan kadın düşmanlığı anlamına gelmez, bu da doğru. Ama yine de, koskoca uygarlık tarihi erkek-egemen toplumsal yapının kadın ve çocuklar üzerindeki yönlendirme, baskı ve istismarı üzerine kuruluyken ,“Bakın kadınlar nasıl da etrafa kötülük saçıyor!” demek, kesinlikle nesnel ve ‘tarafsız’ bir yaklaşımla açıklanamaz. Bu, en az ‘suça itilmiş çocuklar’dan ‘kötü çocuk’ söylemi çıkarmak kadar düşmanca bir tavırdır.

HHH

Strange Darling’de kadın, erkeği sinsice yönlendiriyor, ayartıyor, aslında adamın istemediği şeyleri yaptırıyor, diğer kadınların dayanışmacı yaklaşımını kötüye kullanıyor, yaşlı insanların iyi niyetinden faydalanıyor vs. Yani kısaca, ‘şeytanı bile kandırabilecek bir Havva’ miti ile karşılaşıyoruz.

Ama Strange Darling’in bu bağlamda en önemli ve ürkütücü açmazı, “Kadının beyanı esastır.” sözüne karşı takındığı tavırda ortaya çıkıyor. Acımasız bir katil olan kadın, kendini mağdur gösterip avantaj kazanmak için sürekli yalan söylüyor. Hatta bir sahnede, polisleri kandırmak için kendisini tecavüz kurbanı olarak gösteriyor.

Yani bu film, sanki ‘#MeToo’ hareketi başta olmak üzere son yıllarda kadınların cinsel baskılanmasına yönelik her türlü toplumsal girişimden intikam almak amacıyla yapılmış gibi görünüyor.

Strange Darling’i yazıp yöneten JT Mollner’ın bir önceki filmi Outlaws and Angels’da da (2016), filmin başlangıcından itibaren benzer bir durum var: İki genç kız bir erkeğin küçük penisinin dedikodusunu yaparak gülerken, kızlardan birinin yüzü bir kurşunla parçalanır; bir bankadan çıkan soyguncular etrafa rasgele ateş açmaktadır. Böylece ‘erkeklik’le dalga geçen terbiyesiz kızlar, koca penisli (silahlı) adamlar tarafından cezalandırılmış olur. Film ilerlerken, erkeklerin kötü, kadınların daha da kötü olduğunu gösteren akıldışı bir şiddet sarmalında buluruz kendimizi...

“Biz bu filmi tamamen 35 mm çektik ha!” vurgusu da, belki bilinçdışındaki bazı ataerkil-fallik saplantılardan kaynaklanıyordur.